|

Yobaz biziz, en güzel taraflarımızla biz

Cemil Meriç'in Bu Ülke'de, yobazlık üzerine sarf ettiği şu sözlerinin Ömer Faruk Dönmez'i daha doğru anlamamıza yardımcı olacağı kesin: “Yobazlık, Şark'ın nefis müdafası. Yobaz, samimiyet, yobaz kendini bir nass'a hapseden idrak; bir nass'a yani sonsuza. Yobaza düşmanlık, tarihe düşmanlık”

Akif Kuruçay
00:00 - 7/02/2012 Salı
Güncelleme: 23:59 - 7/02/2012 Salı
Yeni Şafak
Yobaz biziz, en güzel taraflarımızla biz
Yobaz biziz, en güzel taraflarımızla biz

Hep Aynı Hikâye, Bir Kitap Bir Balta, Hamza adlı kitaplarıyla tanıdığımız yazar Ömer Faruk Dönmez'in yeni kitabı, Bir Yobazın Günlüğü adıyla İz Yayıncılık tarafından yayınlandı. “Bir kitap oluşturma niyetiyle baştan sona kaleme alınmış” hacimli bir metin olma özelliği taşıyan Bir Yobazın Günlüğü, gayet akıcı bir üslupla günlük tarzında kurgulanmış, otobiyografik unsurlara da yer veren bir kitap.

“Kimim ben?”

Ömer Faruk Dönmez'in kitabıyla karşılaştığımda zihnimde ilk uyanan şey, Cemil Meriç'in Jurnal'de “kendine” yönelttiği şu soru oldu: “Kimim ben?” Hepimizin adına sorulmuş bu sorunun yanıtı da hazırdı: “Hayatını Türk irfanına adayan, münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi!” Dönmez'in fikirlerinden çokça etkilendiği Meriç, yaşadığı toplumda modernitenin zindanına hapsolmuş insandaki ontolojik yetersizliğin farkında bir aydındır. Onun irfan arayışındaki zahmetli uğraşısı, titiz fikir işçiliği kendini en çok netameli bir takım kavramlara getirmiş olduğu yaklaşımda hissettirmiştir. Soru düşünen ve akleden her birey için açıktır: “Kimim ben?” Kavramların algılanışı, bizim için bu nedenle hayatidir. Modernitede bir başkasınca nasıl tanımlandığımız, ne olduğumuzla eş değerdir. Bu sebepten dolayı, kendi dil evrenimizi ve fikir dünyamızı kurmadan aksini iddia etmek, yani “olduğumuz gibi görünmek” mümkün değildir ve ne olduğumuzun -kimsenin keyfine kalmaksızın- tarafımızdan en doğru şekilde tanımlanması gerekmektedir.

Emperyalist talan

Yaklaşık son iki yüz yılımıza damgasını vuran Batıcı yaklaşım, Batı'nın “Şark meselesi” ile başlatıp “Hasta adam”la meşrulaştırdığı emperyalist talan ve kapitalist yağmanın “muasır medeniyet” olarak yutturulmasına ön ayak olmuştur. Özellikle din ve dil meselelerimizi adeta çözülemez bir sorun haline dönüştüren resmî, ideolojik tutumların, yeni bir toplum yaratma iddiasından yola çıkarak giriştikleri kimliklendirme ve konumlandırma çalışmaları; gericilik, yobazlık, sağcılık, solculuk, gibi bir dolu şizofrenik göstergenin üretilmesine neden olmuştur. Bu göstergeler, emperyalist talancının kültürel ve ahlaki değerleri merkezileştirilerek üretilmiştir. Bu nedenle de gericilik, yobazlık, dindarlık, modernlik gibi kavramların güvenilirlikleri bir yönüyle şaibeli, tartışmaya alabildiğince açıktır. Kimliğinin başkası üzerinden tanımlamasını naçar kabullenmiş yaralı bir toplumu sağaltmak hayli zordur. Zira başkasınca tanımlanmak, günümüzün popüler tabiriyle, ötekileşmenin ön koşuludur. Ötekileşmek, sonraki süreçlerde hiçbir hakkın tanınmaması, hatta önceden sahip olunan hakların da bir bir elinden alınmasına rıza göstermek anlamına gelmektedir. Şairin, “Öz yurdunda garip öz vatanında parya” demesinden murat da bu olmalı.

Kitabının birçok yerinde yazar, inançları, tercihleri nedeniyle kendisine reva görülen yakıştırmalara şiddetle karşı çıktığı ve ters etkiyle bu yakıştırmaları benimsemiş göründüğü anlaşılmaktadır. “Benim ülkemde 'modernlik' ve 'dindarlık' öyle bir ayrıma tâbi tutulmuştur ki, modernlik, İslam'dan mümkün olduğunca uzaklaşmak şeklinde yorumlanmış ve yüceltilmiş; dindarlık ise yobazlıkla aynı şey sayılmış ve küçük görülmüştür. Bu yüzden, yükselen değerler açısından baktığımızda; kişinin, gözle görülür bir utanç duymadan, dindarlığını söz konusu etmesi veya ibadetlerinden bahsetmesi, hayli güç hale gelmiştir... Yani benim ülkemde uygulamalar, gerçek bir mümin olmayı, ancak hor görülmeyi göze almakla mümkün hale gelmiştir...” demek suretiyle Türkiye'deki değer manipülasyonuna dikkatleri çeken yazar; bunun sonrasında inancından aldığı güçle karşı durduğu zihniyete meydan okur: “...Evet, dindar olduğumu söylüyorum: çünkü aşağılanmayı ve hor görülmeyi göze alıyorum. Çünkü yobaz kabul edilmeyi göze alıyorum. Ben dindarlığımdan gurur duyuyorum...” Bu satırlar, “mesaj kaygısı duyan” kitabın varlık sebebini de net biçimde koyuyor. Yazar ayrıca, sanatını ideolojisine feda edebileceğini ısrarla vurgulamayı da ihmal etmiyor.

Meriç ve Atay'ı anlamak

Burada, yazarın dayanak noktalarından biri olan Cemil Meriç'e dönmem yerinde olacak. Meriç'in Bu Ülke'de, yobazlık üzerine sarf ettiği şu sözlerinin Dönmez'i daha doğru anlamamıza yardımcı olacağı kesin: “Yobazlık, Şark'ın nefis müdafası. Yobaz, samimiyet, yobaz kendini bir nass'a hapseden idrak; bir nass'a yani sonsuza. Yobaza düşmanlık, tarihe düşmanlık. Yobaz biziz, en güzel taraflarımızla biz.”

Kitapta, Dönmez'in, üslubuna sadakatle bağlı kaldığı Oğuz Atay'ın “aydın” kimliğiyle örtüşen tavırları da dikkat çekicidir.“Sizi sevmiyorum ey insanlar! Ah pardon. Böyle başlamamalıyım. Sizi sevmek istiyorum ey insanlar; hem de çok sevmek istiyorum; ama sevemiyorum...” şeklindeki başlangıç satırları; Atay'ın, “canım insanlar”ına karşı duyduğu sitemi anımsatır; yazar yer yer Atay gibi davranmakta, iç sesini dış sesle karıştırabilmektedir. Tutunamayanlar'daki Olric'in görevini, Bir Yobazın Günlüğü'nde Gregor (Kafka'dan ilhamla) üstlenir ve Gregor da Olric gibi, “başkan”ını kitabın akışı içinde fikirlerini sergilemeye hazırlar. Dayatılmış edebî şablonlardan ve biçim endişesinden, “Tüm edebî türleri protesto” eden bir duruşla, Atay gibi, Dönmez de büsbütün azadedir ve biçim özgürlüğün sağladığı rahatlık, onda ifade zenginliğine dönüşmüştür.

Sonuç olarak; adıyla birlikte uyandırdığı merak duygusunu, modern hayatın ekseninde değinilen ilginç, tartışmalı konuları ve akıcı üslubu sayesinde sonuna kadar sürdürme başarısı gösteren, kurguyla özyaşamın içiçe geçtiği postmodern bir hicivdir diyebiliriz Bir Yobazın Günlüğü için. O, Bu Ülke'nin bir hikâyesidir. Burada, ünlü Romalı şair Horatius'un “Ne gülüyorsun? Çeşitli hal ve isimlerde anlatılan, senin hikâyendir.” deyişini anımsamamak imkânsız. Dönmez'in anlatısı da okura bir idrak sorumluluğu yüklüyor: “Ben hikâyemi anlattım; şimdi sen ne yapacaksın bakalım?” dercesine...

12 yıl önce