|

Şiir darlığına karşı 'Kuduz Aşısı'

Günümüz şiirinde az şiir yayımlamasına rağmen, önemli bir yer edinebilmiş şairlerden biri Ali Ural. Şiir söz konusu olduğundaki titizliğiyle ve şiirin kendine has yanlarından taviz vermeyişle bilinen şair, ilk şiir kitabından yaklaşık sekiz yıl sonra ikinci şiir kitabını geçtiğimiz günlerde yayımladı: "Kuduz Aşısı"

Abdurrahman Şenel
00:00 - 1/11/2006 Çarşamba
Güncelleme: 16:52 - 10/11/2006 Cuma
Yeni Şafak
Şiir darlığına karşı 'Kuduz Aşısı'
Şiir darlığına karşı 'Kuduz Aşısı'

Bilindiği gibi şiir geleneğimiz içinde Ahmet Haşim, Asaf Halet Çelebi, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi az şiir yayımlamış ama nicelikteki bu azlıkla ters orantılı bir yer edinmiş başka şairler de var. Bir şairin az ya da çok şiir yazması kuşkusuz kendi tercihidir. Çok şiir yazan bir şaire de az yazana da bu hususta bir şey söylenemez. Hele de şiire çokça mesai harcayıp onlarca şiir yazan pek çok şairin yazdıklarında fireden geçilmezken... Burada önemli olan yazılan şiirin niteliğidir. Nitelik dediğimiz şey ise öyle bir şey ki kendini ancak kavrayabilene sunuyor. Bu yüzden de has bir şiiri seçebilmek gene has bir şiir okuru olmayı gerektiriyor. Bundan mıdır nedir bilinmez Ali Ural, kitabının ilk şiiri Nefes Darlığı'nda şu dizelerle okurunu daha en başından seçiyor:

"kim dinliyorsa sırtımı kabzalara değiyor kulağı

hiç duymadığı sesler duyuyor -yüzünden belli-

yüzünden belli anlamadığı"

Bu seçiş, modern şiirin başlangıcında duran Baudelaire'in Kötülük Çiçekleri'nin ilk şiiri Okura'yı anımsatıyor ilk elde. Anımsatmasında pek çok fayda var. Çünkü Ali Ural'ın okuru karşılayışı, şiirinin modern şiirin tüm imkânlarından kendince istifade etmesine karşın, okurunu kendinden 'ikiyüzlü' bilen Baudelaire'inki gibi değil. Ural, okurunu, günümüzün dünyasında her has kişiliğin duyumsayacağı 'nefes darlığına karşı şiir' diyerek dışlamıyor, aksine olanca yalınlıkla kucaklıyor. Bunun en güzel kanıtı da sanırım şiirler bir araya geldiğinde bu şiirlere resimleriyle eşlik eden ressam Gökalp Hamamcıoğlu'nun desenleri. Desenler içinden özellikle kitabın kapağında da yer alanı, Kuduz Aşısı'ndaki şiirlerin resimsel bir karşılığı adeta.

Kendi içinde "vınlayan ok, körpe kılıç ve kıpır kıpır" adlarında üç bölümde kurgulanan kitapta, insan sesinin farklı tınılarını duyabileceğimiz insan hallerinin şiirleri var. Ural'ın şiirleri, dünya üzerinde kendince bir yol tutmaya çalışan insan hallerinin psikolojilerini neredeyse aracısız sunuyor okura. Öyküler de yazan bir şair olarak Ural, bu noktada, anlatıma yönelik kurguya emek veren şairlerin çoğu kere düştükleri açmaza düşmüyor. Öykülerinde muhayyilelerini boşaltan şairlerin aksine Kuduz Aşısı'ndaki şiirlerdeki imgelerin özgünlüğü, şairin şiir konusundaki titizliğinin bir başka yönünü ortaya koyuyor kanımca.

Kitabın yukarıda andığım bölümlenişi, şiirlerin değişmeyen özünün yanında değişen sesine refakat eder biçimde kurgulanmış gibi geldi bana. Dediğim gibi bu şiirlerde Körün Parmak Uçları şairinin değişmeyen özünü buluyoruz. Bu öz kuşkusuz şiirin her şeyden önce bir kişilik meselesi olduğunu ihtar ediyor bize. Bu ihtardan sonra, bunun yetmeyeceği şiirin bir 'şair kişiliğinin ürünü' olduğunu düşünüyoruz ister istemez. Çoğu şairin ilginçlik olsun, şaşırtıcı bulunsun diye yöneldiği görüntülere Ali Ural, görünende görünmeyeni, değişende sabit kalanı arayarak gidiyor. Bu yüzden de adı Hidrofobi olan şiirde şu dizeleri bulabiliyoruz:

"yüzüme kapan ki orda

bir yıldız bile yeterken başını döndürmeye

baş edemeyen koca bir gökyüzüyle

bir deniz var sudan korkan."

Umuyorum ki şiirin özünün bulanıklaşarak kötü kokular yaydığı şiir ortamında bu şiirlerin buhuru kulaklarını, gözlerini bulur. Bulmasa da şair için önemli olan şiirini yazmak değil midir?


Kuduz Aşısı

A. Ali Ural

Şule Yayınları

67 sayfa

17 yıl önce