|

Şiir, zannedilenin aksine sanatların en zor olanı

Yaklaşık yirmi beş yıldır şiir üzerine yazan, şiirin en yakın takipçisi olan Turan Karataş, bu uğraşın ürünü olan yazılarının bir kısmını Şiirin Ardında ismiyle kitaplaştırdı

Hale Kaplan Öz
00:00 - 8/12/2010 Çarşamba
Güncelleme: 21:20 - 6/12/2010 Pazartesi
Yeni Şafak
Şiir, zannedilenin aksine sanatların en zor olanı
Şiir, zannedilenin aksine sanatların en zor olanı

Turan Karataş, yirmibeş yıldır şiir üzerine yazıyor. Yeni kitabı Şiirin Ardında da adından anlaşılacağı üzre Karataş'ın şiir üzerine yaptığı değerlendirmelerden oluşuyor. Üç bölümden mürekkep kitaptaki yazılar “Meseleler”, “Şairler ve Kitaplar“ ve “Temalar” başlıkları altında toplanmış. “Şiirde vicdan”, “Sezai Karakoç'un şiiri ne söyler?”, “Herkesin bir Nazım'ı var” “Neden şiir okuyoruz?”,” Yunus Emre'de ölüm ve kabir manzaraları” kitapta dikkati çeken başlıklar arasında.

Şiire dair yazdıklarınızı toplayan üçüncü kitabınız Şiirin Ardında. Âdettendir; isterseniz önce kitabın adından başlayalım mı?

Meramını hemen ele veren dümdüz bir isim “şiirin ardında”. On dört on beş yaşından beri şiir okuyorum.Yaklaşık yirmi beş yıldır da şiir üzerine yazmaya çalışıyorum; bir diğer ifadeyle şiiri takip ediyorum. Geçmişten gelenlerle birlikte günbegün ortaya konan yeni şiiri izliyorum. Şiirin ardında bir uğraş. Bu uğraşın ürünü olan yazılarımın bir kısmını toplayan bir kitap olduğu için Şiirin Ardında adını verdik. Bir de, malûm önce şiir ortaya konuyor, sonra biz ona dair yazıyoruz. İkincil bir eylem bizimkisi; şiirin ardılı olan bir uğraşın ürünü olan yazılar. Ayrıca, kitapta şiir üstüne yazılan kitaplara dair yazılar da var. Bu da yine şiirin peşinden gittiğimizi gösteriyor.

Kitabın ilk yazısı “Neden şiir okuyoruz?” Bu metni okuduğumda aklıma ister istemez “şiir neden yazılır?” sorusu geldi. Bu soruya cevabınız ne olurdu?

Bu soruya, şiir yazanlarca şimdiye kadar birbirinden farklı birçok cevap verildi. Dahası bu hususta kitaplar yazıldı, verilen cevapları içeren kitaplar tertip edildi. Bu cevapların her biri kendi içinde anlamlı, tutarlı, saygıdeğerdir kuşkusuz. Şiir yazan biri olsaydım vereceğim karşılığın daha bir değeri olurdu. Şiir okuru olarak söyleyeceklerim tahminidir. Dinlediklerimden, okuduklarımdan mülhemdir. Bu nedenle de doğruya isabet oranı ne kadar olur, bilemem. “Şiir neden yazılır?” Çok genel bir ifadeyle, şairin insana, eşyaya, topluma, doğaya dair yeni bir sözü vardır; bunu ifade etmenin en etkili yolu olarak da şiiri görür. Başkaca, geleneksel ilgiler, toplum olarak tevarüs ettiğimiz alışkanlıklar şiire yöneltebilir. Metafizik, mistik bir bakışla söylersek, şiir kimi insanlara bağışlanmış bir Tanrı armağanıdır, gerektiği zaman kendisini yazdırır.

Şairin putlaştırılması meselesi, kitapta dikkati çeken bir diğer husus. Bahse mevzu yazıdan anlaşılan o ki genç şairlerin hayranı oldukları şairleri taklit etmeleri, kendi üsluplarını ve yaratıcılıklarını gölgeliyor. Bu durumun Türk şiirindeki tarihi seyrini ve temel sebeplerini sormak istiyorum.

Her aşırılık bir noksanlığın tezahürüdür; ya da şöyle diyelim her aşırılık bir kusuru da beraberinde taşır/ getirir. Genç şair, uğraşını tabii bir seyir içinde sürdürebilse, geçilmesini gereken yolu salimen katedebilse, aslında bir sorun çıkmaz. Ama, dediğim gibi, bazı zayıf yetenekler, sevdiklerine/ beğendiklerine haddinden fazla bir değer yüklüyorlar. Bu durum her iki tarafa da zarar veriyor aslında. Hem “putlaştırdığı” şahsı yalnızlaştırıyor, başkalarının ön yargılarına hedef kılıyor; hem de kendi ürünlerini o “put”un gölgesinden kurtaramıyor. Klasik Türk şiirindeki “nazirecilik” geleneği, bir yönüyle belki şahsın değil eserin mutlaklaştırılması anlamında, yaratıcılığı gölgeleyen bir tutum olmuştur. Yeni dönemlerde, sorunuza karşılık olacak daha çarpıcı örnekler görülür. Meselâ, 19. asrın sonunda Servet-i Fünun dergisi etrafında toplanan şairler (Cenab Şahabeddin dışındakiler), Tevfik Fikret'i aşırı yücelttikleri için onun gölgesinden kurtulamamışlardır. Yahya Kemal'in çevresindeki hayranları için de durum aynıdır; Fuad Bayramoğlu'nun rubailerini bugün bilen/ okuyan kaç kişi vardır. 1940'larda ve sonraki yıllarda putlaştırdıkları Nâzım Hikmet'in “paltosu”ndan çıkan onlarca şairin esamesi unutulmuştur. Aynı şeyi, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Cemal Süreya, İsmet Özel bağlamında da söyleyebiliriz. Son yirmi yıldır, bilhassa “İslâmî kesim”de yazılan şiire bir göz atın, İsmet Özel çöplüğü gibidir.

Şiiri çok seviyor olmamıza rağmen ona hak ettiği değeri veremiyor oluşumuza gelelim… Ülkemizde okurundan çok yazarı var şiirin. Kötü şiirin piyasasının genişliği de üzerinde durduğunuz konulardan. Bu, şiirin kaderi mi?

Evet. Yani her devirde bu böyle olmuş hemen hemen. Çok söylenmiş/ yazılmış/ yayımlanmış ama az okunmuştur şiir. Daha doğrusu iyi şiir ve ciddi okur her dönemde az sayıda olmuştur. Bu sadece şiirin değil, diğer güzel sanatların da yaşadığı bir durumdur. Ama “üretilmesi” en kolay olanı şiir zannedildiği için, en çok mağduriyeti de o yaşamaktadır. Şiir, zannedildiğinin aksine, sanatların en zor olanıdır. Güzelbeğeninin kabulünü alacak ve sonraki kuşaklara sesini ulaştıracak bir şiir ortaya koymak, sanıldığı gibi kolay bir “iş” değildir. Bizdeki yanlışlık, daha ilkokuldan başlayarak, şiiri doğru tanıtamamak/ anlatamamaktır. Şiir ile şiire benzeyen metinleri bilhassa “manzumeler”i birbirinden ayıramamak. Toptancılık, tembellik ve kolaycılık. Hâlbuki şiiri ve ona benzeyen yazıları, önceki örneklerinden yola çıkarak iyi anlatabilsek/ öğretebilsek çocuklara, karmaşa, değerbilmezlik bu dereceye varmaz. Biz toplum olarak, birçok durumda “mış gibi” yaparız ya. Şiiri çok seviyor, ona değer veriyor oluşumuz da böyle. Sever“miş gibi”, değer verir”miş gibi” bir görüntü var ortada. Halbuki beğeniye, bilgiye ve bilince dayanan bir sevgi ve değer değil bu. Birçok konuda olduğu gibi, maalesef sanata bakışımızda da bağnazlıklarımız, ideolojik taassubumuz, menfaatlerimiz ön ölçüt olarak önümüzü kesiyor. Kötü bile olsa, “bizim oğlan”ın ürünü olduğu için, sesimizi çıkartmıyoruz çoğumuz.

Kitabınızda da, bu söylediklerinize benzer tespitler var. Söz gelimi, şiir, sizin söyleyişinizle “sınırları belirsiz, gözenekleri zengin, ilişkileri karmaşık, avam deyişiyle teraziye konmaz, ele avuca gelmez; hale ve zamana göre kıymeti ve/ veya ortama göre etkisi, algılaması değişebilen; az ya da çok okurun beğenisiyle, ruhuyla beslenen bir olgu”. Bu tanımlama göz korkutuyor. Bu edebi tür üzerine yazmak, en zor yazın alanı diyebilir miyiz?

Elbette. Aslında, hakkıyla yapabilirseniz eleştirmenlik saygın bir uğraştır. Ne var, çoklarınca değeri bilinmeyen, her an taarruza maruz kalan bir uğraş aynı zamanda. Şiir üzerine yazı yazmak, diğer türler üzerine yazmaktan daha zor. Şiirin göreceliliği, soyutluğu diğer türlerden daha önde çünkü. Genel geçer kurallar, ölçütler yok şiirde. Bu yüzden, eleştirmenin sezgisine, bilgisine güvenmesi gerekir. Yanılgıya da hazırlıklı olması beklenir eleştirmenden. Eğer iyi niyetli olursa eleştiri, kusurları bağışlanabilir.

Şairlerin ilk kitaplarını çok önemsiyorum

Yirmi beş yıldır şiir üzerine yazılar yazan titiz bir eleştirmen olduğunuzu biliyoruz. Peki, Turan Karataş'ın bir şair ve onun şiiri üzerine düşünmesini/ yazmasını tetikleyen temel ölçütler nelerdir?

İyi görüşünüze teşekkür ederim. “Titiz olmaya” gayret ediyorum elimden geldiğince. İnsaflı, vicdanlı, ahlaklı, hakkaniyetli, değerbilir olmak, benim için çok önem arz ediyor. İyiye iyi, kötüye kötü demek o kadar zor ki, yaşadığımız ilişkiler ağı içinde. Bunu güzel söyleyemezseniz, her şeyi kırıp dökmüş oluyorsunuz. Şimdi sorunuzun yanıtına geleyim. Bir kitap üzerine yazmam için belli ölçütlerim yok, belki önceliklerim var. İlk kitapları önemsiyorum örneğin. Yerli ve tutarlı bir duruşu olan şairleri önceliyorum. Ne yalan söyleyeyim, dünya görüşüme, duyarlığıma yakın olanlara daha bir yakın duruyorum. Başka görüşlerin, ideolojilerin bilerek görmezden geldiği isimlere eğiliyorum. Züppelikten nefret ediyorum, haddini bilmezlerden uzak duruyorum.

Kitabınızda, akademik çalışmalarınızın ürünü olan yazılar da var. Bir araştırma, inceleme sonucu ortaya çıkan yazılar. Bunları kitaba alırken neyi hedeflediniz?

Önce şunu söyleyeyim, bahsettiğiniz yazılar kitaba alınırken kısaltıldı. Meselâ, “Şiir üstüne yazanlara ve yazılanlara dair” başlıklı yazı, “Türkçe şiir kaynakçası” isimli yüz sayfaya yakın bir araştırmanın kısaltılmış şeklidir. Bu tür yazılar gençlere, araştırmacılara kılavuz olacak metinlerdir. İlk yayımlandıkları dergilerde ya da sempozyum bildirileri kitabında bunlara ulaşmak kolay değil. Unutulmasın, ilgililerin elinin altında olsun, tabii daha çok insana ulaşsın diye bu kitaba alındı. Şurası da var, aynı genel konu etrafındaki yazıların bir kitapta toplanmış olması güzel bir şey, hem yazar hem okur açısından.

Kitabın dışına çıkarak bir soru sormak istiyorum Bir edebiyatçı/ şiir eleştirmeni olarak şiir etkinliklerinin (günler, geceler ve haftalar) şiire katkı sunduğunu düşünüyor musunuz? Bu alanda yapılacak hangi çalışmalar gerekli katkıyı sağlar?

Bir zamanlar düşünüyordum, bütün iyi niyetimle ve saflığımla. Bu tür etkinliklerin şiiri geniş kitlelere duyurması bakımından bir yararı olur inancındaydım. Sonra, giderek insanın birçok iyi şeyi çabucak kirlettiğini gördüm. İyi niyetin, insanın açgözlülüğü ve kendini bilmezliği karşısında çaresizliğine şahit oldum. Son yıllarda, bu tür etkinliklerin çoğunun adeta belli “kadrolu müteşairler”ce icra edildiğini görünce ümidin hepten tükendi. Bu türden faaliyetler, ne kadar horgörüyle bakarsak bakalım, akademik çevrelerde yapılırsa, çağrılı şairler, iyi okurun takdirini kazanmış, sağ sol fark etmez, lafazanlığa, artistliğe değil edebî kıymete değer veren isimlerden seçilirse, belki bir hizmeti olur şiire. Gençleri iyi şiire yönlendirmek bakımından.


Şiirin Ardında

Turan Karataş

Sütun Yayınları

264 sayfa

13 yıl önce