|

Yaz görkemli kış bilge

Mustafa Aydoğan
00:00 - 1/08/2007 Çarşamba
Güncelleme: 15:39 - 15/08/2007 Çarşamba
Yeni Şafak
Yaz görkemli kış bilge
Yaz görkemli kış bilge

Yaz mevsimi; güneşin, sıcağın, uzun günlerin ve tatilin mekanı. Ne kadar çaba gösterirsek gösterelim kitapla, okumayla aramızdaki ilişkide bir kırılma yaşanıyor yaz gelince; aksıyor, daralıyor. İster-istemez. Her şeyden önce, kitap yayınında gözle görülür bir azalma oluyor. Bu, kendi başına heyecan kırıcı bir şeydir. Okumak, heyecan ister. Kitap yayınındaki hareketliliğin, okumayı tetikleyen, kışkırtan bir yanı olduğu muhakkak. Yazla birlikte bu hareketlilik önemli derecede azalıyor. Ayrıca, yazın bir yerlere gitme isteği uyanıyor insanın içinde. Çünkü 'yazın geldiği her yerde söylenir'. Sıcağın, uzun günlerin, okulların tatil oluşunun mekanları açan ve genişleten etkisine karşı koymak kolay olmuyor.

Evliya Çelebi'nin, Erzurum'un uzun kışına getirdiği yorum, yaz mevsimine ince bir göndermede bulunması açısından önemli görünüyor bana. Çelebi, Erzurum izlenimlerini kayda geçirirken 'kışı o kadar uzun ki bu şehirde iyi ilim yapılır' der. Ne kadar isabetli bir tanımlamadır bileyiz, ama, insanı kapalı mekanlara mecbur eden kışın, yaza göre bir ayrıcalığı olduğu muhakkak. Bir kere yaz, hiç ketum bir mevsim değil. Hünerlerini göstermekte sakınca görmez ve insanı 'ayartır'. Oysa, kışın bir derinliği vardır. Yaz görkemli, kış bilge.

Gene de, yazın tatlı gecelerinin karanlığında, geniş bahçelerinin arkasında, engin denizlerinin kıyısında kendi okurunu barındırdığını söylemek gerekir.

Her mevsimin kendine özgü bir kimyası, bir mizacı vardır. Mevsimlerin algı ve beğeni üzerindeki etkileri hakkında bir araştırma yapılıp yapılmadığını bilmiyorum. Eğer böyle bir araştırma varsa, ulaştığı sonuçların meraka değer olduğunu düşünüyorum. İnsanın iç dünyasının mevsimlerle bir alış verişinin bulunduğunu inkar etmek ne mümkün! Okuma ile kurduğumuz ilişkiler ağı, bir çok etkenin yanında mevsim değişimlerinden de etkileniyor olmalı.


Bir mevsim daha geldi geçti

Tenimde damgalar mühürler

İçimden birden ikiye bölündüm

Enis Batur, bu yaz başında yayınladığı Neyin Nesisin Sen adlı şiir kitabında böyle yorumlamış mevsimlerle ilişkisini. Hüzün mü, acı mı? Hicran mı yoksa?

Şu mısralar da "Bu Sabah" adlı şiirden;

Rue Clèment'dan bu sabah laterna

geçti. Arabanın başında genç, taşralı

bir kız, hem çaldı, hem ağır ağır sürdü,

tekerleklerin içinden

bu zamana benzemeyen

bir zaman geçti.

Enis Batur şiiri, kendi döngüsünü bir başlangıca muhtaç olmadan tamamlayan bir şiirdir. Bir tarafıyla soğuk, bir tarafıyla zengin.

Soğuk, çünkü şiir kendini var kılan gerekçeyi gizliyor. Eklem yerlerindeki hareketin tınısı mekanik bir tat bırakıyor damakta. Şiirsel duyu, tam etken olacakken ki, okuru 'tutacakken ki' bir noktada birden geniş bir ovaya çıkarıyor yolun ucunu. Ansızın karşısına çıkan bu genişlik karşısında okur panikleyiveriyor.

Öte yandan, dünyasının genişliği ve her ayrıntıya bir yurt kuruşuyla zengin, açılımlı ve yararlanılacak yönleri fazla olan bir şiirdir.

Tıpkı bir yaz sesi gibi.

Yazın sesi, her şeye bir 'evvel' olma aceleciliği ile orayı burayı dolaşırken, sükunetin gölgesinin ensesinde gezdiğinin de farkındadır. Her şey, bir sükunetle muhkem ve mükemmel. Okumanın ve düşünmenin muhtaç olduğu sükunet belki de en çok yaz mevsimin odalarında gizlidir. Güneşin ve uzun günün ele ele vererek oluşturduğu bu sükuneti ve bu sükunetin mekanlara doluşundaki görkemi Mekanın Poetikası adlı kitabında felsefi yorumlara tabi tutan Fransız filozofun toprağı bol olsun. Bu doyumsuz kitabı kaç kişi yazın okumuştur, bilmek imkansız. Ama, ışık huzmelerinin odalara ve boşluklara süzülüşündeki tatlı ihtişamı en iyi yorumlayan kitaplardan biri kuşkusuz ki odur. Bu Fransız filozof sayesinde güneş ışığı, çocukluk, odalar, tavan araları ve merdivenler, hayatımızdaki yerlerine derin bir şekilde yeniden yerleşirler. İnsanla eşya arasındaki mesafe bir 'metafizik kapanışla' ortadan kalkar ve birbirlerinin ısılarında yok olacak kadar yakınlaşırlar.


BİLGE EMERENC

Eşya ile insan arasındaki ilişkinin aracısızlaşması, elbette ki, insanın bir yorumu, bir üslubudur. İnsan, eşyaya fizik ötesi bir üslup vererek onu kendine yaklaştırır. Kendileştirir. Ama, Macar yazar Magda Szabo'nun kahramanı Emerenc'in yaptığı bundan daha fazlasıdır. Çevresindeki her şeye bir nefes olmakla eşyayı da insanı da bilgeliğin derin uçurumu etrafında dolaştırmaktan adeta zevk alır. Bilge Emerenc, başkalarına, varolma biçiminin yeni bir yorumunu bizzat yaşayarak göstermek ve öğretmek amacıyla bu dünyaya gelmiş gibidir. Bana, Thomas Bernhard'ın kahramanı Ressam Strauch'u hatırlattı.

Szabo'nun dilimize yeni çevrilen romanı Kapı, Macaristan Çeviri Fonu'nun katkılarıyla Türkçeye kazandırılmış. Kapı, 2003 yılında Fransa'nın Femina Ödülü'ne layık görülmüş. Yapı Kredi Yayınları'nca okura sunulan roman, yazarın dilimize kazandırılmış ikinci kitabı.

Bu yaz sıcağında Emerenc'le karşılaşmış olmaktan mutlu oldum. Ama, daha önemlisi şu; Macarlar kendi yazarlarını başka ülkelere tanıtmak için bir fon kurmuş. Benzeri bir çabayı Türkiye'nin de gösterdiğini biliyoruz. Özellikle son yıllarda bu yönde bazı çalışmalar yapıldı. Umarım, bir karşılık buluyordur. Ve, çabalar boşa gitmiyordur.

17 yıl önce