|

Yorgun akşamlarımız yadigâr bir çiçek gibi solmadan

Turan Karataş
00:00 - 9/07/2008 Çarşamba
Güncelleme: 00:39 - 9/07/2008 Çarşamba
Yeni Şafak
Yorgun akşamlarımız yadigâr bir çiçek gibi solmada
Yorgun akşamlarımız yadigâr bir çiçek gibi solmada

Az roman telif ettiğine hayıflandığım iki yazardan biridir Abdülhak Şinasi Hisar; diğeri de Ahmet Hamdi Tanpınar. Bu geçmiş zaman efendisinin, bu görkemli köşkler ve yalılar müellifinin birbirini adeta tamamlayan ya da biri diğerinden ateş alan, tabir caizse rol çalan üç güzel romanının tadı damağımdadır. Hem Fahim Bey ve Biz, hem Çamlıca'daki Eniştemiz, hem de Ali Nizamî Beyin Alafrangalığı ve Şeyhliği tam bir üslup abidesidir. Her üç romanı da okudukça o tadına doyulmaz kelime ışıltısını, cümle rayihasını, anlam çeşitlenmesini satır satır içinize çekersiniz.

Edebiyatımızın önemli bir devresine tanıklık etmiştir Abdülhak Şinasi. Onun yazı hayatının ilk yıllarında kaleme aldığı yazılardan bir kısmı, şık bir kitap içinde çıkıp gelince, ancak bir yazara tiryaki olanların bilebileceği tatlı bir sevinç duydum. Daha güzeli, Kitaplar ve Muharrirler genel başlığı altında hazırlanan üç ciltlik külliyatın devamının gelecek olması. İlk kitap "Mütareke Dönemi Edebiyatı" alt başlığını taşıyor. (Yazıları okuyup bitirdikten sonra, bu alt başlığın iddialı düştüğünü düşündüm. Bir de, yazıları gazetede/ dergide çıkış sırasına göre (kronolojik) değil de aynı konu kişi/ eser üzerine olanları arka arkaya kitaba koymak daha doğru olurdu kanaatine vardım.)

Kitapta, altısı dönemin gözde dergisi Dergâh'ta, altısı Yarın'da, kırkı da İleri gazetesinde yayımlanmış toplam 52 yazı yer almaktadır. Yazıların 49'u 1921'de, son üç yazı da 1922 yılında okuyucunun huzuruna çıkmış. Söz konusu metinleri yeni harflere aktarıp kitabı yayına hazırlayan Necmettin Türinay'ın kaleme aldığı "ön söz"de dönemin düşünce eğilimleri özetlenmekte, Abdülhak Şinasi'nin yazılarıyla böyle bir vasatta kendi özgü düşünüşünün kıvılcımlarını nasıl yaymaya çalıştığı anlatılmaktadır. Yazıların ortaya çıktığı dönemin fikrî zemininin de açıklandığı ve böyle bir ortamda bir aydın-yazar olarak Abdülhak Şinasi'nin dünya görüşünün, olaylara bakışının, hayatı algılayışının ana hatlarıyla belirlendiği bu "ön söz"le kitabın değerine değer katılmış.

Abdülhak Şinasi'nin Fikret'in şahsiyetine ve eserine dair özgün değerlendirmeleri, tespitleri; Ahmet Haşim'in şiirinin anlaşılması yolundaki izahları edebiyat tarihimize önemli katkılardır. Ayrıca Fuat Köprülü, Mustafa Şekip, Tahsin Nahit, Necip Asım, Ercüment Ekrem, Halil Nihat gibi Meşrutiyet sonrasının edebiyat ve düşünce adamları, eserleri vesilesiyle muaheze edilmektedir. Bunlara ilaveten bugün artık edebiyat araştırmacılarının dahi bilmediği, edebiyat tarihlerinin hatırlatmadığı unutulup kaybolan eşhas ve eserinden bu yazılar sayesinde haberdar oluyoruz. Söz gelimi dönemin gözde romancısı Ali Zeki Bey ve hakkında Yakup Kadri'nin bile yazı kaleme aldığı romanı Alev ve Duman. Daha niceleri… Vecizeler'ini üç kitapta neşreden Mehmet Cemil Bey, genç yaşta öldüğü için bir "eser-i sanat" bırakamamış Nüzhet Sabit, bugün gözlerden nihan olan Haşim Nahid Bey… Kitaplar ve Muharrirler yazarının Ali Zeki Bey ve eserleri hakkında üç yazı kaleme alması, dönemin edebiyat vasatının aslında epeyce fakir olduğunu, beri yandan döneminde bu derece okunan ve konuşulan bir yazıcının ve yazdıklarının daha üstünden yüzyıl geçmeden ününün, adının, izinin nasıl silinip gittiğini düşünmek gerekiyor. Bu arada, kitapta Mütareke döneminde yanımızda olduklarını yazdıklarıyla beyan eden Türk dostu Batılı iki yazara (Pierre Loti, Claude Farrére) tahsis edilmiş altı yazı var.

Elimizin altındaki kitap, hazırlayanın da belirttiği gibi, Abdülhak Şinasi'nin Türk okuruna kapalı kalan eleştirmen yönünü ortaya koyması bakımından önemli. Bununla birlikte, yazarın sanat ve edebiyat konularındaki özgün düşüncelerini yansıtması, eserin diğer bir kıymetli tarafı. Söz gelimi, yazarımızın daha 1921'de, elli yüz yıl sonrasının hikâye ve romanının varacağı yeri görmüş olması, 20. asır sonunda itibar görecek edebiyat eserlerinin niteliklerinden haberdar etmesi, öngörüsünün ve ufkunun genişliğini ispat etmektedir. Küçük bir numune: "Garp edebiyatlarında, hikâye ve roman olarak en meşhur olan eserler, tahkiyesi kuvvetli birer 'vaka hikâyesi' değil; sanatlı, şumullü, ahlakî, derin eserler, birer kalp, fikir veya bütün devir hikâyeleridir." Abdülhak Şinasi bunu ne zaman söylüyor? Ömer Seyfettin hikâyelerinin her kesimden okuyucunun teveccühünü kazandığı ve gündemde olduğu; Memleket Hikâyeleri'nin kitap olarak yenicek neşredildiği bir zamanda.

Talim, tedris, terbiye konusundaki dikkatlerini de anmak gerekir yazarın. İsmail Hakkı Bey (Baltacıoğlu) ve eseri vesilesiyle kaleme aldığı yazılarda Abdülhak Şinasi, milli bir tedrisatın yararlılıklarını anlata anlata bitiremiyor. "Talim ve terbiyenin, bilhassa bir ahlak ve ruh meselesi olduğunu" hatırlatıp haklı olarak "soysuz bir terbiye olamaz" diyor. Millilik/ yerlilik bağlamında "ateşi ve nuru ancak benliğimize doğru inerek, kendi ruhumuzun derinliklerinde" bulabileceğimizi söylüyor. Yine hemen aynı meyanda "tekâmül, terakki ve medeniyet, dıştan gelme ve ithal bir şey değil, içten gelme bir inkişaf, bir hamledir" diyor. Kitaplar ve Muharrirler'in bu ilk cildinde şiirli denemeler de var. Hele bir " Kitaplar Karşısında Gençliğin Buhranı" serlevhalı deneme var ki, ne ince hakikatleri telkin ediyor. Mesela şu cümleye bakın: "Terbiye ve tedrisin asıl gayesi iman sahipleri, mutekidler yetiştirmektir." Bu temel kaideyi bu günlerde uygulanır görmeye ne kadar muhtacız. Birtakım hikmetlerden/ özdeyişlerden/ aforizmalardan mürekkep "Bir Genç Edibe Nasihatler", "Kitaplar ve Muharrirlere Dair Mülahazalar", "Edebiyata Dair Mülahazalar", "Edebiyat Yollarında Nafile Nasihatler", "Seninle Şair" başlıklı fasılları, "Şiirde Vuzuh" denemesini bu çerçeveye dahil edebiliriz. Bu tatlı vecizelerden birkaç örnek vermek isterdim. Fakat beğendiğim o kadar çok ki, bu sınırlı değerlendirmede hangi birini zikredeyim. Kitaptaki bütün yazıları okumakta tembel davranacak okura, bilhassa bu yazıları okumalarını tavsiye ederim.

Milletinin geleceğini düşünen, inanan, samimi, sanat ve edebiyat âşığı bir yazar var karşımızda. Heyecanla ve gelecekten ümitvar bir eda ile "biz yürüyen ve nazarlarını yıldızlardan ayırmayan henüz genç, henüz dinç bir milletiz" diyerek okuruna umut aşılıyor. Yazardaki imana bakın ki, bunlar, "vatanın geçirmekte olduğu emsalsiz buhrana rağmen" söylenir. Hâlâ aynı vasfı taşıyan yani gençliği ve dinçliği hâlâ üzerinde olan aziz milletimin bugün de bu kabil aydınlık cümlelere ne çok ihtiyacı var. Yine bugün hep zihnimizde asılı durması gereken bir uyarı: "Bir yabancı memlekete gelen adamın asıl aradığı dost, o memleketin sahibi değil, kendi menfaatidir." Buna karşılık bu yazılar, yer yer "Mütareke döneminin bezgin ve bulanık atmosferini" de tasvir ediyor. "Bu satırların yazıldığı esnada vatanın kanı, en hayırlı evlatlarının damarlarından akıyor" cümlesi, ne kadar ateşîndir.

Dönemin şartlarından, olaylarından hareketle yazılmış bu bağlamdaki birkaç yazının bugün önemi kalmamış gibi görünen satırlarında yer yer parlayan öyle cümleler, hükümler var ki tam da bugünkü sosyal hayatımıza, ruhî durumumuza tekabül ediyor; onlara açıklık getiriyor. Öyle ki o gün yakınılan hususlardan bugün de şikâyet ediyoruz. Abdülhak Şinasi 1921'de soruyor: "Acaba bizde niçin en nâfî, en elzem, müsmir olması me'mûl teşebbüsler neticesiz kalır?" Bu soruyu tereddütsüz bugün de sormuyor muyuz? Hülâsa, yazarın cümlesiyle söylersek "bu selahiyattar imzadan mütehassis olacak karilerin, eski zamanlarımız içinde öğrenilecek pek çok canlı mevzular bulacağından eminim."

Abdülhak Şinasi'deki ciddi üslup kaygısı, ilk kalem tecrübeleri olan bu yazılarda bile aşikâr. Yazılarda yer yer "şiire has bir ahenk" duyulur. Daha o yıllarda, bu yazılar hakkında çıkan bir değerlendirme yazısındaki şu cümle manidardır: "Kelimeler bir musiki, satırlar bir mısra ve makaleler de bir beste kadar ahenklidir." Ayrıca, yazarın dediği üzre "nâfiz olmak için, söyleyişte daima bir iman bulunmalıdır" vasfını, bu yazılar ne çok hak ediyor. Yazıların dilini bugünkü genel / ortalama okuyucunun kısmen anlamayacağı kaygısı taşıyorum. O sıhhatli, revnaklı şiirli cümlelerde yer yer, artık çok uzaklarda kalan ve unutulan eski akrabalar gibi aniden karşımıza çıkan, hafızası diri olanları bile şaşırtan bu sebeple tanınmayan, anlaşılmayan kelimelerle karşılaşıyoruz. Fakat her halükarda Abdülhak Şinasi'nin sanatlı cümlesi, mükemmeliyetçi yazma tutumu 87 yıllık bu eskiliği bir ölçüde telafi ediyor. Gerisi de okurun cehdine kalıyor. Birkaç yazım hatası, artık nazarlık gibi telakki edilmeli. Sadece, 122. sayfada yazının sonundaki "25 Temmuz" yazılan tarih "29 Temmuz" şeklinde düzeltilmeli. Bir de, yazar kullanmış olsa bile virgülden sonraki "ve"ler kaldırılsa daha iyi olmaz mıydı?

Yazımızın hâtimesini, Abdülhak Şinasi'nin buraya kadar söylediklerimizi taçlandıracak cümleleriyle bağlayalım: "Bir çiçek tarlasından gelen kokular gibi, bu kitaplardan bin fikir, bin his, bin ses öyle müessir bir surette yayılır ki bu şiiri tarife imkân kalmaz. Sevilen saçlar gibi hafızayı ta'tir eden şiirler ve öpülen güzel gibi ruha sıcak akan felsefeler ve kadın sineleri kadar müskir kitaplar baş döndürmez de ne yapar?"

16 yıl önce