|

Türkülere ödeyecek borcumuz var

Türkülerin avam işi olmadığını, büyük bir kültürün taşıyıcısı olduğunu söyleyen Bayram Bilge Tokel Türküler Kalır kitabında birçok borcumuz olan türkülere bir kez daha sahip çıkıyor

Aysel Yaşa
00:00 - 14/03/2012 Çarşamba
Güncelleme: 22:11 - 13/03/2012 Salı
Yeni Şafak
Türkülere ödeyecek borcumuz var
Türkülere ödeyecek borcumuz var

Bugüne dek türkülerle ilgili yaptığı çalışmalarlar bilinen Bayram Bilge Tokel yeni kitabı Türküler Kalır'ı okuyucuyla buluşturdu. Tokel, çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanan makalelerden seçmelerin bulunduğu kitabını anlattı

Bir boşluğu doldurma açısından önemli bir kitap Türküler Kalır. Kitapta önceden yayınlanmış yazılarınızdan seçmeler var. Ne kadar sürede yazıldı bu yazılar?

Bu kitap daha çok, benzer konuları daha güncel ve popüler bir dil ve yaklaşımla ele aldığım yazılardan oluşan “Bağımıza Gazel Düştü” ile, Neşet Ertaş merkezli Anadolu Türkmen-Abdal müzik kültürünü ve geleneğini ele aldığım “Neşet Ertaş Kitabı” adlı eserlerimde eksik kalan hususları giderme cehdiyle kaleme alındı. Bir bölümü akademik çerçevede, geri kalanı deneme üslubunda olan yazılar, yedi sekiz yıllık bir emek, dikkat ve gayret neticesinde ortaya çıktı. Türk müzik kültürünü ve özellikle halk müziğini temel alarak, her kesimden insana hitap eden; konulara ve sorunlara yeni yaklaşımlar getirmeye çalışan düşünce ürünü yazıların yer aldığı bir kitap olsun istedim.

Kitapta değindiğiniz önemli bir nokta var, türkülerin bir dönem avam işi olarak görüldüğü hatta yok sayıldığı. Uzun süre yalnız kalan türkülere ilk kim sahip çıktı?

Türkülerin tarihi, bu türküleri bağrından çıkaran halkın tarihi ve kaderi ile büyük benzerlik arz eder. Aslında türküleri horlayan, onları küçümseyen, sanat yerine koymayan zihniyet, halkı küçümseyen zihniyettir. Çünkü türküler halktır, insandır, buram buram “biz” kokar. Cumhuriyet'in ilk yıllarında halk müziğine gösterilen resmi ilgi, klasik Osmanlı musikisine gösterilen resmi ilgisizliği, hatta düşmanlığı az da olsa dengelemeye yönelik ideolojik ve jakoben uygulamalardır. Türkülere ilk sahip çıkan da, son sahip çıkacak olan da yine bu fukara millettir. Çünkü türkü onun kendi özüdür; türküye sahip çıkmak kendimize sahip çıkmaktır.

Türkülere bir dönem 'tezek kokan köy nağmeleri' deniliyorud. Bu zihniyetin dayandığı bir temel var mı?

Var elbet: Temelsizlik! Yani, türkülerin, kültür ve medeniyetimizin en özlü ifadesi, genel musiki kültürümüzün ve dilimizin süzülmüş birikimi, milli hafızamızın tele ve dile dökülmüş şekli olduğu gerçeğinden habersiz olmak…

Bir bölümde biz bu türküleri sokakta mı bulduk diyorsunuz. Sizi böyle düşünmeye iten yaşanmışlıklarınızdan bahseder misiniz?

Bunu daha çok, türküleri evsiz, yurtsuz, sahipsiz ortalıkta dolaşan kimsesizler gibi gören düşünce, gönül ve ruh yoksunu kişi, kurum ve kuruluşlar ile; türküleri istedikleri gibi eğip bükmeye kendilerini yetkili gören cahil, bilgisiz ve/fakat hırslı sözde türkücülere bir uyarı olarak kullandım. Bir de bu işin eğitimini vermek iddiasıyla kurulan akademik kuruluşlara mensup hoca takımının özellikle rahatları bozulsun istedim.

Arabesk de tıpkı bir dönem türkülerin gördüğü muameleyi görüyor. Fakat siz kitaptaki yazınızda arabeske farklı bir yerden yaklaşıyorsunuz. Arabeskin Türk müziğindeki yeri size göre o kadar da kötü değil mi?

Arabesk müzik bana göre, bir yığın zaafı, kusuru ve eksikliğine rağmen samimi bir arayışın ürünü, iyi-kötü kendi kültürümüzün bir hamlesidir. Özellikle şehirlerimizin eski ve yeni sakinlerinin hayatını kuşatan geleneksel ve modern kültürel değerler harmanının kendini müzik dili ile ifade etmesidir. Devletin, başlangıçtan beri uyguladığı yanlış ve ruhsuz, şekilci müzik politikası ve uygulamalarının neticesinde ve ona tepki olarak doğmuştur. Resmi-devletçi müziklerin karşısında “demokratik, muhafazakar ve halkçı” bir müzik olarak konuşlanmış; doğru, iyi ve güzel yönlerini diğer müzik türlerine karşılıksız hibe ederek misyonunu tamamlamıştır bana göre. Hatta tebdil-i kıyafet ederek “Türk Sanat Müziği” ve pop müzik başta olmak üzere, diğer müzik türlerinde yaşamaya devam ettiği de söylenebilir.

Türküleri söyleyenlerin bir çoğunun bu müziğin kültürüne hakim olmadığını biliyoruz. Bunun birinci nedeni türkülerin ciddiye alınmamasıysa, diğer nedenleri nelerdir?

Bir türküyü iyi, güzel ve doğru okumak, özellikle ve öncelikle o türkünün niçin söylendiğini bilmekten geçer. Türküler kimler tarafından, niçin, nasıl ve niye söylenmiştir? İşte diğer nedenlerin hemen hepsi bu soruyu cevaplamakta çekilen güçlüğün içerisindedir.

Halk müziğinde makam yok diyenlere siz nasıl cevap veriyorsunuz?

“Ya ne var peki?”diye soruyorum. Makam dediğimiz yapının aslı, özü, hakikisi türkülerdedir. Türküyü yakan, besteleyen veya bağlayan insanların 'makam' fikrinden uzak olmaları, türkülerde makam olmadığı anlamına gelmez. Nazariyata, teoriye göre müzik yapılmaz, müziğe göre teori yapılır. Yani bir Neşet Ertaş Hicaz makamını bilmeyebilir, bu onun için bir nakise değildir, ama hicaz makamının, yani müziğin teorisini yazan insanların Neşet Ertaş'ı bilmemeleri büyük bir eksiklik ve kusurdur.

Siz Anadolu kültürünü yaşatan biri olarak akademik anlamda da sayısız işe imza attınız. Bu kitap türkülere dair yaptığınız çalışmalarda nerede duruyor?

Bu kitap, mensubu bulunduğum milletimin türkülere olan borcunun ödenmesi anlamında bana düşen kısmının bir bölümünün ödenmesidir, o kadar… Türkülere çok şey borçluyuz ve daha ödeyecek borcumuz var.

Son dönemde türkülere büyük haksızlıklar yapılıyor bazı icralarla. Ama hala bozulmamış bir kısım da var. Türküler daha kaç yıl kalır?

Üstad Necip Fazıl'ın üslubuyla “ezelden ebede kadar” demek geçiyor içimden. Türkülerin en önemli özelliği tarihi süreçte karşılaştıkları onca baskıya, yıldırmaya, inkara, yasağa ve zulme rağmen dimdik ayakta durmalarıdır. Tanpınar'ın “halkımıza ve hayatımıza ne kadar yaklaşırsak o kadar mesut olacağız. Biz bu türkülerin milletiyiz” sözünü kulaklarımıza küpe etsek yeridir.



12 yıl önce