|

Tasavvuf dünyasında bir kadın yazar

Son Osmanlı hanımefendilerinden Münevver Ayaşlı'nın Ramazan aylarında yazdığı köşe yazıları derlenerek Edep Ya Hu adıyla Timaş Yayınları tarafından okuyucuya ulaştırıldı. Kitap tasavvuf dünyasına doğru okuyucuyu yolculuğa çıkarıyor.

Kadriye Kaymaz
00:00 - 16/04/2014 الأربعاء
Güncelleme: 14:24 - 16/04/2014 الأربعاء
Yeni Şafak
Tasavvuf  dünyasında bir kadın yazar
Tasavvuf dünyasında bir kadın yazar

Beşir Ayvazoğlu, 'Dev bir imparatorluğun çöküşüne, bir kültürün, bir hayat tarzının, bir estetiğin, bir terbiyenin yok oluşuna ve küllerden yeni bir devletin, dünya görüşünün, zihniyetin ve estetiğin doğuşuna her anını yaşayarak şahit olmuştu ve yazacak çok şeyi vardı, fakat çok azını yazabildi' diyordu Münevver Ayaşlı için. Hakikaten, Ayaşlı'nın bir asra yaklaşan ömrünün (1906-1999) bakiyesi kitapları ve gazete-dergi yazılarına bakıldığında, hem yaşadığı dönemin ağırlığı hem de kişisel tarihinin kesafeti açıkça görülür.

Bir yandan çocukluğundan itibaren aldığı iyi eğitim ve edindiği kültür, daha sonra sefir eşinin görevi sebebiyle girdiği yüksek çevreler, diğer yandan müdavimi olduğu sanat ve edebiyat muhitleri, Ayaşlı'nın 93 yıllık ömrüne çok yönlü ve yaşayan bir tarih kimliği armağan eder.

GENÇ YAŞTA YALNIZLIK

Hacı Bektaş-ı Veli'nin halifesi Bünyamin-i Ayaşî'nin soyundan gelen, kendisinden yaşça epeyce büyük olan Büyükelçi Nusret Ayaşlı ile henüz 24 yaşındayken evlenir Münevver Hanım. Önceleri Sadullah Paşa yalısına yerleşirler, fakat sonra Münevver Hanım hiçbir sahibine uğur getirmediğine inandığı bu yalıda oturmak istemez. Onun ısrarları sonucunda Teşvikiye'ye taşınırlar. Teşvikiye'deyken kültür sanat ve cemiyet hayatının önemli isimleriyle yakın dostluklar kurar. İsmail Hami Danişmend'in evindeki meşhur cumartesi, Hamid'in çarşamba toplantılarının müdavimidir. Necip Fazıl, Abdülhak Hamid, Falih Rıfkı, Asaf Hâlet Çelebi, Refet Bele bu dönemde görüştüğü kişiler arasındadır.

Sonradan Beylerbeyi'nde başka bir yalıya taşınsalar da Nusret Bey'in ölümü (1944) üzerine Münevver Ayaşlı genç yaşta yalnız kalır. 1947'de yalnızlığını gidermek amacıyla yazmaya karar verir. Hayatına yeni bir yön veren bu kırılma noktasında şunları söyler: 'Bir gün hayat mücadelemde kalemimin bana yardımcı olacağını hiç düşünmemiştim. Halbuki kalemin ne kadar mübarek ve mukaddes olduğunu bize Kur'an-ı Kerim emreder.'

Münevver Hanımın dost meclislerinde dinleyeni hemen kuşatan muazzam birikimi o günden itibaren köşe yazarlığı aracılığıyla daha geniş kitlelere ulaşır. Muhafazakâr kesimin önde gelen günlük gazetelerinden Yeni İstanbul'da, sonraları Babıali'de Sabah'ta yazıları çıkar. Gazetedeki köşesinde aktüel olaylardan tarihe, edebiyattan sanata, turizmden şehirciliğe, portre yazılarından dinî ve tasavvufî meselelere uzanan geniş bir yelpazede kalem oynatır.

Ayaşlı tarih yazmak iddiasında olmadığını her fırsatta söylerken, genel olarak yazıya, özelde ise tarihe neden yöneldiğinin de açıklamasını yapmış olur aslında: 'Evliya Çelebi tarihçi değildi amma, Türk tarihine ne kadar tad ve renk katmıştır. Bazı kimseler bakar görmez, bazı kimseler de bakmadan görürler. Görebilmek, duyabilmek ve bir devri rivayetiyle, dedikodusuyla nakletmek, işte tarihe ve tarihçiye en büyük hizmet.' (İşittiklerim Gördüklerim Bildiklerim, s. 5)

OSMANLI'NIN HİKAYESİ

Bu reflekslerle yazdığı kitaplardan, Osmanlı İmparatorluğunun yüzyıllık hikâyesini anlattığı Teşrinisani ve Ötesi'nin ağırlık merkezi, Sultan Abdülaziz'in ölümü, Halife Abdülmecid Efendi ve Şehzade Ömer Faruk Efendi'yle birlikte Osmanlı hanedanının yurt dışına sürülmesi ve hadiseleridir.

Semtleri, her biri Boğaz'ın birer incisi yalıları ve sakinleriyle İstanbul'u, anılarıyla harmanlayarak Dersaadet kitabında yazar. O aynı zamanda, bu incilerin en güzellerinden Beylerbeyi'ndeki yalısında ihtiyaç sahiplerine el uzatan 'haminne'dir. İstanbul ağzında 'hanım nine'nin söylenişi olan 'haminne' hitabıyla kendisine seslenilmesini ister Münevver Hanım. Kucağında kedileriyle bir geçmiş zaman fotoğrafı gibi huzurlu, muazzam hafızasından süzülenleri ömrü vefa ettiğince daktilosuyla nakşedecektir bu Rumelili Osmanlı hanımefendisi.

Osmanlı hanedanının pek çok üyesiyle dostluğu bulunan Münevver Ayaşlı, Edep Yâ Hû kitabında, Osmanlı sarayındaki Cuma selâmlığı, dinî bayramlar, cülûs törenleri, düğün ve sünnet gibi büyük merasimlere has detayları canlı üslubuyla anlatır. Saray sofraları ve ikramları, kiler kültürü ve Ramazan sofralarına dair unutulmaya yüz tutmuş geleneklerden bahseder. Sultan Abdülhamid'in tahta çıkışı, Sultan Mehmed Reşad'ın mizacı ve Sultan Abdülhamid'le münasebetleriyle ilgili aktarımlarında ve devrin önemli isimlerine dair hikâyelerinde hep bir 'edep' vurgusu hissedilir.

SESSİZCE ARAMIZDAN AYRILDI

Münevver Ayaşlı, Bünyamin-i Ayaşî ve Hazreti Mevlânâ muhibbi olması sebebiyle, tasavvufa özel bir ilgi duyar. Henüz çocukken, babası Miralay Cafer Tayyar Bey'in akşamları sürekli okuduğu yeşil kaplı kitap, dikkatini çekmiştir. Yeşil ciltli bu kitap, büyük mutasavvıf Muhyiddin-i Arabî'nin 'Fusûsu'l-Hikem'inin Arapça nüshasıdır. Bu kitap onun hayatında 'edep' kapısını açacak bir anahtar olur. Nitekim yazarlık çağında Ayaşlı, gazetedeki 'Merak' sütununda özellikle İbn Arabî, Eşrefoğlu Rumî, İmam Gazalî gibi önde gelen gönül erlerinin meşhur eserlerinden alıntılar yaparak okurlarının damağına bir parmak tasavvuf balı çalar. O dönemlerde, Ramazan ayında gazetelerde Ramazan sayfası hazırlanması, hatta bu ay için tabir caizse yazar transfer etmek geleneği vardır. Ayaşlı da bu geleneği, Ramazanlarda köşesini dinî kıssalar ve hikâyelere ayırarak sürdürür. 30 yıl aradan sonra Timaş tarafından yeniden yayımlanan Edep Yâ Hû kitabının ikinci bölümü, Ayaşlı'nın gazete sütunlarında kalmış bu yazılarını gün ışığına çıkarıyor.

17 Ağustos 1999 Marmara Depremi'nden üç gün sonra 20 Ağustos 1999 tarihinde aramızdan ayrılan ve depremin getirdiği bir yığın acı, yitirilen binlerce hayat, enkaz, toz duman arasında belki kaybının yeterince farkına varılamayan Münevver Ayaşlı, derin bir kültürün şekillendirdiği zarif ve doğru Türkçesiyle, otobiyografisinden beslenen sıcak üslubuyla, tarihe –bilhassa yakın tarihe- olan vukufiyetiyle, derinlerde kalmış incelikli mahfuzatıyla, engin bilgisiyle yeniden hatırlamamız gereken 'hanımefendi' kelimesinin yüklediği büyük bir nezâketin ve itibarın kalemi olarak bizi bekliyor.

Kitabın künyesi:

Edep Ya Hu

Münevver Ayaşlı

Timaş Yayınları

2014

218 sayfa

٪d سنوات قبل