|

Nûr-ı âlemsin bugün hem dahi Mahbûb-u Hüda

Naat Öyküleri/ Aşk-ı Muhammed adını taşıyan Mine Sultan Ünver ve Ekrem Altıntepe imzalı kitap, büyük şairlerin Peygamber (a.s.m.) sevgisini anlatan naatlerini, hikayeleriyle buluşturuyor

00:00 - 17/04/2012 Salı
Güncelleme: 03:31 - 17/04/2012 Salı
Yeni Şafak
Nûr-ı âlemsin bugün  hem dahi Mahbûb-u Hüda
Nûr-ı âlemsin bugün hem dahi Mahbûb-u Hüda

Hz. Muhammed (a.s.m.) sevgisi her dönem ve meslek erbabında farklı şekillerde tezahür etmiştir. Hz. Adem'in dilinde 'Ya Rabbi, Muhammed hürmetine affet' diye dua oldu, hattatların elinde yazı, ressamların elinde gül, müzehhiplerin elinde Hilye-i Şerif olarak şekil buldu. Bu sevgi şairin dilinde ise siire dönüştü ve adına da 'Naat' dendi.

Genel olarak Kab bin Züheyr'in Kaside-i Bürde'si ile başlayan naat geleneği daha sonra İslam kültüründen gelmiş şairler tarafından devam ettirildi. Bu alanda Peygamber'i (a.s.m.) öven binlerce naat yazıldı. Kaab bin Züheyr ile başlayan bu gelenek İmam Busiri, Mevlana, Fuzuli, Şeyh Galip, Itri ve daha niceleri ile asırları aşarak Mehmet Akif, Necip Fazıl, İskender Pala, Nurullah Genç ve daha niceleri ile günümüze ulaştı.

ŞİİR, HİKAYESİYLE BİRLİKTE

Özel bir okuyucu kitlesine sahip olan naat meraklılarına hitap eden bir çok kitap raflarda yerini aldı bugüne kadar. Daha çok seçme naatlardan derleme olarak antoloji şeklinde yayınlanan naat derlemesi kitaplarına bugünlerde Timaş Yayınları arasında çıkan ve Mine Sultan Ünver ile Ekrem Altıntepe tarafından kaleme alınan 'Naat Öyküleri - Aşk-ı Muhammed' kitabı yeni bir yorum ve bakış açısı getiriyor. Bu alanda bir ilk diyebileceğimiz çalışmada yazarlar şiir ve hikayeyi harmanlayarak özgün bir çalışma ortaya koymuşlar.

Kitapta yer alan 26 naat, sadece bir şiir olarak değil, naatın anlattığı Peygamber (a.s.m.) sevgisini, naatın yazıldığı dönemin özelliklerini, şaiirin edebi kişiliğini, şairin Peygamber sevgisini ön plana çıkaran hikayelerle sunuluyor okuyucuya. Okuyucu naatı okumaya başlamadan önce naatın nasıl yazıldığını, şairin edebi kimliğini, devrin tarihsel ve kültürel özelliklerini, şairin Peygamber (a.s.m.) sevgisini öğrenmiş, duygu dünyasını naata hazır hale getirmiş bir halde şiiri okumaya başlıyor.

Şiirin günümüzde yeterince ilgi görmediği ve okunmadığı yakınmalarını göz önüne aldığımızda bu yeni ve özgün tarzın şiire olan ilgiyi arttıracağını belirten yazarlar Mine Sultan Ünver ve Ekrem Altıntepe, şiirin en çok rağbet gördüğü Osmanlı'dan örnek veriyorlar. Yazarlara göre; 'El yazmaları haricinde kitapların olmadığı, daha çok sözlü kültürün hâkim olduğu o eski zamanlarda insanlar terennüm ettikleri şiirlerin hikâyelerini bilirler, sözü söyleyen şairin kim olduğunu tanırlardı. Dilden dile dolaşan şiirin hikâyesi de dizeleriyle birlikte anılır, şairin kimliği duyanlarda hayranlık uyandırırdı. Matbaanın getirmiş olduğu yazılı kültürle birlikte eskinin tüm bu güzellikleri de uçup gitti. Şiir, artık sarı sayfaların arasında kelimeler yığını haline geldi. Bu hikayeler hep unutulup gitmiş...' Unutulup gidenleri tekrar hatırlatmak için yola çıkan Ünver ve Altıntepe'nin kitabı şiir ve naat meraklılarına yeni bir söylemle sesleniyor.

Kitapta, Hz. Adem, Tübba Ebu Kerib el-Himyeri, Hz. Amine, Hassan bin Sabit, Kab bin Züheyr, Süleyman Çelebi, Cem Sultan, Yavuz Sultan Selim, Fuzuli, Kanuni, Sultan 1. Ahmet, Nabi, Itri, Şeyh Galip, Mevlana, İmam Busiri, Yunus Emre, Alvarlı Muhammed Lütfi, Yaman Dede, Mehmet Akif, Arif Nihat Asya, Necip Fazıl, Ali Ulvi Kurucu, Fethullah Gülen, İskender Pala, Nurullah Genç'in naat örnekle-rine yer veriliyor.


Kanuni Sultan Süleyman'ın Peygamberimiz için yazdığı naat:
Nûr-ı âlemsin bugün hem dahî mahbûb-u Hudâ

Eyleme âşıkların bir lahza kapından cüdâ

Gitmesin nâm-ı şerîfin bu dilimden dem-be-dem

Dertli gönlüme devâdır cân bulur ondan safâ

Umarım her bir adın başka şefâ'at eyleye

Ahmed ü Mahmûd Ebü'l-Kâsım Muhammed Mustafâ

Çünki denildi ona 'Ve'ş-Şems' dahi 'Ve'd-Duhâ'

Rûyuna alnına mihr ü mâhı benzetsem n'ola

Bu libâs u hây hûy u tantana nedir dilâ

Eğnine hil'at yeterken bir palâs u bir abâ

Cürm ü isyânım bir birundur gerçi hadden serverâ

Sen şefâ'at kânısın geldim sana şefkat uma

Bu Muhibbî tövbe eyler tövbesin eyle kabûl

Fitne-i şeytândan sakla onu yâ Rabbenâ

Ümmetim mi, Nâbi mi dedi?

Kitapta Yusuf Nabi'nin meşhur naatini nasıl yazdığı kendi ağzından şöyle aktarılıyor: 1678 senesinde hacca gitmek maksadıyla Sultanımız'dan izin alarak Osmanlı devlet ricalinden meydana gelen kafileyle yola çıkmıştım. Lakin Hicaz yollarına düştüğüm ilk günden itibaren Peygamber Efendimiz'in (sav) aşkından sebep, heyecan içindeyim. (...) Nihayet Medine'ye yaklaştığımızda, gece yarısı mola verdik. O vakit, ertesi sabah Efendimiz'e kavuşacak olmanın hazzıyla dilimden dualar dökülürken, kafiledeki bir paşanın, ayaklarını Medine'ye doğru uzatarak uyuduğunu farkettim. Dudaklarımdan şu beyitler dökülmeye başladı: Sakın terk-i edepten, kûy-i mahbûb-i Hudâ'dır bu!/ Nazargah-i ilâhidir, Makâm-ı Mustafâ'dır bu. (Edebi terketmekten sakın! Zira burası Allah'ın Sevgilisi'nin bulunduğu yerdir. Bu yer, Hak Teâlâ'nın nazargahı, Resûl-i Ekrem'in makamıdır.) Sabah ezanına yakın Mescid-i Nebi'ye vardığımızda, müezzinlerin minarelerden Ezan-ı Muhammedi'den evvel okudukları sözleri işitince dondum kaldım. Zira müezzinler hep birlikte benim gece söylemiş olduğum "Sakın terk-i edepten..." diye başlayan naatı okuyorlardı...

Namazdan sonra Nabi müezzini bulur ve ezandan önce okuduğu naatı kimden, nasıl öğrendiğini sorar. Müezzin, Peygamberimizin rüyasına girerek "Ümmetim'den Nabi isimli biri beni ziyarete geliyor. Onun benim için yazdığı bu şiiri okuyarak gelişini kutlayın" dediğini, onların da emri yerine getirdiklerini söyler. Nâbi bunun üzerine "Sahiden Nâbi mi dedi? Ümmetinden saymak lütfunu mu gösterdi" diyerek düşüp bayılır...







12 yıl önce