|

Tepeköy'ün kirlenen deresi ve günün tıkanan bilgelik gözeleri

Mustafa Kutlu'nun yeni kitabı Zafer Yahut Hiç, di'li geçmiş zamanla şimdiki zaman arasındaki 'tanıdık' mesafede geç'miş'e dair sorular da oluşturan, hız çağının okurunu düşünmeye teşvik edebilecek modern ve değerli bir anlatı

Reyhan Yıldırım
00:00 - 18/08/2010 Çarşamba
Güncelleme: 23:11 - 18/08/2010 Çarşamba
Yeni Şafak
Tepeköy'ün kirlenen deresi ve günün tıkanan bilgel
Tepeköy'ün kirlenen deresi ve günün tıkanan bilgel

Mustafa Kutlu'nun Dergâh Yayınları arasından çıkan Zafer Yahut Hiç isimli yeni kitabının arka kapak yazısında Abdülhak Hâmid Tarhan'ın Eşber adlı yapıtının özeti veriliyor. Muhalif bir yazar olan Tarhan'ın alegorik anlatımla kaleme aldığı manzum piyes, yönetimdeki Sultan II. Abdülhamit'le Mithad Paşa'nın kişisel hırs ve erk kavgaları yüzünden ülkenin yararını göz ardı ettikleri yönetim yaklaşımlarını eleştirme amacı güdüyor. Özet dolayımıyla yazara kitabın ismini esinleyen kaynağı* öğrenmekle kalmıyor, kurulan metinler arası ilişkiden yola çıkarak okumaya hazırlandığımız yapıtın işlevsel yönü hakkında da fikir ediniyoruz.


Bir uzun hikâye

Kitap, kimi eleştirmenler tarafından 'uzun hikâye' olarak anılan tür içinde tanımlanıyor.

Yazarın son dönem yapıtlarında yeğlediği, gelenekle ilişkisini de serimleyen 'uzun hikâye' türü; kişi, olay, zaman ve mekân uygunluğu taşıyan; bağımsız, ancak ortak izlekler yoluyla eklemlendiği temel öykü kurgusunu ('çerçeve hikâye') oylumlu kılan çoklu hikâye anlatımına dayanıyor.

Sinema ve resimle yakın ilgisi bulunan Kutlu, 'uzun hikaye' türünü, çok disiplinli sanat algısıyla olgunluk dönemi yapıtlarına kolaylıkla yansıtabileceği uygun bir teknikle destekliyor. Şöyle ki; imgesel değerleri yüksek sözcüklere dayanan sade anlatımlı hikâyeler, omurga kurgu boyunca film karelerini hatırlatan hızlı bir ardışıklıkla akıyorlar. Metin içine kolaylıkla çekilen, yan hikâyelerin birinden diğerine geçerken ayağı sürçmeyen okurlar, bütünlük ve tutarlılığa dayalı estetiğiyle bir tabloyu andıran kurgunun çizdiği izleksel ana yolda yazarın dilediğince koşar hale geliyorlar.

Hikâye, doktorasını yurt dışında yapıp memlekete henüz dönen Ferit'in şehrin varoşlarında yeni yeni palazlanan Tepeköy adlı ilçeye belediye başkanı olan dayısını görmeye gitmesiyle başlıyor.

Tepeköy'ün oluşum ve gelişimi, oranın sakinlerini temsil edebilen kişiler üstünden, ilişki biçimleriyle birlikte, daha çok da Ferit'in perspektifiyle hikâye ediliyor.

Yazar, sosyolojik arkaplanı hikâyelerle kaynaştırdığı izleklerle belirliyor (iç göç, sanayileşme, altyapı ve çevre sorunları, devletin giderek aşınan sosyal nitelikleri, sorunların üstesinden gelme sorumluluğu üstüne kalan halkın, kökene dayalı dayanışma ve/ya varlığını sürdürmek üzere güç birliği stratejisi olarak cemaatleşme eğilimi, toplumun dönüşmesi ve değişmesi gibi…)

Tepeköy bir yandan Kutlu'nun yönetim eleştirisi için başvurduğu analoji iken, öte yandan yokluk ve yoksunluğun yayıldığı varoşlarda yaşayanlara elde olanla kurulacak ütopik bir yeni yaşam alanı düşüncesi de sunuyor; temel fikri; sosyalleşme (aşkın olumlanması da dahil), fedakarlık-hizmet, uyum ve hoşgörüye dayalı tutum, aynı gemide olunduğunu alımlama olarak belirleniyor. Bu sırada belli belirsiz metne dâhil olan yazar sesi okuru öykünün içinde olduğu kadar yazarın yanında da tuttuğundan düşüncelerin tam adresine ulaşması da sağlanabiliyor.


Acı ve yokluk zehri

Bu metni şöylesi aşırı yorumlarla açmak ta olası:

Okumada, yazarın edebiyat geçmişini bütüncül bir yaklaşımla ele alan herhangi biri, acı ve yokluk zehri ile bulanıp kirlenen Tepeköy'ün deresini günün tıkanan bilgelik gözelerine benzeterek yorumlasa…

Tas be tas küplere doldurulan taşıma su, toplumun geldiği ve gideceği yöne dair hüzün veren bir mesaja dönüşse veya bu şartlar altında bile belli bir ahengi sürdürebilen bilge kişileri anıştıran canlı bir imge olarak değerlendirilse…

Ya da karşı yamaçta kurulu hurdacı (uyuşturucu) tezgâhında hayatları son bulan Bulut'un, Oya'nın, Kerem'in kaygılarının, kavgalarının hayatın gelip geçiciliği içinde ne denli önemsizleştiği ayrımsansa…

Ve erdem…

Kutlu edebiyatına has olarak kayda geçmiş, isimlerin özenle seçilmişlik özelliği anımsansa... Samet'in (Belediye Başkanı) yüksek, ulu, kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmayan, anlamında Tanrı'nın adlarından biri olması... Ferit'in eşi benzeri olmayan, tek, eşsiz, üstün; Oya'nın ince, güzel, nazik; Bulut'un su damlacıkları ve buz taneciklerinin görülebilir yoğunluk kazanmasıyla oluşan hava olayları ve tasavvufta bazen de 'düşman'; Oğuz'un temiz kalpli dost, iyi arkadaş, kır adamı, köylü, saf, deneyimsiz kimse; Neriman'ın pehlivan, yiğit, cesur; Dilber'in gönlü alıp götüren güzel şeklindeki anlamı gibi...


Hız çağının okuruna...

Daha detaylı yorumları uzun soluklu bir yazıya bırakarak son sözü söyleyelim: Zafer Yahut Hiç, di'li geçmiş zamanla şimdiki zaman arasındaki 'tanıdık' mesafede geç'miş'e dair sorular da oluşturan, hız çağının okurunu düşünmeye teşvik edebilecek modern ve değerli bir anlatı. Keyifle okunacağından kuşku duyulmamalı!

*“Etrafı Eşber'in, Sumru'nun ve Rukzan'ın cesetleriyle çevrili olan İskender, bunun manasını hocası olan Aristo'ya sorar. Eser Aristo'nun cevabı ile biter: Zafer yahut hiç!”
14 yıl önce