Abdülhamid 101 yıl önce tahtan indirildi. O, bir kesim tarafından hep Meşrutiyet karşıtı, Kızıl Sultan ve korkak olarak anıldı. Peki nasıl oluyor da bunca yıl sonra hala sözü ediliyor? Dış siyaseti, açılım politikasıyla bugün nerede duruyor? Mustafa Armağan ilkinin devamı niteliğinde olan 'Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı 2' kitabında yeni bilgi ve belgelerle oyunu yeniden başlatıyor.
Türkiye'de Tanzimat'tan beri oyun oynanıyor. Bu toprakların değerlerine, kimliğine ve varlığına karşı açılmış bir savaş bu. Sultan Abdülhamid işte bu oyunu bozmaya ve ona karşı kendi oyununu devreye sokmaya çalıştığı için 'Kızıl Sultan' ilan edildi. Slogan, Abdülhamid'in jübilesinden beri sahnenin ilk defa yeniden düzenlendiğine işaret ediyor. O sözü Ergenekon'la da bağdaştırabilirsiniz. Türkiye'de bir oyun oynanmıştı ve bu oyunun karşı oyunu şu an sahnede. Abdülhamid'i anlamanın bir faydası da, bugünkü bazı şifrelerin çözülmesine hizmet etmesi.
1940'lardan beri Türkiye bu yeni resme alışma yolunda. 1942'de Nihal Atsız “Abdülhamid Kızıl Sultan değil, Gök Hakandır” tezini ortaya attığında başına gelmeyen kalmamıştı. Türkiye'de, Aydınlar karşı çıkarken taban Osmanlı ve Abdülhamid'e son derece sıcak bakıyor. Öyle ki, Türkiye'nin Batısında insanlar Abdülhamid'i dahi politikacı, usta diplomat ve zeki devlet adamı olarak seviyorlar. Doğuda ise bunlar zaten öyle de, o bir evliya diye bakılıyor.
Hayır, haksızlığı düzeltmeye çalışıyorum. Cemil Meriç'e atıfta bulunarak “Mazlum bir tarihin sesi olmak istiyorum” demiştim yıllar önce; bu sesi kısılmış tarihe sıvanan yalanlarla savaşıyorum. Yüz yıl boyunca sadece İttihatçı gözüyle anlatılmış bir kişiyi, kendi gözüyle ve kendi gözümüzle yeniden anlatmayı deniyorum. Abdülhamid'i İttihatçı bakıştan farklı bir gözle değerlendirdiğinizde şaşırtıcı bir resim çıkıyor karşınıza. Bu bazılarına 'aklama' çabası olarak görünebilir. Ben “ihkak-ı hak” peşindeyim.
Malum Türkiye iki meşrutiyet denemesi yaşadı. İşin garibi, her iki Meşrutiyeti de ilan eden kişi, 'Meşrutiyet düşmanı' olarak bilinen Abdülhamid'dir! Şimdi bu nasıl bir meşrutiyet düşmanlığı? Anayasayı lağv etmemiş ve Meclisi de kapatmamış, hiçbir siyasî idam cezasını onaylamamış olan Abdülhamid, meşrutiyet karşıtı olarak görüldü. Oysa Abdülhamid hiçbir zaman “Meclisi kapattım, anayasayı kaldırdım” demedi. En fazla anayasayı askıya aldığını söyleyebiliriz, yine de bazı atamalarda ve iradelerde anayasaya dayandığını biliyoruz.
Batılılaşma eğer Abdülhamid'in müdahalesiyle mahiyet değiştirmemiş olsa, Abdülmecid veya V. Murad devrindeki gibi devam etseydi bugün başörtüsü sorunu olmaz, başörtüsü, folklorik bir nesneye dönüşürdü. Abdülhamid sayesinde, geleneksel İslam, ideolojik bir direniş rengi kazandı. Modernleşmeyi dinle yoğurarak yeniden yorumlanması, Tanzimat'ın alafrangalaşma sürecine İslami unsuru ve yerlilik katacaktı.
Kürt açılımını kastediyorsanız o zamana kadar vergi vermeyen, askere gitmeyen, Kürtleri Hamidiye Alayları ile merkeze bağlamıştır. Abdülhamid dağılmakta olan parçaları yapıştırmaya çalışıyordu. Şimdi ise tersini görüyoruz.
Karalanmamış olsaydı, iyi biri olarak anlatılsaydı “Madem bu kadar iyiydi, neden tahttan indirdiniz?” demezler miydi? Yeni rejimi kabul ettirebilmek için eski dönemi alabildiğine kötülemeniz lazımdı. Bu meşrutiyet döneminde moda oldu. Ancak İttihatçılar ülkeden kaçtıktan sonradır ki, insanlar nefes alıp “Abdühamid'in tabutunu tahta koysaydık bunlardan iyi yönetirdi” diyebildiler.
Bir defa ne yapar eder Türkiye'yi savaşa sokmazdı. Savaşı engelleyemezdi belki ama en azından başlangıçta, 1914'de girmezdi. Sonucu görmeye çalışırdı. Bu da Osmanlı İmparatorluğu'nun ömrünü uzatırdı.
Yönetimi şahsileştirmişti. Öyle bir sistem kurdu ki, bunun içinden sadece kendisi çıkabilirdi. Mesela bir “III. Abdülhamid” yetiştirebilirdi.
Abdülhamid “son padişah” ve hilafeti çok iyi kullanmış iyi bir “imaj-maker”. Osmanlı'nın imajını içerde ve dışarda düzeltmek için çok uğraştı. Halkın onu hala sevmesinin altında bu toprakların çok derinlerine atılmış bir imza var. Anadolu'nun neresine giderseniz gidin saat kulesi, tekke, hastane, okul gibi eserler yaptırmış. Gana'dan Beyaz Rusya'ya kadar uzanan bir coğrafyada camilerde ismi anılan bir insanın üzerinde konuşulmasından daha doğal ne olabilir?
Abdülhamid'in yaşadığı dünyada bugün anladığımız manada bir demokrasi yoktu ki. Durum böyleyken Abdülhamid şöyle ya da böyle Meşrutiyete geçti. Karşısındaki grup onu gayri meşru yoldan, yani darbeyle, devirmeye çalışıyordu. Şimdi burada mutlakiyet ve meşrutiyet değil de, meşruiyet ile eşkıyalık karşı karşıyadır. Meseleyi böyle ele almazsak yanılırız.