|

"Şiir, hizaya gelmeme sanatıdır"

Altıncı şiir kitabı Kimsenin Kalbi geçtiğimiz günlerde yayınlanan İbrahim Tenekeci, “Şiir, hizaya gelmeme sanatıdır. Şair ise 'herkes' olmayı kabul etmeyendir” diyor

Saadettin Acar
00:00 - 14/03/2012 Çarşamba
Güncelleme: 22:37 - 13/03/2012 Salı
Yeni Şafak
"Şiir, hizaya gelmeme sanatıdır"
"Şiir, hizaya gelmeme sanatıdır"

Şair İbrahim Tenekeci isminin bende çağrıştırdığı ilk şey 'samimiyet'tir. Yaptığı her işi büyük bir içtenlikle yapar ama şiir söz konusu olunca bu durumun daha da yoğunlaştığını, belirginleştiğini söylemek gerek. Tenekeci için şiir, kelimenin tam ve bütün anlamlarıyla "hayatî" bir meseledir.

Şiir, Tenekeci'nin dünyasında merkezi bir yerdedir ve onsuz bir varlık tasavvuru mümkün değildir. Dünyayla olan meselesini de, öte tarafla olan münasebetini de hep bu yolla ifade etmeye çalışır. Şiire emek verir, çalışır, kafa yorar. Kendisine açılan imgelerin peşine düşer, onlara yoğunlaşır ve yoğun bir mesai ile onların derinlerine seyahat eder. Hem ilhamın, hem de emeğin bir toplamıdır onun dizeleri.

Şairle, altıncı şiir kitabı Kimsenin Kalbi dolayısıyla hem son kitabını, hem de şiir serüvenini konuştuk.

Sizin okurunuz, şiir yolculuğunuzun farkında ve nereden nereye geldiğiniz konusunda bir fikir sahibi. Sizin açınızdan peki, Üç Köpük'ten Kimsenin Kalbi'ne İbrahim Tenekeci şiiri nereye evrildi? On beş yıl aradan sonra 'nereden nereye' diye sorsam…

Öncelikle şunu söyleyeyim: Sesimi bulmam biraz vaktimi aldı. Kaba bir hesapla, çeyrek yüzyıldır şiirle uğraşıyorum. Bu yaşıma kadar, şiirin üstüne veya önüne, hiçbir dünya işini koymadım.

Şiirin canlı bir şey olduğunu ve şairiyle beraber büyüdüğünü, kimi zaman da öldüğünü düşünüyorum. Dolayısıyla, onunla bir ve bütün olmak zorundasınız.

Şair, doğru zamanda yazmalı ve zamanını yazmalıdır. Üç Köpük'ten sonra ilk fark ettiğim şey bu olmuştur. Peltek Vaiz, Güzellik Uykusu, Giderken Söylenmiştir, Ağır Misafir ve son olarak da Kimsenin Kalbi, zamanını yansıtan kitaplardır. Öte yandan, maharet bahsini saymazsak, ilk şiir kitabım ile son şiir kitabım arasındaki hassasiyet ve mizaç farkı yok denecek kadar azdır.

Şiir bana, hep bir dünya yolculuğu olarak görünüyor. Nereye giderseniz gidin, sonunda mutlaka kendinize, evinize, kalbinize dönüyorsunuz.

Varılacak yer meselesi
Kimsenin Kalbi'yle geldiğiniz yer, şiirde varmak istediğiniz yer mi? Veya şiirde varılacak yer diye bir şey olur mu?

Benimle yapılan ilk söyleşide, "Şiir işaret fişeğidir, gösterir ama götürmez" demiştim. Aradan on beş yıla yakın zaman geçmiş. Hâlâ aynı yerdeyim. Bir farkla: Şiir götürmez, fakat sen gidebilirsin.

Yirmili yaşların başında, "kendi kütüphanemde yer alabilir miyim" sorusunun cevabını bulmakla meşguldüm. O zamanlar, 'varılacak yer' belki de burasıydı. Otuzlu yaşlarda, şiirin insanı terbiye eden, görgülü kılan yönünü gördüm. Kırk yaşına geldiğimde ise kendimi, elimde bir ok, geçidi beklerken buldum. Üstelik, benim ile yola çıkanların önemli bir kısmı, ganimet için, geçidi veya tepeyi terk edip gitmişlerdi. Elbette her insan emeğinin karşılığını almak ister. Fakat kastettiğim şey bu değil.

Bu işler kolay değil
Şiiri, hayatınızın merkezine koyduğunuzu ve şiiri ince bir işçilikle -resmen- çalıştığınızı bilenler bilir. Soru şu: Dile gelene, kalemden dökülene neden müdahale ediyorsunuz? İlk geldiği gibi bırakılamaz mı?

Bir çocuğun dünyaya gelişi büyük bir mucizedir. Fakat o bebeği, doğduğu veya geldiği gibi bırakamazsınız. Onun üstüne eğilmeniz, titremeniz gerekir. Şiir de böyledir. Şahsen, şiiri hep bir müessese olarak düşünmüşümdür. O müesseseye girecek ve çalışacaksın. Çünkü emek olmadan yemek olmaz. Şiir, yüksek ahlakın yanı sıra, yüksek bir disiplin de istiyor.

Bir arkadaşa, son şiirlerimi gösterdiğim vakit, şaşkınlık içinde, "bunları ne zaman yazdın" diye sormuştu. "Sen uyurken" cevabını vermiştim.

Japon ressamlar, bir çiçeği üç ay seyreder, sonra oturup üç saniyede resmini çizerlermiş. Şair ise üç saniye görmeli, sonra o gördüğü şeyi yazmak için üç ay çalışmalıdır.

Özetin özeti şu: Bu işlerin kolay olmadığını söylüyorum.

Kimsenin Kalbi'ni okurken, bir geçmiş zaman güzellemesi, özlemi hissediyoruz. Geriye doğru çok bakıyorsunuz? Neden?

İnsan iki nedenden dolayı geriye bakar: Birinden veya bir şeyden kaçıyordur ya da birini veya bir şeyi özlüyordur. Bir kaçak gibi yaşasam da, çok şükür, kaçtığım kimse yok.

Son yirmi veya otuz yılda, birçok güzelliği, bir daha kazanamamak üzere kaybettik. Belki de onlardan birini görürüm umuduyla, geriye bakıyorumdur.

İnsan, geleceği göremez, fakat geçmişi görebilir. Gelecek gelmeyebilir, buna karşılık, geçmiş asla geçmez. Yani, yaptığım, oldukça normal bir şey.

Şiir serüveninize baktığımızda, şehre bir türlü (alışamayan değil) alışmayan, ısımayan bir adam görüyoruz. Şiirlerinizde yüksek tabiat sevgisi de ayrıca dikkat çekiyor. Bu konuda neler söylemek isterseniz?

Şiir, hizaya gelmeme sanatıdır. Şair ise 'herkes' olmayı kabul etmeyendir. Şehirlerin dayattığı modern hayat, bizi hizaya getirmeye, herkes gibi yapmaya çalışır. Belki de buna itiraz ettiğim için şehirle arama mesafe koydum. Veya mizaç meselesi de olabilir.

Aslına bakarsanız, yaşıtlarım ve büyüklerim arasında, en eski İstanbullu benim. Ailem, 14 Ekim 1954'te İstanbul'a gelmiş. Fakat İstanbul beni alamadı. Ben de onu istemedim. Tabiata ise "bir kaçış planı" olarak bakanlardan değilim. Tabiat deyince, aklıma sadece Allah'ın Tabiatı geliyor. Orada, onu görüyor gibi oluyorum.

Biraz da son kitabınızdan söz edelim. Kitapta su, gün ve kuş kelimelerini çok sık kullanıyorsunuz. Bunun özel bir nedeni var mı?

Var. Tekrara düşme pahasına, neredeyse her şiirimde bu üç kelimeyi veya imgeyi kullanmaya gayret ettim. Zaman su gibi akıyor, günler ve insanlar ise kuşlar gibi uçup gidiyor. Bu hissiyatı, kitap boyunca yansıtmaya çalıştım. Gençken, şiire "kuşkulu gerçek" olarak bakardım. Bugün ise "gerçeğin ta kendisi" olarak görüyorum onu. Gerçek ise şu: Hepimiz bir garip yolcuyuz!

On dört bin altı yüz, geldik sayılır

Önceki kitaplarınızdan farklı olarak, Kimsenin Kalbi'nde dikkatimi çeken şeylerden biri de mesleki ve teknik terimler…

Doğrudur. Yalancı ölüm ve kardeş kıskançlığı, tıpla ilgili terimler. Olmaz hamle, santraçla; Karar sesi, müzikle; Yaprak neşesi, bitki dünyasıyla; İmla hakkı da askerlikle ilgili. Daha da vardır. Fakat bunları bire bir anlamlarıyla kullanmadım. Mesela "imla hakkını", yani barut hakkını, "Biliyorsun, var, kuşların imla hakkı" şeklinde kullandım. Yani, Allah onların içine ne kadar ömür doldurmuşsa, o kadar uçacak, o kadar yaşayacaklar. "Barut hakkı" dediğimiz şey, bir anda alın yazısına, kadere dönüştü.

Bir de şiirlerinizde çok fazla şifre var gibi. Sadece üç tanesini sormak istiyorum: "Kuşlarla gitmiştim sekiz yaşında", "On dört bin altı yüz, geldik sayılır", "Salıdan beri buradayım da…" Bu dizeler ne anlatılıyor?

Sekiz yaşındayken, yani 1978 yılında dedemi kaybettim. Kırk iki yaşındayım ve bu, on dört bin altı yüz gün eder. Salı günü dünyaya gelmişim; 1 Eylül 1970.

Tek çare Allah'ın ipine sımsıkı tutunmak
Şiirlerinizle ilgili bir soru daha sormak istiyorum: Üzülmek Yasak başlıklı şiirinizde geçen "Irmağın dışında yüzen balıklar / Tutunsun diye konulmuş adın" dizeleri ne anlama geliyor?

Bu iki dizenin ilham kaynakları hadis ve ayettir. Peygamber Efendimiz, "Dünya, müminin zindanıdır" buyurmuşlar. Dolayısıyla, hepimiz, "Irmağın dışında yüzen balıklar" gibi, ait olmamız gereken yerde değiliz. Tek çaremiz ise "Allah'ın ipine sımsıkı tutunmak"tır.

Son olarak, dergicilik serüveninizi konuşalım. Geçmişte Kırklar dergisini çıkarıyordunuz. Bugün ise İtibar dergisinin genel yayın yönetmenliğini yapıyorsunuz. Dergicilikteki ısrarınız niye?

Dergi, derdi olan kimselerin uğraşıdır. Derdimiz var ki, dergi çıkarıyoruz. Beş yıl boyunca Hüseyin Akın'la beraber çıkardığımız Kırklar dergisini, en iyi döneminde kapatmıştık. Dergimizi kapatma gerekçemiz ortadan kalkınca da, İtibar dergisiyle yolumuza devam etme kararı aldık. Aylık olarak yayınlanan İtibar, meziyet ile şahsiyeti bir bütün olarak görüyor, nitelikli edebiyatı önceliyor. Derginin mutfağında Abdullah Harmancı'dan Ahmet Murat'a, Furkan Çalışkan'dan Hüseyin Akın'a kadar çok sayıda kıymetli isim var. Alpay Doğan Yıldız, Berat Demirci, Cevdet Karal, Fatma Barbarosoğlu, Haşmet Babaoğlu, Haydar Ergülen, Hüseyin Atlansoy, Hüsrev Hatemi, Muhsin Macit, Osman Konuk, Süleyman Çobanoğlu, Turan Koç gibi birçok isim, yazı ve şiirleriyle dergimize katkı sağlıyor. Şunu da ilave edelim: İtibar, bir kadro dergisidir.

12 yıl önce