|

Ülkücü hareket üzerine bir yüzleşme çağrısı

Ülkücü hareketle ilgili içeriden bir eleştiri getiren Selçuk Küpçük, ülkücü hareketin devlet ile kutsallık paradigması etrafında kurgulanan ilişkisini de sorgulayarak, ülkücü hareketin ilk büyük travması 12 Eylül darbesinin gecikmiş hesaplaşmasını yapıyor.

Aydın Hız
00:00 - 14/02/2013 Perşembe
Güncelleme: 17:47 - 13/02/2013 Çarşamba
Yeni Şafak
Ülkücü hareket üzerine bir yüzleşme çağrısı
Ülkücü hareket üzerine bir yüzleşme çağrısı

Yakın dönem siyasal tarihimizde kitlesel bir aktör olarak adı farklı boylamlarda anılan ülkücülük üzerine bu zamana kadar ortaya konan çalışmalar ya hamasetin sınırlarını aşamayan vasatlığı ya da karşı zihinsel geleneğin toptancı yaklaşımlarıyla sorunlu bir dilin arızalarını taşır. Bunda kuşkusuz hareket içerisinden gelenlerin kendi ideolojik argüman ve tarihleri üzerine bu zamana kadar hiç düşünmemeleri, özeleştiri yapmamaları etkili. Geçtiğimiz günlerde Granada Yayınları'ndan çıkan Yüzleşmenin Kişisel Tarihi adlı çalışma mevcut literatürden her anlamıyla ayrışıyor. Edebiyat ve düşünce dünyamızın genç isimlerinden olan ve ülkücü gelenek içerisinden koparak gelen Selçuk Küpçük'ün kaleme aldığı kitap, 1970'lerden günümüze uzanan yakın dönem tarihimizi ülkücülük üzerinden anlamanın yanı sıra, yıkıcı şiddetin, provokasyonların, darbe sürecinin, idamların, işkencelerin ve yaşanan zihinsel travmaların perde arkasını psiko-sosyolojik bir aralıktan görmemizin imkanlarını da sağlıyor. Dışa/topluma dönük bir eylem biçimi olarak ülkücülüğün, içe/bireye dönük dil üzerinden anlatılmasıyla gelişen kitap, kendi literatüründe birçok ilki barındırması açısından ayrı öneme sahip. Oldukça estetize edilmiş edebi üslup ve entelektüel birikimle ufuk açıcı analizlerin yapılması, kitabın okunmasını kolaylaştırdığı kadar, yaşanılan süreçle empati duygusunun kurulmasına da kapı aralıyor. Özellikle bir insan olarak kendi vicdani-ahlaki tavrını, çocukluğundan başlayarak belleğinde izi kalan yaşanmışlıklar ile anlatması metnin, empati gücünü artıran temel faktöre dönüşmüş burada. Ancak bütün bu insani tavırlar karşısında yürekteki acıyı ağırlaştıran en derin hissi, darbe sonrası sağcı ve solcu her iki taraftan gençlerin idamının ve işkencelerin anlatıldığı bölümlerde buluruz.

YEDİ MADDEDE ÜLKÜCÜLÜK

Toplam 7 madde üzerinden eleştiriye tabi tutulan ülkücü hareketin mito-politik unsurları olan Bozkurt, Ergenekon ve Kürşat'ın sosyolojik, psikolojik ve arkeolojik kazısıyla başlayan kitap sırasıyla 12 Eylül darbesi ardından işkence gören, idamlar veren bir yapının, yaşananlar karşısında devlet ile kurduğu paradoksal ilişkiye içeriden getirdiği yıkıcı eleştirilerle ilerliyor. Karşılaştırmalı bir politik okuma ile kimi vakit Türk Solu'nun aynı sorgulamaya tabi tutmasının kitabı daha da ilginç kıldığını söylemek gerekli. Yine Bursa Cezaevi ülkücülerinin çıkardığı Bizim Dergâh dergisinin harekete yönelik ilk eleştirilerini, ardından derginin teşkilatlarda yasaklanmasının öyküsünü, 70'lerin ülkücü söylemi 'Esir Türk İlleri'nin 80 sonrası niçin terk edildiği ve dini cemaatlerle bu konu üzerinden yaşanan gerilimin perde arkasını yer yer kuramsal analizlerin yapıldığı bu kitaptan öğreniyoruz. Kutsanmış devlet algısını aşamamış ülkücü gelenekten koparak daha sivil ve demokratik tutum inşa etmeye çabalayan Muhsin Yazıcıoğlu'nun incelendiği maddede ise Küpçük'ün kendi kişisel tarihi daha belirgin hale geliyor. Uzun yıllar Yazıcıoğlu'nun etrafında şekillenen ve 'devletle hesaplaşmaya çalışan ülkücülük'le organik bağları bulunan Küpçük'ün bu yapıya getirdiği eleştiriler de önemli. Yazıcoğlu etrafında inşa edilen ülkücü anlayışın -yine yazarın tanımı ile- 'ortodoks ülkücülük'ten kopmasının pratik ve teorik gerekçelerinin anlatıldığı bu bölümde Küpçük, hem 'kafası karışık' bir duruma işaret ediyor, hem de kendisinin kopma sürecine ilişkin detaylar aktarıyor.

ANADOLU ÇOCUKLARI

Kitapta da sürekli altı çizildiği gibi 2010 yılında gerçekleşen ve 12 Eylül Anayasası'nın bazı maddelerinin değişmesine yönelik referandum sürecinde alışık olduğumuz ülkücü fotoğrafının dışında aslında yeni bir sürecin gelişmeye başladığının işaretlerini görüyorduk. Geçmiş on yıllarda kamu önünde hiç konuşmayan, ülkenin demokratikleşmesine katkı sunamayan bu yapının özellikle 70 Kuşağından birçok isim, ülkeyi 12 Eylül darbesine götüren süreç ile ilgili olarak, içerisinde özeleştiri cümleleri de bulunan açıklamalar yapmaya başladılar. Kendilerine 'Bağımsız Ülkücüler' diyen ve kurumsal yapılardan ayrışık şekilde inisiyatif gerçekleştirme becerisi gösterebilen bu isimlerin referandum sürecine sundukları demokratik katkının ülkemiz adına çok önemli işlev gördüğünü söyleyebiliriz. Küpçük bu durumu tarihsel bir izlek içerisinde ele alıyor ve Anadolu çocuklarının ülkücü hareket üzerinden sürece müdahil olma girişimleri biçiminde değerlendiriyor. En ilginç çözümlemesi ise Anadolu çocuklarının benzer müdahaleleri 70 öncesinde de yaptığıdır. 1944 Türkçülük Olayları'ndan başlayan çizginin, sosyolojik 'çevre'nin etkisi ile yerlileşme temayülü göstermek zorunda kaldığını, yayın ve söylemlerin İslami kaygılara yaslanmaya çalıştığını belirtip, ülkücü gençlerin 70'lerin ikinci yarısında çıkardığı ve ismi Nizam-ı Alem, sloganları ise 'Kanımız Aksa da Zafer İslam'ın' olan bir tarihsel zemin ile çözümlemeye çalışması bu anlamda ilginç. Kitaptaki 7 maddeden birisi olan 'Muhsin Yazıcıoğlu ve Devletle Hesaplaşmaya Çalışan Ülkücülük' bölümünde geniş şekilde incelenen bu yerlileşme sürecinin, 12 Eylül sonrasında daha derli toplu ilerlediğini ve burada asıl taşıyıcı yayının cezaevinde çıkan Bizim Dergah olduğunu görüyoruz. Bütün bu tarihsel çabalara rağmen Küpçük'ün iddiası ise, dergilerine 'Nizam-ı Alem' ismini seçen anlayışın evriminin henüz tamamlanmadığı ve ortodoks ülkücülüğün arızalarını bütünüyle atamadığı şeklinde. Bunu da, yerlileşme sürecini yaşayan ülkücülerin Kürt Sorunu başta olmak üzere günümüz bazı siyasal meselelerine yönelik yaklaşımlarının statükonun verili dilini aşamadığından hareketle ele almakta.

Yüzleşmenin Kişisel Tarihi'nde okunan özgürlükçü, sivil ve vicdani tavrın, entelektüel bir birikimle yoğurulmuş analizlerin, 70'lerden günümüze sosyolojik, politik bir dönemi anlamak isteyen genç kuşaklara çok şey katacağı kesin. Küpçük'ün yıllardır biriktirdiği kitap, dergi, gazetelerden oluşan geniş arşivi her şeyden evvel zamanı-mekanı anlamayı kolaylaştıran temel metinler ve düşüncelere vukufiyeti takdire şayan.

Yüzleşmenin Kişisel Tarihi / Mito-politik Söylemden Ağıdı Yakılmamış Çocuklara
Selçuk Küpçük
Granada Kitap
303 sayfa
2012

11 yıl önce