|

Yarım asır geciken dost: Yüz Karası

Orhan Kemal'in 51 yıl aradan sonra en küçük oğlu Işık Öğütcü tarafından gün yüzüne çıkarılan romanı Yüz Karası, fakir bir ailenin mücadele dolu yaşamına odaklanıyor

Harun Karaburç
00:00 - 11/05/2011 Çarşamba
Güncelleme: 22:22 - 10/05/2011 Salı
Yeni Şafak
Yarım asır geciken dost: Yüz Karası
Yarım asır geciken dost: Yüz Karası

Eserleriyle bir nesli büyüten, yetiştiren Orhan Kemal'in daha önce hiçbir yerde basılmamış bir romanı ortaya çıktı. Everest yayınları tarafından yayımlanan esere önsözünü yazan Orhan Kemal'in en küçük oğlu Işık Öğütçü'nün kaleminden okuyoruz bu değerli yapıtın gün yüzüne çıkış öyküsünü. Işık Öğütçü'nün 51 yıl sonra gün yüzüne çıkardığı Yüz Karası Kemal'in 1960'lı yıllarda İstanbul Son Saat gazetesi için hazırladığı bir roman. Söz konusu roman gazetede 60 gün yayınlanıyor. Öğütçü, Orhan Kemal'in aynı gazetede 30 Haziran 1960 tarihli çıkmış röportajındaki ayrıntıları dikkatle okuduğunda fark ediyor gerçeği. Röportajda bahsi geçen roman ve konusu Orhan Kemal'in bugüne kadar yayımlanmış eserlerinden çok farklıdır. Bunu fark eden oğul, soluğu Milli Kütüphane ve Beyazıt Devlet Kütüphane'sinde alıyor. Titiz bir araştırmadan sonra Öğütçü, Yüz Karası isimli tefrikayı buluyor. Aradan bu kadar uzun zaman geçtikten sonra bu yapıtı fark ettiğine hayıflanan vefalı oğul yıllar sonra da olsa bu eseri ortaya çıkardığı için bir hayli mutlu. Bu mutluluğunu ise şu sözlerle ifade ediyor: Orhan Kemal'in elli bir yıl sonra gün ışığına çıkardığım tefrika edilmiş, fakat nasıl olduysa kitap olarak yayımlanmamış, unutulmuş veya kaybolmuş bir romanına ulaşmam gerçekten olağanüstü bir keşif, bunu açıklamam ise büyük bir keyifti.

Öğütçü, babasının gazetedeki röportajını da iliştirmiş kitabın önsözüne. Bu röportajı okuduğumuzda bir kere daha farkına varıyoruz ki Orhan Kemal, yazılarında hiçbir siyasi iktidarın propagandasını yapmamış ve kendisinin de ne parada ne de pulda gözü olduğu için kahramanlarını ya halktan ya da yoksul insanlardan seçmiş. Sivas'ın ücra bir köyünden büyük umutlarla Adana'ya çocukluk arkadaşlarının yanına gelen Sivaslı İslahsızın Yusuf, Köse Hasan ve Pehlivan Ali'nin yaşadıklarını anlatan Bereketli Topraklar Üzerinde'yi hatırlayalım. Sonra askeri alayın toprağa döktüğü yemek artıklarıyla beslenmeye çalışan insanların bir lokma için birbirleriyle nasıl kavgaya tutuştuklarını anlatan Ekmek Kavgası'nı düşünelim. Avare Yıllar'ı, Murtaza'yı, Baba Evi'ni, Hanımın Çiftliği'ni… Hepsinde büyük zorluklarla insan gibi yaşamaya çalışan, bu uğurda takıldıkları engellere asla umutsuz ve çıkar yolu yokmuş gibi bakmayan gerçek insan öyküleri anlattı Orhan Kemal.

Neresinden tutarsanız dökülen hayatlar

Gelelim Yüz Karası'na. Üstat, İstanbul Son Saat'e verdiği röportajda “Yüz Karası, fakir bir ailenin iki çocuğuna zaman zaman ailesi tarafından verilmiş bir vasıftır. Haylaz, işsiz güçsüz bir delikanlı, ailesi tarafından bu türlü nitelendirilmiştir. Buna karşılık yüksek tahsilini ikmal etmiş ailesi tarafından tutulan, üstüne titrenen ağabey, uzun yıllardan sonra asıl yüz karası vasfını alacak işler yapmıştır. Roman fakir bir ailenin ümitlerini, ıstıraplarını; hayal kırıklıklarını belirten hümanist bir eserdir.” diyerek çok güzel izah etmiştir romanının muhtevasını. Yüz Karası'nda yazarın diğer romanlarında ve öykülerinde olduğu gibi bir yoksulluk karşılıyor bizi. Bütün umutlarını İstanbul'da tıp fakültesinde okuyan oğulları Ahmet'e bağlamış bir aile. Neresinden tutarsanız orası dökülen türden. Aileyi bu zor durumundan, darlıktan kurtaracak tek kişi ise Ahmet. Ev halkı, tahsilini tamamlayıp Adana'ya dönecek ve bütün doktorlar gibi Abidinpaşa Caddesi'nde büyük bir muayenehane açacak olan oğlu dört gözle beklemektedir. Hele evin babası İlyas, Allah'ın varlığına ve birliğine inandığı gibi inanır bir gün oğlunun kendilerini bu hayattan kurtaracağına, bütün yoksulluklarını unutturacağına. Sadece ev ahalisi de değil Ahmet'e bel bağlayan; Kör Abdo, Çolak Hıdır, Veremli Meryem, Sakine Hala, felçli Ali… Hepsi, herkes Ahmet'ten gelecek şifayı bekler. Hal böyle iken evin küçük oğlu Memet ise ağabeyinin aksine herkesin gözünde işe yaramaz, haylaz, serseri olarak algılanır. Onun da birgün büyük bir adam olacağına inanan tek bir insan vardır: Annesi. Memet her şeyi bırakıp İstanbul'a gitme, orada büyük futbol kulüplerine girme hayalleri kurmaktadır. Memet'e bu hayallerinden birini gerçekleştirmek konusunda eski arkadaşı Cemal yardımcı olur ve İstanbul yolculuğu başlar. Ee tabii o yıllar çoğu parasız gencin “İstanbul'un taşı toprağı altındır” cümlesinin altına sığınıp büyük şehrin yolunu tuttukları yıllardır.

Meşin bavulda küçücük hayaller

Ailenin iki oğlu da bilmedikleri bir şehirdedir artık. Biri bütün ümitlerini bağladıkları Ahmet, diğeri hor görülen Mehmet. Bir yanda büyük umutlar diğer yanda hezeyanlar. Bu iki birbirinden farklı kardeş ve ailesi üzerinden fakirlik, açgözlülük ve haysiyet konularını irdeleyen Yüz Karası “kuru” bir hayale bağlanmanın ne demek olduğunu da anlatıyor. Zira tek umudu ilerde büyük bir futbolcu olmaktan ibaret olan Memet'in bu hayali gerçekleşirse yapmak istediği şeyler o kadar masum ve tertemiz ki: Aldığı transfer ücretiyle üstünü başını adamakıllı düzüyordu. İlk önce güzel bir meşin bavul. Anasına entari, pabuç, başörtüsü, kına, çay, kahve; babasına, dilinden düşürmediği lacivert elbise, ayakkabı, yumruk kadar bir saat ve kösteği; Ayşe'ye onu sevinçten çıldırtacak kloş etekli güzel bir elbise, yüksek ölçekli rugan iskarpinler, yanar döner bir eşarp, bir çanta, en küçüğe de bir elbise, pabuç, terlik ve bir gün komşuları büyük çiftçi Resul Ağa'nın torununda görüp geceleri rüyalarına girdiğini bildiği kocaman bir oyuncak otomobil. Hepsi bu kadar Memet'in meşin bir bavula sığdırdığı hayalleri.

Şaşkınız ama mutlu

51 yıl sonra çıkıp gelen Yüz Karası edebiyat dünyamıza o güzel günlerden bir buket sunuyor adeta. Eski bir dostun ansızın kapımızı çalması gibi. Şaşkınız bu tanıdık dostu 51 yıl sonra görmekten ama mutlu.

13 yıl önce