|

Tarih bilinci ve medeniyet vurgusu ile kültür devrimi

Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da yaşanan isyan hareketlerinin, sosyo-ekonomik etkileri kadar kültürel etkileri de önemli. arap devriminin Kültür, düşünce ve çağdaş edebiyata yansımaları ne zaman ve ne yönde olacak?

Harun Karaburç
00:00 - 11/05/2011 Çarşamba
Güncelleme: 22:32 - 10/05/2011 Salı
Yeni Şafak
Tarih bilinci ve medeniyet vurgusu ile kültür devr
Tarih bilinci ve medeniyet vurgusu ile kültür devr

Tunus ve Mısır'da devrim ile sonuçlanan ardından Cezayir, Fas, Kuveyt, Libya, Yemen ve Suriye başta olmak üzere bütün Orta Doğu ve Kuzey Afrika'ya yayılan isyan hareketlerinin ileride bu ülkelerin ekonomik ve sosyal hayatını nasıl etkileyeceğine dair meraklar hala sürüyor.

Basında 'Domino Etkisi' diye tabir edilen ve temelinde yolsuzluk, adaletsizlik, işsizlik gibi sorunlar yatan bu haykırışlar binlerce insanın özgürlük ve demokrasi için verdiği büyük mücadeleyi resmediyordu. Pankartlar açılıyor, her türlü yolsuzluğa ve adaletsizliğe geçit veren liderlerin gitmesi isteniyordu. Nitekim Arap toplumları bozuk düzene ve onun bekçilerine karşı güçsüz olmadıklarını kanıtladı. Peki, henüz olaylar durulmamışken bugünden sonrası için bu toplumların yüzleşmeleri gereken gerçekler neler olacak? Arap düşünce, kültür ve çağdaş edebiyatı yaşanan gelişmelerden nasibini ne ölçüde alacak? “Bugünden sonra Arap düşünce, kültür ve edebiyat hayatının nasıl şekilleneceği” sorusunu yönelttiğimiz isimler, Arap dünyasında yaşanması umulan ve öngörülen gelişmeleri bakın nasıl değerlendirdi.

Olanlar zihnimizi kışkırtıyor

Turan Koç: Başta Mısır olmak üzere, birçok Arap ülkesinde son zamanlarda patlak veren ayaklanmaların çok daha gerilere giden dinamikleri olduğunu düşünüyorum. Bu dinamikleri salt demokratik hak ve özgürlükler talebi ile izah etmek konuyu basite indirgemek olur. Olayların gelişmesinde dış güçlerin çok büyük etkisi olduğu da doğrudur. Bu ülkelerde yönetimi elinde bulunduran güçlerin, insanlıkla bağdaşmayan uygulamalar içinde olmasının da bu olayların ortaya çıkmasında elbette çok büyük payı vardır. Bunların mutlaka göz önünde bulundurulması gerekmekle birlikte, problemin kaynağına inmek için çok daha gerilere gitmek gerekiyor. Zira burada temas ettiğimiz ve medyanın da ağırlıklı olarak üzerinde durduğu salt bu konulardan hareket edildiğinde, bu çalkantının dipten, derinlerden gelen asıl sebeplerini gözden kaçırabiliriz.

Ortadoğu ülkelerinde bu duruma nasıl gelindiğini anlamak için konuya, her şeyden önce, bu ülke insanlarının içinde yoğrulduğu medeniyet algısı ve varlık tasavvurunu göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Onların varlık tasavvuru ve hayat algısı, çok iyi bilindiği gibi, İslam medeniyetinin varlık tasavvuruna yaslanır. Bu ülkelerde halka dayatılan hayat anlayışı ile medeniyetimizin büyük ölçüde işlevsizleştirilmiş kurumları ve bu kurumların insana açılan kapıları arasında bir kopukluk yaşanmaktadır. Ortadoğuda insanlar fiilen bir medeniyet kırılması ve tarih bilincinde meydana gelmiş burkulma sürecini yaşıyorlar. Onların bugün niçin ayrı ülkeler halinde yaşadıkları bu tarih bilinci açısından bakıldığında daha açık ve acı bir şekilde algılandığını düşünüyorum. Olayların, özellikle Cuma namazı çıkışlarından sonra başlatılmasını işaret etmek istediğim duyarlılığın bir göstergesi olarak değerlendirmek mümkündür. Dahası, Kahire'deki Tahrir meydanından yükselen 'kâhir ekseriyetin' taleplerinin bütün bu ülkelerin halkları tarafından ilgi ve alkışlarla izlenmesi de bunu doğrulamaktadır. Ve hatta, bu ülkelerdeki aktivistlerin zaman zaman Türkiye üzerinden geliştirdikleri umutlarını da medeniyetimizin Osmanlı açılımına bir gönderme olarak okumak mümkündür, diye düşünüyorum. Olup bitenler zihnimizi iyice kışkırtıyor hani.

Bu noktada şunu söyleyebilirim: Başta Mısır olmak üzere, ayaklanma olaylarının patlak verdiği tüm ülkelerde, işlerin büyük ölçüde sultayı elinde bulunduranların pratik direktifleri doğrultusunda yürüdüğü; köklü, kapsamlı, kısaca kurumsal düzeyde bir tarih ve medeniyet yabancılaşmasının gerçekleşmediği izlenimi var bende. Dolayısıyla, yönetimin başında bulunan mevcut liderler oradan uzaklaştırıldığında, tarih bilincinin biraz daha canlılık kazanacağı, medeniyet duyarlılığının biraz daha vurgulanacağı şeklinde bir beklenti içindeyim. Dışarıdan yapılacak müdahalelere rağmen bu böyle olacak diye düşünüyorum.

Huzursuzluğun dışavurumu

Asım Öz : Arap dünyasındaki toplumsal kalkışmanın, ayaklanmaların isyanların tam anlamıyla devrim olarak anılabilmesi mümkün değil. Neyin ne olduğu aradan geçen zamana karşın henüz belirginlik kazanmış değil. Nereye evrileceği belirsiz olan hareketlerin yeni bir kuruculuk işlevi göreceği de bir o kadar kesin. Kimileri için İslamcılığın yeniden farklı bir biçimde ortaya çıkışı kimileri açısından liberal hegemonyanın belirginlik kazandığı süreçler olarak okunan isyanların Arap dünyasında susturulmuş derin bir huzursuzluğun dışavurumu olarak okunması mümkün. Ülkelerdeki politik ve toplumsal bozukluklardan ülkede hüküm süren yolsuzlukları, sosyal adaletsizliği gündeme taşıyan reformsu devrimler mutlak bir başarı elde edememiş olsa bile daha iyi günlere ilişkin umutlu olmanın mümkün olduğunu ve mağduriyet ideolojisine boyun eğilmeyebileceğini ortaya koydu.

Kuşkusuz toplumların siyaseten seferber olmasının karşılığı gerek düşünce dünyasında gerekse kültürel alanın başka noktalarında karşılık bulacaktır. 1967 savaşı sonrasında özgüvenini iyiden iyiye yitiren toplumlar için bir çıkış yolu olmasını umut etmek istiyorum. Düşünsel olarak nasıl bir yansıması olacağını görmenin en iyi yolu Raşid Gannuşi'nin doksan sonrası değişimini özellikle de son kitaplarında yer alan yaklaşımlarına bakmak olacaktır. Başka yerlerde olduğu gibi katı gelenekçilik ile ucu açık, merkezsiz eklektik modern yaklaşımların ötesinde bir düşünce seyri şu an için ortada yok gibi. Bu çerçevede niteliğe odaklanman Malik Bin Nebi kaynaklı düşünsel oluşumların hem liberal/tevilci hem de çılgın/tekfirci yaklaşımlar karşısında öne çıkmasını bekliyorum.

Kültürel alanda baskın olanın hemen bütün dünyada olduğu gibi bu ülkelerde de popülerliğin ayartıcılığı üzerinden kurulduğunu ilk elde belirtmek gerekir. Bu popülerliğin serbestlik ortamında biraz da çoğullaşarak kanıksanacağını beklemek kehanet olmasa gerek. Türk dizileri üzerinden yapılan ve sadece bu diziler üzerinden yapılan değerlendirmeler bile bunu anlamak için bir başlangıç olabilir. Bu noktada Azzam Temimi yahut Fehmi Hüveydi'nin yapmış oldukları yorumların doğru olmakla birlikte sadece Türk dizilerine odaklanmalarının eksikliğini de belirtmek isterim. Edebiyat dünyasını ise Mısır üzerinden okumak daha anlamlı geleceğe ilişkin beklentilerin ortaya konması ve olası etkilerinin daha büyük olmasından dolayı. Necip Mahfuz'un özellikle realist olarak nitelendirilen dönemindeki yapıtlarının, Midak Sokağı ve Kahire Üçlemesinin (Saray Gezisi, Şevk Sarayı ve Şeker Sokağı) Arap dünyasının kalbi niteliğindeki Mısır'daki değişim ve dönüşüm süreçlerini yansıttığını ve bu yönde eserlerin de kaleme alındığını hatırlamak gerekiyor. Arap dünyasındaki reformsu devrimlerin kültürel alana yansıyıp yansımayacağı konusunu konuşurken. Mahfuz'un anlattığı Kahire'nin orta sınıflardan farklı ve ona karşı Mısır Topraklarında Savaş romanında Nil'in sıradan insanlarına odaklanan Yusuf el Kaid çizgisinin romanda daha da öne çıkacağını beklemek pek yanlış olmaz sanırım. Doksanlı yıllar Mısır'ının sosyal ve politik bozukluklarını yansıtan bir ayna olarak Yakupyan Apartmanı'nın gördüğü ilgiyi bu noktada anabiliriz. Tabii bu yazarların düşünsel yönelimlerinin toplumsalın temsilini özellikle İslamcıları ne kadar nesnel anlattıkları da ayrıca üzerinde durulması gereken bir konu. Yaşananların sadece tanınan ve tecrübeli yazarları değil, edebiyat dünyasına yeni katılan genç yeteneklerin de gündeminde olacağını düşünüyorum. Öte yandan Arap dünyasında yaşanan gelişmeleri 1848 devrimleri üzerinden okumayı deneyen Tarık Ali'den de bu gelişmelerin farklı yönlerini, değişen değerleri olağanüstü bir gerçeklikle anlatan tarihsel ve düşünsel arkaplanı olan bir roman okumayı isterim doğrusu.

Onlar için konuşma vakti

Mustafa Miyasoğlu: Arap dünyasında yaşanan olayların, Mısır'da yaşanan devrimin Arap düşünce, edebiyat ve kültür hayatına ileride nasıl yansıyacağı konusu, gerçekten de çok can alıcı bir kültür meselesidir. 20. yüzyıl boyunca Araplar maalesef pek çok İslam toplumu önce fiilen, sonra da fikren sömürge ülkesi şartlarında yaşadılar. Nobel ödülü kazanan Mısırlı Necip Mahfuz bile yeterince benimsenmiş ve geniş kitleler tarafından okunmuş bir yazar değildir. İslâm Kardeşleri örgütünün eğitim ve kültür faaliyetleri ise sınırlı da olsa aydın çevrelerde etkili oldu. Seyyid Kutup bile edebi eserleriyle değil dini kitaplarıyla tanındı. Bunun sebeplerinden en önemlisi, Arap dünyasındaki sosyal hareketlerin bizdeki gibi edebi destekli olmayışıdır. Bizdeki Âkif, Nâzım ve Necip Fazıl gibi şahsiyetlerin kitleler üzerindeki etkisinin orada pek de görülebilecek bir hürriyet atmosferine sahip olmadıkları biliniyor. Bundan sonra El Cezire gibi Libyalı şarkıcı grubunun cesur öncülüğüne benzer çıkışlar gerekir ki, Arap düşünce, edebiyat ve kültür hayatına yaşananların yansıması görülsün. Toplumun özgürlük taleplerini dile getiren sanatçıların ortaya çıkmasıyla 200 milyonluk bir dünyada yaşandığı görülen devrimin toplum adına sözcülüğü görülür ve içeriden ifadesi mümkün olur. Bunlar olmadığı zaman, Afganistan'da, Bosna'da, Çeçenistan'da, Irak'ta ve Filistin'de yaşananlar nasıl kültür hayatına yeterince yansımadıysa bunlar da yansımaz ve devrim belki de tam anlamıyla gerçekleşemez. Çünkü devrimin sanat ve edebiyat alanında sözcüleri ve toplumda yaşananların tanıkları olmazsa devrim de gelip geçici bir hükümet değişikliğinden öteye bir anlam ifade etmez. Biz Arap dostlarımızın düşünce hayatını hep izledik, izleyeceğiz. Onların kendileri için hayırlı gelişmeleri sanat, edebiyat ve kültür hayatına yansıtacaklarını umuyoruz. Yıllarca önce El Cezire'nin başlattığı cesur iletişim çabasının sanat ve edebiyat hayatına da yansımasını bekliyoruz. Araplar arasında -bugüne kadar- bazı Filistinli şairler dışında sosyal talepleri eserlerine yeterince yansıtmış sanatçı az, belki de var, ama bize ve dünyaya seslerini duyuramadılar. Şimdi onlar için konuşma zamanı...

Gelecekte yeni Necib Mahfuzlar olacaktır

Burhan Sönmez: Edebiyat ve kültür, dinamiktir ve gelenek ile gelecek arasındaki ilişkide yol alır. Bugün yakınımızdaki coğrafyada yaşanan altüst oluşlar nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, ister birer devrim ister dünya egemenlerinin kısırlaştırdığı bir sınırda kalsın, uzun vadede kalıcı etkileri olacaktır. 1848 devrimi, 68 hareketi türü toplumsal patlama noktaları, çok somut kazanımlar elde edilmeden yenilen veya sönümlenen tarihi eşiklerdi. Ama bir hareketin anlık başarısızlığı, ondan geriye hiçbir şey kalmayacağı anlamına gelmez. Bu çerçeve daha çok siyasetin ve sosyolojinin uzun vadeli perspektifine tekabül eder.

Edebiyat açısından ise daha somut ve kısa zamanda görülebilir yansımaları olacaktır bunun. Rusya'da yenilgiyle sonuçlanmış Dekabrist kalkışmanın Tolstoy ve hatta A. Dumas üzerindeki etkisi kadar uzağa veya 11 Eylül olaylarının başta sinema ve edebiyat olmak üzere bugün sanata yansıması kadar yakına bakmaya gerek yok. Edebiyat bireyleri ele alır, ama onları, etraflarındaki dünyanın aynasından geçirerek yapar bunu. Buradaki asıl soru, toplumsal olgu ve olayların, gelecekte edebiyatın içinde yer bulup bulmayacağı değildir. Asıl mesele, bu toplumsal çalkantının, “edebiyatın kendisini” nasıl değiştireceğidir. Burada iş biraz da Arap dünyasındaki yazarların yaratıcılıklarına ve yeteneklerine bağlıdır. Gelecekte yeni Necib Mahfuzlar ve yeni Mahmut Dervişler olacaktır, en azından bunun imkân ve potansiyeli vardır. İmkân ise, mutlaklık anlamına gelmez, ama kapının açık olduğunu gösterir, her zaman ve her yerde olduğu gibi.

13 yıl önce