|

Tasavvufa farklı bir bakış

Kavramları, değerlendirmeleri, ritüel ve uygulamalarıyla Kur'ân'a uygunluğu açısından sorgulanagelen tasavvufun Kuzey Afrikalı önemli bir temsilcisi İbn Acîbe'nin işârî tefsirini titizlikle tarayan Prof. Süleyman Derin, 'Kur'ân-ı Kerîm'de Seyr u Sülûk' adıyla ciddi bir esere imza atmış.

Mustafa Kahraman
00:00 - 10/07/2013 Çarşamba
Güncelleme: 16:16 - 10/07/2013 Çarşamba
Yeni Şafak
Tasavvufa farklı bir bakış
Tasavvufa farklı bir bakış

İman, ibadet ve ahlâk… İslâm'ın, üzerine bina edildiği esaslar bunlar. Peygamberimiz (sav), döneminde sahâbe ayrıştırmaya, bölümlemeye ihtiyaç duymaksızın Peygamber'le birlikte İslâmı bir bütün olarak yaşadı. Mezhep de tarikat da anlamsızdı. Dinin önderi; uygulayıcı ve açıklayıcı olarak ortadaydı, hayatın içindeydi.

İslâmın, Peygamberin vefatı sonrası çok geniş coğrafyalara yayılması, farklı kültür ve yaşam biçimleriyle karşılaşması, zamanın getirdiği yenilikler, sistemleştirme ve yorum ihtiyacını doğurmuştur. Bu ihtiyacı karşılamak üzere hayatın doğal akışı içinde mezhepler ve tarikatlar ortaya çıkmıştı.

İman, akaid ilmi ve itikadî mezheplerin; ibadet ve muamelât ise fıkıh ilmi ve amelî mezheplerin konusu olmuştu. Peygamberimizin, 'tamamlamak için gönderildim' dediği 'ahlâk' da tasavvuf ilmi ve tarikatlara kaynaklık etmiştir.

Doğaldır ki, nevzuhur olan bu kurumların temel denetleyicisi Kur'ân olmuştu. Özellikle tasavvuf ve tarikatlar tarihin çeşitli dönemlerinde ve halen Kur'ân'dan sapmalar ve hatta ona aykırılıklarla eleştirilmiş ve eleştirilmektedir. Tasavvuf erbabının çoğunluğu, 'Tasavvuf yaşanır, anlatılmaz' diyerek eleştirilere aldırmadan yollarına devam ederken, Ahmed İbn Acîbe, ana kümenin istisnaları arasında yer almıştı. O, tasavvuf hayatı içinde yer alan tüm süreçleri Kur'ân'a dayandırmaya özen göstermiş, önce bir mürid, sonra da mürşid olarak yaşadığı tasavvufa dair el-Bahru'l-Medîd adlı bir de tefsir yazmıştır.

ÖNCE MÜRİD SONRA MÜRŞİD

1747'de Fas'taki Tanca yakınlarındaki Tıtvan'da doğan ve 1806'da Fez yakınlarında vefat eden İbn Acîbe, coğrafyamızda yeni yeni tanınmaya başlıyor.

Prof. Dr. Süleyman Derin'in, bütün sûrelerin kâmilen bir işârî tefsiri olduğunu ifade ettiği el-Bahru'l-Medîd'in, 'tasavvuf yolculuğu' olarak özetlenebilecek 'seyr u sülûk' yönünü izleyerek ortaya çıkardığı 'Kur'ân-ı Kerim'de Seyr u Sülûk' adlı çalışma bu anlamda çok değerli. İbn Acîbe'nin, kendi hayatını tüm ayrıntılarıyla anlattığı Fehrese adlı otobiyografiye geniş yer veren Derin, onun yolunun daha iyi anlaşılması adına kanımca isabetli bir tercihte bulunmuş. Kuzey Afrika'nın yetiştirdiği bu mutasavvıfa dair yazarın 'İbn Acîbe, hem Endülüs, hem Kuzey Afrika, hem de Doğu tasavvufunu mecz etmiştir. Zira o, eserlerinde başta Gazâlî, Kuşeyrî, İbrahim b. Edhem, Bayezid-i Bistâmî olmak üzere Doğu âleminin sûfilerinden de haberdar olduğunu göstermiştir' şeklindeki değerlendirmesi, kitap hakkında yeterli bir kanaat oluşturur sizde zannederim.

İmam Malik'ten aktarılan şu alıntıyla birlikte kitabın ruhunu hissedip okumaya başlayalım: 'Kim fıkıhsız tasavvuf öğrenirse zındık olur. Kim fıkıh öğrenir de tasavvuftan uzak kalırsa fıska düşer. Kim de her ikisinin arasını cem ederse tahkîke erişir.'

Kitabın Künyesi:

Kur'ân-ı Kerîm'de Seyr u Sülûk

Süleyman Derin

Erkam Yayınları

2013

344 sayfa

11 yıl önce