|

Şiirde trajedinin ustası

Akif Kurtuluş keder ustasıdır. Hayatın mülkiyeti de keder değil mi; gerçeğin kederi... Uzanamadığımız ama istediğimiz yasakmeyve. Tam bu noktada insan trajedisi başlıyor. Kurtuluş, şiirde trajedinin de ustası

Cafer Keklikçi
00:00 - 10/02/2010 Çarşamba
Güncelleme: 23:32 - 9/02/2010 Salı
Yeni Şafak
Şiirde trajedinin ustası
Şiirde trajedinin ustası

Şiirin doğasıyla doğanın doğası arasında farklı benzerlikler var. Birincisi, yaratımı insan elinden çıkmış, gerçeğin tekrar meydana getirilmesiyken, ikincisi ise gerçeğin ilk halidir. Gerçeğin ilk hali insanı kederlendirir. Kederle sevinç aynı anda verilebilir şiirde. Doğada ise her şey tamı tamına ve yerli yerindedir. Aklın tahakkümüyle insanoğlu doğanın doğallığına müdahale ederek yeni bir 'doğallık' meydana getirmeye çalışıyor. Bu 'saldırı' aslında tarihin bütün dönemlerinde denenmiştir. Yalnız bu denemede bir noktanın hep oyuk kaldığı görülür; sevinç ya da keder. İkisi de şiirin toprağını hafiften kaldırır, havalandırır; ironi dediğimiz baraj ise daha diplerdedir. Acı anidir; refleks gösterilir. Kederde ise yavaşlık söz konusudur. Acı, şiirde sert ve gür bir 'görünüm'le görüntülenebilirken kederde ise yayvan ve yumuşak dahası genişleyerek yayılma hâkimdir. Türk şiirinde keder öteden beri hep işlene gelmiştir. Ama her şairin keder duygusundan baktığı pencere, açtığı açı farklıdır. Sevinç de öyle. Her şairde farklı katmanda yer alır. Türk şiirinde keder ve sevinç meselesini şunun için açtım; Seksen Kuşağı şairlerinden Akif Kurtuluş'un şiirinin iki ana damarı mevcut; keder ve sevinç. Elimizde, Kurtuluş'un Herkes Gitmiş isimli toplu şiir kitabı var.

Akif Kurtuluş ilk şiirini 1980 yılında Türkiye Yazıları dergisinde yayımlamış. Daha sonra Yarın, Edebiyat Dostları ve Edebiyat Eleştiri gibi dergilerde 'göründü'. Akif Kurtuluş şiirinin en önemli özelliği; imgeye yaslı modern bir söyleyiş barındırmasıdır. Bu yönüyle İkinci Yeni Akımı şiirine benziyor. Türk şiirinde imgeyi şiirin temel taşlarından biri yapan hiç kuşkusuz İkinci Yeni Akımı'dır. İmge, İkinci Yeni'yle farklı bir boyut kazanmıştır. Genel anlamda modern şiir imgeye dayalı bir şiirdir. Dolayısıyla günümüz Çağdaş Türk Şiiri'nin kalkış noktası da imgedir. Ancak bugün, imgenin kullanım farklılığıyla başka bir katman kazandığını da görmekteyiz. Kurtuluş'un ilk şiirleri yalın, lirik ve duru bir yapıda. Konu ve atmosfer bakımından taşra havası taşımaktadır. Şiirde köy, kasaba ve taşra kentlerinin doğal lirizmi hâkim. Dingin bir söyleyişi var. Taşra deyince genelde bunalım, aydın yalnızlığı anlaşılır fakat Kurtuluş'un şiirinde taşra, duru bir nehir enginliğinde akıp gidiyor. Şairin derdi elbette taşra değil; insana ait saf (katkısız) duygulanımlar (duyuş) 'gözlem'liyoruz; “kasabalar da ağlar, avuçlarına alıp ateşböceklerini / kızlar entarilerini yayarlar taşlık söyleşilerine / birbirleriyle dans ederler düğünlerinde, öyle yalnız / esintimi gömerim toz toprak okul yollarına, yüreğimi / ateşböcekleriyle değişir yüreğim, şarkılar başlatır” dizelerinde olduğu gibi.

Kurtuluş'un sonraki şiirlerinde, özellikle Kırgınlıklar Galası'ında, sistemle zorlu bir hesaplaşma var. Sanatçının (şairin) bir görevi de; içinde yaşadığı halkı, halka karşı gelmek pahasına bile olsa, 'halka rağmen halkı savunmak'. Bu, bir bakıma 'yaratım'ın da gereğidir. Şair hâlihazırdaki düzene kendinden yeni bir şey sunarken düzenin isteklerini reddeder. Bu ret, şiirin özgürlüğü için gereklidir. Her şeye sıfırdan başlar ve oradan bakar şair. Halka rağmen halkı savunmak bir tarafıyla geleneğe bağlanmayı sağlarken diğer yandan yepyeni bir görüş farkı meydana getirir. Kurtuluş, böyle bir şair. Şu dizeler bu söylediklerimin kanıtı; “halkın imlası taşarsa coğrafyadan / geçer onlar iki yağmur damlasının arasından / göstererek devlete bütün zarafetini”, “korkmam yakamdaki akrebi ürkütmekten” ve “şart mıdır bir çocuğu sevmek için yetim bırakmak”.

Akif Kurtuluş şiirinin temel özelliklerinden biri de ironi. Sanırım Seksen Kuşağı'nın ironiyi alaya yakın (çok açık) bir şekilde kullanan iki şairinden biri Kurtuluş'tur. Diğeri ise Osman Konuk. Bu anlamda, Osman Konuk şiirine uzak akrabalığı var Kurtuluş şiirinin. Osman Konuk, şiirinde güncel özel isimlere yer verirken, Kurtuluş özel isimlere yer vermiyor. Buradan hareketle; Konuk şiirinin güncelliğiyle Kurtuluş şiirinin güncelliği; aralarındaki ironi farkını doğuruyor diyebiliriz. Kurtuluş, ironiyi kurumlar üzerinden yapmıyor; kurumların bağlı olduğu 'sistem' üzerinden yapıyor. Bu bence çok önemli bir ayrıntı. Çünkü kurumlar yıkılabilir ama insana ait durumlar (sistem) muhkemdir. Örneğin; “depresyonum / sana armağan olsun doktorum”, “kendim bile inanmıyorum söylediklerime / olsun / / daha fiyakalıdır silah sesinden / kirpiklerini birbirine vururken çıkardığın gürültü” dizelerinde görüldüğü gibi.

Kurtuluş şiirinde keder, uzak zamana yayılmış birtakım 'ünlem'ler gibi. Kaybedişten kaynaklanmıyor; hatırlayıştan meydana geliyor; yaşamın bıraktığı bazı izlerin derinliğinden. Kederle sevinç atbaşı gidiyor şiirlerinde. Bazen keder yüzeyde; dipte ise bir sevinç halkası var. Bazen de tersi doğrultuda; “Herşeyi unutabilseydim / Ağaç benimle besleseydi kökünü / / Herkes / Git!”

Haydar Ergülen'in söylediği gibi, Akif Kurtuluş keder ustasıdır. Hayatın mülkiyeti de keder değil mi; gerçeğin kederi… Uzanamadığımız ama istediğimiz yasakmeyve. Tam bu noktada insan trajedisi başlıyor. Öyleyse, Ergülen'in söylediğine ekleyelim; Kurtuluş şiirde trajedinin de ustası.



14 yıl önce