|

'Can'ların cuma vuslatı

Sevgili Nusret Özcan'ın yokluğuna bir türlü alışamadım. Vefatının üzerinden aylar geçti, neredeyse bir yıl olacak. Mevsimler değişti. Sıcak yaz, yerini sarı sonbahara bıraktı, kara kış geldi-gitti, ardından bahar her yeri yeşile boyadı. Toprak yeniden dirildi. Kırlar renk cümbüşüyle kaynadı, çeşit çeşit çiçekler, papatyalar, laleler ve erguvanlar açtı

Şamil Kucur
00:00 - 14/02/2010 Pazar
Güncelleme: 23:12 - 13/02/2010 Cumartesi
Yeni Şafak
'Can'ların cuma vuslatı
'Can'ların cuma vuslatı
Sizi öyle özledik ki….

Gazetemizin iki Can ağabeyi vardı. Nusret Özcan ve Hamit Can. (22 Haziran 2007) Nusret Özcan ağabey, ardından da Hamit Can (12 Şubat 2010) aniden geride hoş sadalar bırakarak bu fani hayata veda edip, ayrılığın hasreti-vuslatın lezzeti ile bir an bile ayrı olmadıkları Hakk'a vuslat eylediler. Geride kalan sevenlerine hoş bir tebessüm ettirerek kimilerine de 'ah keşke…' diyerek gittiler. Edebiyatın, fikrin ilmin yanında onları farklı kılan ve de birbirlerine yakın kılan mütevazı, sade, samimi, dürüst ve edeb, erkan, ahlak, bilmeleri ve irfan çeşmelerinden içtikleri suyu, önce kendilerinde sonra da alem ve adem ile paylaşmaları idi. Dedik ya; Önce Nusret Özcan ağabey bizlere de Hamit ağabey kardeşine de evvel veda etti. Hamit ağabey ise Onun hasreti ile yaşıyordu. Çünkü o irfan çeşmesinden içenlerde vefa ve sadakat esastı. Hamit ağabey bu vefanın ve dostluğun nişanesi olarak cuma günleri Nusret ağabeyin Eyüp Sultan'daki kabrine gider, duası ile birlikte Onunla dertleşir ve halleşirdi. Hamit ağabey, Nusret Ağabeye olan sevgi, hasret ve vefasını anlatan geçen ay (20.01.2010) Yeni Şafak Gazetesi'nde 'Seni öyle özledik ki…' başlıklı yazısını Cenab-ı Hakk'a vuslat eyleyen iki Can dostumuz, ağabeyimizin aziz hatıralarına ve Rahmet duaları ile tekrar yayınlıyoruz.

Sizi özledik ki….



HAMİT CAN

Fırsat buldukça onu ziyaret ederim.

İzinli olduğum günler, yolumu Eyüpsultan'a düşürür, ikindi namazını eda edip parke taşlı, dik yokuşu ağır ağır çıkar ve soluğu kabrinin başında alırım. Aziz ruhuna fatihalar okuduktan sonra bir süre ayak ucunda oturup derin düşüncelere dalarım. Daldıkça, servi dallarının kımıltısını ve denizin mavi yüzünü görmez olurum. Gözümün önünden tatlı hatıralar akıp gider. Bambaşka iklimlerle karşı karşıyaymışım gibi bir hisse kapılırım.

VEDALAŞAMADAN GİTTİN

“Sevgili Nusretciğim” diye başlarım sohbete. İçimden ona böyle hitap ederim. (Bazen sırf muziplik olsun diye 'Nusretciğim' deyişime, ilkin şaşırmış gibi yaptığını ve ardından kahkahayla gülüp 'Ah güzel abim benim' gibi bir cümleyle konuşmasını sürdürdüğünü hatırladıkça hüzünlenirim. Gözlerim buğulanır).

Sevgili Nusretciğim, vedalaşmadan gittiğin o günü hiç unutmadım. Unutacağım da yok. Mis kokulu güller açılmıştı bahçelerde, ama yüreğimizdeki bahçeler tarumar olmuştu. Bazen arkadaşlarla senden konuşurken, birbirimize “Keşke şimdi Nusret ağabey çıkıp gelseydi” diyoruz, “O tok sesi ortalığı çınlatsaydı. Esprileriyle, bu durgun atmosfer bir anda değişir, canlanırdı.”

Yaz akşamları bir çay bahçesinde veya eski bir külliyenin avlusunda bir masaya kurulur, tavşan kanı çaylar eşliğinde koyu sohbetlere dalardık. Başlardı tatlı tatlı anlatmaya. Göz kamaştırıcı kelimelerle sanki dünyanın en harika tablolarını çizerdi. Bu kadar yoğun ve ilginç ve önemli havadisi nasıl bulur ve ustaca nasıl birbirine bağlardı, şaşardınız. Zamanın hızla geçip gittiğinin farkına varmazdık. Onu dinledikçe, eşyanın sesi ve rengi değişirdi sanki. Ölüm hayata dönüşürdü. Hayatsa, olsa olsa ancak bir imtihandan ibaretti. Yüreklerimiz cennetten esintilerle titrerdi. Kimi zamanlar da susar, çıt çıkarmadan birbirimize bakar ve 'hiç konuşmadan' her şeyi konuşurduk.

HAYATA GÜZELLİĞİN PENCERESİNDEN BAKARDI

Hayata güzelliğin penceresinden bakar ve öyle görürdü. Kalbi, bir çocuğunki gibi tertemiz ve berraktı. İnsanda hayranlık uyandıracak derecede hassastı. Karşısındakinin yüz çizgilerinden, halet-i ruhiyesini tahmin ederdi. Ki, kuvvetli sezgiye sahipti.

Nusret ağabeyle 1980'li yılların sonlarında tanıştık. İlerleyen yıllarda dostluğumuz artarak devam etti. Gazetenin çeşitli dönemlerinde aynı birimlerde ve odalarda çalıştık.

Onunla ilgili öyle çok hatıram var ki, bilmem hangisini nakledeyim? Mesela, 1994 yılına ait şu anekdotu aktarsam mı?

Mevsimlerden sonbahardı. Rahmetli Hilmi Oflaz, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi'nde kanser tedavisi görüyordu. Onu bir akşam ziyarete gittiğimizde, şiddetli bir yağmura yakalandık, sırılsıklam olduk. Kendimizi ufak, köhne bir çay ocağına zor atıp karşılıklı bakışıp gülüştük. Üzerinde çalıştığı hikâyesinden bahsetti. Üstad Necip Fazıl'ın çok sevdiği Hilmi Oflaz'ın, her sıkıntı gibi kanser belasını da güle-oynaya karşıladığından ve durumundan hiç yakınmadığından söz etti. “Hilmi ağabey, işlerini Allah'a ısmarlayan tam bir mü'mindir” dedi.

Yine doksanlı yıllar. Güzel bir yaz gecesi, Beyazıt'tan Edirnekapı'ya doğru yürüyorduk. Bir ara yorulunca 'dinlenelim' dedi. Atikali'deki eski bir taş yapının önünde soluklandık. Aheste aheste yürüyüşümüz boyunca sanattan, edebiyattan söz ettik. “Pas” adlı uzun hikâyesinde dile getirdiği “pas”ların ancak Hazreti Musa'ya verilen mucizelerden 'yed-i beyza'nın nuruyla cilalanabileceğini söyledi. “Musa aleyhisselam, elini koltuğunun altından çıkardığında bembeyaz parlarmış. Kalbler, onunla parlatılmazsa paslanmaya yüz tutar. O hikâyede hakikate sırt çeviren kalblerin, gittikçe karardığını, yani pas tuttuğuna dikkat çektim”. Söz, şiir, tiyatro, sinema ve edebiyat konularında genişledi, büyüdü. Gecenin serinliğiyle bu hoş sohbet daha da güzelleşti.

Bir gün demişti ki: “Yürüdükten kısa bir süre sonra ayaklarımın altında müthiş bir yanma hissediyorum”. Yıllarca ayağındaki rahatsızlığı geçmedi. Vefatından üçbuçuk-dört yıl önce ayak parmaklarından üçünü “kangren” ihtimaline karşı feda etmek zorunda kaldı. Aynı dönemlerde kalp krizi geçirdi. Uzun süre İstanbul'da ve İstanbul dışında birçok doktora başvurdu.

SENİN ANA FİKRİN NEDİR

Bir başka gün. Gazetenin yoğun saatleri. Merdivende karşılaştık. Gülerek dedi ki: “Sesim, spikerlerin sesine benziyor, değil mi kurban? Bu alanda çok yetenekliyimdir”. Yüzünde çocuksu bir ifade vardı. Şakalaşma isteğiyle, bir-iki kere aynı soruyu sorunca, “Yetenekli olup-olmaman bir yana. Bakalım 'yetenek' seni kurtarmaya yetecek mi?” Niyetim sadece yaptığı latifeye karşılık vermekti. Aradan iki gün geçti. Aşağı kata inmek üzereyken, fısıltıyla “Hamit abi, sana 'hususi' bir şey sormak istiyorum” dedi. (Benden bir yaş büyüktü, ama bana böyle hitap etmekten hoşlanırdı). “Buyur Nusret ağabey” dedim. Bir süre yüzüme baktı. Sonra yavaş bir sesle: “Geçen gün, 'yetenek' kurtarmaya yeter mi, falan dedin? Neyi kast etmek istedin acaba?” Birden beni bir gülme tuttu.

YÜZÜNDEKİ HÜZÜNLÜ İFADEYE BİR ANLAM VEREMEDİM

Günlerden Çarşamba (20 Haziran). Camdan dışarıyı seyrediyordum. Omzuma dokunup kendine has üslubuyla “Senin ana fikrin nedir?” diye sordu. Gülümsedim. “Sen daha iyi bilirsin... Ama yine de bir ipucu vereyim: Nusret Özcan'ı çok seviyorum...”

- Yarın ne yapıyorsun? İzinli misin?

- Evet, dedim.

- Ben de mi izin yapsam acaba?

Birkaç saniye geçmeden, dedi ki: “Allah şahittir, ben de seni çok seviyorum.” Yüzündeki o hüzünlü ifadeye bir anlam veremedim. Yalnızca hayret ettim. Daha sonra “Cuma günü seninle konuşmak istediğim bir konu var” dedi...

Cuma günü sabah işyerine geldiğimde, Nusret ağabeyin hastaneye kaldırıldığını duydum. İnanmak istemedim.

Tarih 22 Haziran 2007'di. Günlerden cumaydı evet. Saat 11'i çeyrek geçe ruhunu teslim ettiğinde, bu kez öldüğüne de inanmak istemedim. Herkes gibi ben de şok oldum.

Geçen gün onu ziyaret ettiğimde dedim ki: Sevgili Nusretçiğim, acaba Cuma günü benimle “hangi hususi konuyu” konuşacaktın? Hani demiştin ya: Dostluğumuz ebedidir, öbür tarafta da devam edecek.. Buna can-ı gönülden inanıyorum. Bu bir tarafa da Nusret ağabey, seni öyle özledim ki...Gözümde tütüyorsun... Bilmem ki, nasıl anlatsam...





Hamit Can, vakarlı hayatıyla iz bıraktı
Ali Haydar Haksal (Yazar)

Hamit Bey sevdiğimiz, ilkeli birisiydi. Diriliş düşüncesine sağlam bir şekilde bağlı kaldı. Tartışılmaz bir bağlılığa sahipti. Derbesiye Günleri isimli kitabı bizi hayli heyecanlandırdı. Ondan daha fazla nasiplenebilmek için daha fazla kitap yazması beklentisi içerisindeydik. Ancak bazen takdir, beklentilerinin önüne geçiyor. O güzel duruşu, kişiliğiyle, sevgili efendimizin yanında yer alan kişilerden olacaktır.

Ali Ural (Yazar)

Gönüllerde yer bulabilmek için, gürültü çıkarmak gerekmiyor. Hamit Can, yazarlığıyla birlikte başka, sessiz ve vakarlı hayatıyla da derin iz bıraktı. Rahmetle anıyoruz.

Tahir Yücel (Yazar)

İyi bir delikanlıydı. O dönem için okur yazar bir gençti. Bir gayreti de olmuştur. İslami çizgi de bir çalışması da olmuştur. 1978-1980 arası tanıştım kendisiyle. Allah rahmet eylesin ama acı oldu.

Mehmet Nuri Yardım (Yazar)

Sonsuzluk âlemine uğurladığımız Hamit Can, iyi bir yazar, değerli bir gazeteciydi ama bunlarla birlikte çok zarif bir insandı. Bir gönül, aşk ve muhabbet adamıydı. Mütevazılığı ve mahviyetkârlığı ile çevresinde çok seviliyor ve sayılıyordu. Diriliş neslinin bu zarif kalemi şimdiden gönüllerde taht kurdu bile.

Mustafa Özçelik (Şair)

Yazdıkları ve hayatındaki duruşu ile 'Diriliş' düşüncesine, ahlakına, hal, hareket, edeb ve vakarına sahip bir insandı.



14 yıl önce