|

Türk romanı henüz doğmadı

Dünya çapında şöhrete sahip, tarihçi ve sosyal bilimcilerimizden biri olan Prof. Dr. Kemal Karpat “Osmanlı'dan Günümüze Edebiyat ve Toplum” kitabında milli bir edebiyatımızın olmadığının altını çiziyor

Hatice Saka
00:00 - 13/01/2010 Çarşamba
Güncelleme: 23:05 - 12/01/2010 Salı
Yeni Şafak
Türk romanı henüz doğmadı
Türk romanı henüz doğmadı

Prof. Dr. Kemal Karpat yeni kitabında, edebiyatımızın Osmanlı'dan bugüne geçirdiği evreleri yansıtıyor. 'Bir edebiyat yalnız bir kişinin yahut da bir grubun düşüncelerini ifade etmez. O mensup olduğu milli grubun da düşüncelerini hislerini, dünyaya bakışını yansıtır. Kitabımda diyorum ki bu insanı anlatacak Türk romanı henüz doğmamıştır.' ifadelerini kullanan Karpat , milli romanımızın ne zaman ortaya çıkacağı sorusunun yanıtlanmadığını dile getiriyor.

Osmanlı'dan Günümüze Edebiyat ve Toplum kitabını tarihçi kimliğinizden ziyade edebiyat okumalarına dayalı analizlerden yola çıkarak yaptığınızı söylemek doğru olur mu?

Edebiyat yazılarını ve bu yazıların benim anladığım manada toplum değişimiyle, şekillenmesiyle olan ilgisini, edebiyatın bu değişmeye getirdiği yenilikleri incelemeyi ve bunun istikametini tayin etmeyi amaçladım. Ana gayem edebiyatı, bütünüyle incelemekten ziyade, modernizmle, kimlikle, kişiyle, ilgili olan bazı yönlerini belirlemektir. Türk toplumu bilhassa 19. yüzyılda durmadan değişmiş ve yeni bir dil yaratılmış. İşte bu yeni Türkçenin yarattığı edebiyata da Türk edebiyatı diyoruz. Yeni bir ruh ve kimlik edinen toplumun, edebiyatını yaratacak ana unsurları keşfetmeye çalıştım.

Bu yeni Türk edebiyatını diğer edebiyattan ayıran farklar ne tam olarak?

Burada bir kere akılcılık, ardından gözlem ön plana çıkıyor. Eski edebiyatta, şairin, yazarın, kendi iç dünyasını ifade etmek önde gelirken, bu edebiyatta yazar içinde yaşadığı toplumu keşfediyor ve onu anlatmaya çalışıyor. Aynı zamanda yeni edebiyat, kişiyi keşfediyor. Gittikçe edebiyatın kökü, kişiyi keşfetmekte toplanıyor. Fakat bu beynelmilel dünya çapında bir kişi mi ve bu kişinin edebiyatı belirli bir toplumu, dili ve kültürü ifade eden bir edebiyat mı? ki buna milli edebiyat diyoruz. Yeni edebiyat da toplumun tecrübelerine özel şekilde önem veriyor.

Peki bu keşfedilen kişi yahut keşfedilmeye çalışan nasıl bir kişi?

Benim üzerimde durduğum ana nokta şudur. Bu kişi belirli bir tarihi, kültürü, tecrübeleri, psikolojisi, kendine mahsus kimliği olan bir grubu temsil ediyor ve biz buna Türk diyoruz. Ama ırkı manada Türk değil. Toplumu oluşturan kimselerin ortak paylaştığı değerlerden söz ediyorum. İkinci nokta şu, yazarlar belirli sosyal bir gruptan geliyorlar. Genellikle şehirlidirler. Şehirde büyümüş nispeten iyi biri aileden gelen bir orta sınıfı dikkate alıyorum.

ELİTİST BİR TOPLUMUZ
Kitapta orta sınıfın altını özellikle çiziyorsunuz. Yeni edebiyatın oluşumunda en çok bu orta sınıfın payı var sanırım.

Bu orta sınıf dediğimiz, daha fazla şehirlerde, kasabalarda toplanmış, okumuşlardan oluşan bir sınıftır. Anadolu'da eski aile kökenlerine, mülkiyete, belli geleneklere dayanan yerel bir orta sınıf var. Rumeli'de ve Anadolu'da mülkiyetin özelleşmesi, ticaretin genişlemesi, bazı modern mesleklerin girişi, gelirin bir dereceye kadar artmasıyla devlet müdahalesi olmadan kendi kendine serbest yetişen yerel bir orta sınıf ve onun ürettiği bir edebiyat oluştu. Kitabımda birinci derecede önem verdiğim iki konu vardır. Memleketi hangi ebebiyat keşfedecektir? Edebiyatı büyük şehirlerde yaşayan yazarların tekelinden kurtararak Anadolu ve Rumeli kasabasını, köyünü anlatan oradaki insanı keşfeden bir edebiyattır.

Bu keşif 19. yüzyıldan sonra mı gerçekleşti?

İttihat ve Terakki döneminde Tanin gazetesi var. Anadolu'ya muhabir göndererek oralarda olup biteni aks etmiştir. Fakat aynı şekilde edebiyatta modernizmi daha geniş anlamda anlatan yazarlar da çıkmaya başlamıştır. Örneğin Reşat Nuri Güntekin birçok kitabında Anadolu'daki hayatı anlatıyor. Ama gerçek hayatı mı anlatıyor, yoksa kendi hayalindeki Anadolu'yu mu anlatıyor. Bunlar realist gözükse de aslında tam anlamıyla gerçekçi değiller. Çünkü Anadolu insanını dışından görerek anlatıyorlar. Ben ise memleket edebiyatı deyince Anadolu, Rumeli ve Türk insanın içini anlatan bir edebiyatı kastediyorum. O edebiyat tam manasıyla gelişmemiştir. Biz elitist bir toplumuz her şey yukarda, küçük bir elitin elinde toplanıyor. Onların görüşleri kitaba, gazeteye aks ediyor. Diğer tarafta büyük kitlelerin görüşlerini, gerçek anlamda onların sorunlarını, onlarla özdeş bir şekilde anlatan edebiyat pek yoktur.

Roman yüzyılımızın en önemli yazı türü olmasına rağmen Türkiye'de henüz tam anlamıyla gelişmiş ve yerleşmiş bir yazı tür değil. Çok sayıda yazara rağmen neden bu başarılamadı?

Benim ikinci noktam milliliktir. Bir toplumun bilhassa Türkiye gibi büyük bir geçmişi, tarihi, edebiyatı olan bir toplumun kendine mahsus bir kimliği vardır. Bu kimlik yalnız dış dünyasıyla değil iç dünyasıyla da kendini ifade eder. Bizi diğer insanlardan ayıran da kendi iç dünyamızdır. Bir edebiyat yalnız bir kişinin yahut da bir grubun düşüncelerini ifade etmez. O mensup olduğu milli grubun da düşüncelerini hislerini, dünyaya bakışını yansıtır. Kitabımda diyorum ki bu insanı anlatacak Türk romanı henüz doğmamıştır.

Kitapta Ahmet Mithat ve Çehov'un karşılaştırıldığı bölüm var. Bizim ilk romancılarımızdan ama tarihe geçmedi?

Ahmet Mithat'ı çok takdir ederim hakikaten bir dehadır. Ancak onun romanını Fransız okursa bir zevk almaz. Çünkü Ahmet Mithat Efendi, doğu-batı arasındaki ilişkiler, çelişkiler ve tezatlardan bahsediyor. Ama bunların çok ötesine giderek, bu konuları da içine alan, hem Fransız'a hem Türk'e hitabet eden bir roman yazabilmiş olsaydı o zaman Ahmet Mithat, Türk romanını yazmış derdim.

KÖY EDEBİYATI BİTTİ
Cumhuriyetinin ilanından bu yana yeni Türk edebiyatının çok sayıda yazar yetiştirdi ve çok sayıda roman yazıldı. Aralarında sizi tanımınıza uyan bir roman yazılmadı mı?

Tabi ki Türkçe yazılmış dünya kadar güzel roman var. Belirli hikâyeleri , olayları anlatıyor. Özellikle kadın yazarların romanlarını çok başarılı buluyorum. Fakat toplumun içine giren, ruhunu kavrayan bir roman yok.

Kitapta Orhan Kemal, Yaşar Kemal örnekleri var. Onlar Anadolu insanın yansıttılar , bir yönüyle sizin tarif ettiğiniz milli romana uymuyorlar mı?

Şimdi makalelerim de Orhan Kemal'den, Yaşar Kemal'den söz ettim. Romanlarında insanımızı kendi kimliğiyle, yaşadığı sosyal ortamıyla, karşılaştığı sorunlarla, belirli bir coğrafik ortam içinde anlatma gayretleri var. Unutmayınız ki Türkiye gibi değişen toplumların bazen çok önemli olarak görülen sorunları az ömürlüdür. Çünkü biz değiştikçe eski meseleler önemini kaybediyor. Mesela 50'li yıllarda köyü konu yapan edebiyat zirvedeydi. Mahmut Makal, Fakir Baykurt gibi çok önemli yazarlar vardı. Köy hayatına dikkat çektiler ve çok ses getirdiler. Ama şimdi onları kimse okumuyor. Türk köylüsü Mahmut Makal'ın köylüsü değil. Onların yaptığı hizmeti inkar etmiyorum. Anladığım manada Türk romanına götürecek yolu biraz daha genişletmişler, yeni ışıklar koymuşlar. Yalnız geçici meselelerle uğraşan romanlar değil, fikirleri özü anlatan romanlardan bahsediyorum. Örneğin 17. yüzyılda yazılan Fransızca, İngilizce, Almanca kitaplar dünyanın pek çok yerinde halen zevkle okunur. Shakspeare'in piyesleri dünyanın her yerinde gösteriliyor. İngiliz insanın özelliğini yansıttığı gibi diğer insanlara hitap edecek şeyler söylüyor. Ben bunları söylüyorum. Hem Türk olacaksın hem evrensel olacaksın.

Bu mümkün mü?

Evet mümkün, biz bunu yapabilecek kabiliyetteyiz. Şimdiye kadar yapamadık, çünkü edebiyatımız uzun bir süre devlet tarafından belirli gayeleri gerçekleştirmek için kullanılmıştır. Edebiyat tarihinin, küçük geçici safhaları olarak tarihte kalan girişimler görüyoruz. Bir yerde ben ferdileşmeyi kişileşmeyi ön plana koyuyorum.

FERDİYETÇİLİK ÖNEMLİ
Modernizm ferdileşmeyi ön plana koyar ve bu yönde çok sayıda roman yazıldı.

Modern edebiyatımız ferdiyetçidir. Ama bu ferdileşme toplumundan koparak ondan yabancılaşarak oluyor. Benim aradığım ferdiyetçilik yabancılaşmayı, toplumdan kopmayı red eden bir ferdiyetçiliktir. Analiz yapabilmen için kendin ve toplum arasına mesafe koyman lazım. Ama bu toplumdan kopmak manasına gelmez. Mesela sosyal tarihi etütlerimde birçok şeyleri tenkit ediyorum. Kendimle toplum arasına fark koyuyorum. Ona dışarıdan bakarak değerlendiriyorum. Ancak topluma yabancılaşmıyorum. Edebiyata da çok daha geniş bir çerçeve içine koyarak bakıyorum. Bu toplumun modernleşmesi, millileşmesi çerçevesi içinde görüyorum. Aynı zamanda özüne sadık kalarak benliğini, muhafaza ederek değişmesini, savunuyorum. Edebiyat bir toplumun ruhudur . Ben bir ülkeye gittiğim zaman vaktim varsa o ülkenin ana edebiyat kitaplarını okurum. Amerika'ya gittiğim yıl bütün yaz Amerikan edebiyatının en önde gelen romanlarını okudum. Neden çünkü ben edebiyat yoluyla bir Amerikalıyı anlamak istedim. Türk kültürünün de ancak edebiyat yoluyla daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum.

Sizin aradığınız kriterlere yaklaşan tek bir roman olmadı mı?

Evet, böyle bir romanın çıkacağını Orhan Pamuk'un Cevdet Bey ve Oğulları'nda gördüm. Hakikaten bizim toplumumuzu içinden gören, anlayan, onunla beraber yaşan bir roman yazmış. Cevdet Bey ve Oğulları'nı okuduktan sonra nihayet yeni Türk romanı geliyor dedim. Herhangi bir romandan bahsetmiyorum, aradığım roman milli Türk romanıdır. Türk toplumunu, insanını iç ve dış özellikleriyle tasvir eden ve onu bu şekilde Fransız'dan Rus'tan ayıran, bağdaşabileceğim, okuduğum zaman bu benimdir diyeceğim bir tip arıyorum. Bazı romanlarda böyle bir tip yok. Çok acayip vakalar anlatılıyor. Mesela Oğuz Atay'ın fevkalade güzel romanları vardır. Onun davası başkadır. Modernizmle gelenek çarpışmasını ele alıyor. Cemaat dediğimiz onun için bağlayıcı sıkıcı olan şeyden kurtulup kişiliğini bulma çabalarını anlatıyor. Bu bizim toplumuzda bazı grupların geçirdiği tecrübelerdir. Herkesin geçirdiği bir ruh hali değildir. Oğuz Atay bu sancıyı en fazla hissetmiş ve çok güzel ifade etmiştir. Yine de benim aradığım milli roman değil. Öte yandan büyük hatalarımızdan bir tanesi ülkemizde olan, biteni görmeyerek dış ülkelerin taklitinin yapılmasıdır. Sanatın her alanında bir taklit, işin kolayına kaçmak var. Medeniyetler birbirini etkiler. Ancak sırf modaya uymak için edebiyat üretilmez. O bakımdan hiç açıcı bir durumda değiliz. Kendi ailelerindeki meselelerinden yola çıkarak roman yazıyorlar. İşin kötüsü bu kitaplar çok satıyor.Milli roman ne zaman ortaya çıkacak ve bunu kim yazacak? Bu sorunun cevabını vermek önemli.

Kitabın son bölümünde dil sorununa değiniyorsunuz. Türk edebiyatın oluşturan günümüz yazarların kullandığı dilin kimliği üzerine neler söyleyeceksiniz?

Dil yaşayan bir varlık ve devamlı olarak gelişiyor. Ama biz durmadan yeni şeyler icad ediyoruz. Ben hayatımda üç defa Türkçe öğrenmek zorunda kaldım. Doğduğum büyüdüğüm Türkçe, okula gittiğim 1940'lardaki Türkçe ve şimdi kullanılan Türkçe. Bu dil keşmekeşi bizim toplumumuzun ve edebiyatımızın en büyük sorunudur. Sağlam bir dili olmayan bir edebiyat evrensel bir edebiyat olamaz. Biz geleneklerimize karşı batının her şeyini çok güzel olduğuna karar verince dilimizi değiştirmekte beyis görmedik. Dil kurumu diye bir şey var. Bu işe de devleti karıştırmanın manası yok. Dili kontrol edemezsin ancak onun gelişmesine yarayacak bir ortam sağlayabilirsin.



14 yıl önce