İkimizin hayatı da aslında birbirine çok benziyor.
Cem'in her kurtuluş ümidi bir engele takıldı. Benim de karşıma çıkan bir çok engel yüzünden çalışmalarım sonuca ulaşamadı. Bu açıdan Cem ile alın yazımız benzeşiyor.
Ben Türkoloji bölümünden olduktan 6 yıl sonra bir gün fakültenin koridorunda hocamı bekliyordum. Bir grup genç kızın konuşmalarına kulak misafiri oldum. Diyorlardı ki; “Papa bir Türk şehzadesini kaleden kaleye götürürken zehirlemiş” Ben daha önce bu konularla alakadar değildim ve hiçbir bilgim yoktu. Sanki benim yakınımmış gibi içim de çok büyük bir acı duydum.
Hayır. Hiç Cem'i tanımıyordum. Bu acı üzerine doktora tezimi bu genç şehzade üzerine yapmak istedim. İlk aşamada Cem Sultan'ın nerede olduğu bilinmeyen Cemşit-ü Hurşit adlı mesnevisini bulmak için İstanbul'da çalmadık kapı bırakmadım.
Nihayet Kütahya'da Vahit Paşa İl Halk Kütüphanesi'de beş yüz senedir kayıp olan eseri ortaya çıkardım.
Bulduğum eseri Türk Dili Dergisi'nde edebiyat alemine tanıttım. Fakat on yıl sonra Ankara İlahiyat Fakültesi'nin kütüphanesinde ortaya çıkan ikinci bir nüsha elime geçti.
Evet. Cem'in yazdığı bu mesnevi farklı kişiler tarafından istinsah edildiğinden iki nüsha arasında farklılıklar vardı. Benim de o farklılıkları göstererek hazırladığım metin AKM'de 1997 yılında yayınlandı.
Sonra Cem'in o güne kadar tek nüsha olduğu ileri sürülen “Fal-ı Reyhan-ı Cem Sultan” adlı mesnevisinin İstanbul Üniversite Kütüphanesi'nde ikinci bir nüshasının daha olduğunu ortaya çıkardım. Kültür Bakanlığı'nın benden istediği Cem Sultan 'Hayatı Ve Şiir Dünyası' kitabında yayınladım.
Kitabım hakkında yazanlar “Türk Edebiyatı'nda Cem'in edebi kişiliğinin ilk defa bu kadar ilmi olarak işlendiğini, hayatındaki bilinmeyenleri belgelerle ilk defa ortaya çıkarıldığını yazdılar.
Cem'in edebi kimliği ile ilgili birçok kişi 'üçüncü sınıf bir şairdi' diyor. Ben de çağını aşan bir şair olduğunu örnekleriyle karşılaştırarak ispat ediyorum.
Hayır. Bir İtalyan Türkolog “Kendisi hakkında en çok eser yazılan Sultan Cem'dir” diyor. Ben de buna ek olarak “Kendisine en çok yanlış yapılan Cem'dir” diyorum. Bu 9 yılda tamamladığım son kitabım Cem üstünde yıllardır yapılan yanlışları tarihi belgelerle düzeltiyor.
Hala bugün bile bazı kişiler tarafından ısrarla onun Hıristiyan olduğu iddiası devam ettiriliyor. İkinci olarak Rodos Şovalyeleri'ne sığındığı iddiası. Ve Cem'in Osmanlı'ya isyan ettiği iddiası...
Orta Asya Türkleri'nin hakimiyet anlayışına göre Hakan'nın zapettiği yerler hanedanın ortak malı oluyordu. Selçuklular da olduğu gibi herkes bu ortak topraklardan pay istiyordu. Buna Ülüş Sistemi deniliyordu. Fatih ile başlayan dönemde ülke, hanedanın ortak malı gibi taksim edilecek bir tereke malı gibi düşünülmekten çıkarılmış ülkenin bütünlüğü, hakimiyetin bölünmezliği ilkesi Osmanlı devlet anlayışına yerleşmişti. Cem ise bir hanedan mensubu olarak Ülüş sistemine göre oturabileceği bir yer istedi. II. Beyazıt'ta devletin devamlılığı ilkesine sadık kalarak verasetin yeni yüzüyle "Taht-ı saltanat bir gelinlik kıza benzer; iki erkekle birden müsade olunmaz" diyerek Ülüş Sistemine karşı çıkıyordu. Cem isyan etmedi. Sadece eski geleneğe dayanarak oturacak yer istedi.
Eğer Mısır'da kalsaydı, padişahlıktan çok daha önemli bir iş yapmış olacaktı. Türk kültür hayatına büyük eserler verebilirdi. Bence Padişah değil, Mısır'da kültür adamı olarak kalmalıydı.
Bunu anlamak için daha öncesine gitmek gerekiyor. 1273'te Otlukbeli Savaşı yapıldı. Fatih yüzbin kişilik orduyla Uzun Hasan'ın üzerine yürüdü. O savaşa iki oğlunu birlikte götürdü. Cem'i ise Edirne'de güvendiği müşavirleriyle beraber kendi yerine 'Naib' bıraktı. Cem o sırada Rumeli'yi dolaştı. Halk arasında dolaşan Sarı Saltuk hikayelerini çok beğendi. Ebu'l-Hayr-ı Rumi'den bu hikayelerin toplamasını istedi ve halk edebiyatını yazıya geçirmesini istedi. Cem aynı zamanda Hicaz'da Türkmen beyi Hasan Bayati'nin Farsça şiirine yazdığı Türkçe nazire münasebetiyle şairle karşılaştı. Ondan Oğuzname'ye dayanarak Osmanlı Türkleri Şecerisi'ni yazmasını istedi. O da isteği kabul ederek Cam-ı Cem Ayin'i yazdı. Bu iki örnek bize Cem'in şair olduğu kadar bir kültür adamı da olduğunu gösteriyor.
Derviş'in Türkçe'de iki anlamı var. Birincisi bir tarikata mensup olmak. İkincisi ise tasavvufta bir terim olarak bir terbiye, bir üsul ve bir tavrın anlatılışıdır. Yani bu kanaatkar, hoşgörülü ve dünya nimetlerinden vazgeçen bir insan olmak, kısacası maneviyat Sultanı olmak demek. Mekke'de yaptığı ibadetler ve o kutsal mekanlar Cem'in içinde çok büyük değişiklikler yaptı. Ruhundaki hissetiği bu değişikliği İbrahim Ethem gerçeği ile ifade etti; “Sultanlık olmaz ise dervişlik de hoştur / Gör nice terk edindi taht ile tacı Ethem” diyerek saltanatı dervişliğe feda edeceğini söylüyor. Türkiye'ye dönmeyip Mısır'da kalmak istedi.
Evet. Cem üzerinde yanlışlarıyla bilinen Murat Bardakçı diyor ki; Avrupa Cem'in ölüsünden kese kese altın kazandı. Fransa'da şehir şehir gezdirildi. Ölüsü Sultan Beyazıt'a bir servete mal oldu.” Bu bilgilerin tamamı yanlış.
Fransa Kralı 8. Charles 5. Harçlı seferinde Cem'i yanına alıp İstanbul'u almak için Roma'dan hareket etmişti. Daha önce Sultan Beyazıt tarafından Papa'ya Cem'i öldürmesi şartıyla 300 bin altın vaadedilmişti. Papa bu parayı alabilmek için oğlunun da orduyla beraber gitmesini sağladı. Oğlu Cem'i zehirledi. Yolculuğun 18. gününde Napoli'de vefaat etti. Fransa Kralı Cem'in oldüğünü kimsenin duymasını istemedi.
Çünkü Avrupa devletleri Cem'in dirisi kadar ölüsünü de kendi topraklarında olmasını istiyordu. Bu sebeple Cem'in sokak sokak dolaştırılması gerçek dışıdır. Çünkü Cem'in kaçırılma tehlikesi vardı. Bir işporta gibi sokak sokak dolaştırılması mantığa aykırı.
Papa ile Napoli Kralı Osmanlı'dan alacakları parayı aralarında taksim etmek için tabutu tam dört yıl beklettiler. Sonra Osmanlı'dan haber geldi ve “8 gün içinde tabutu vermezseniz bu Osmanlı'nın harp ilanıdır” dendi. Yeni Napoli Kıralı Osmanlı'ya ters düşmemek için tabutu verdi. Muradiye'den Bursa'ya getiriliyor. Cem Sultan'ı kendi abisinin yanına gömüyorlar.
Türbenin adı Cem Türbesi diye ünleniyor. Ama bazı yazarlar oraya Mustafa Atik Türbesi diyorlar. Halbuki Mustafa Atik Türbesi Muradiye Cami'nin yanındadır. İki ayrı türbenin çinileri bile farklı dönemlere ait olduğunu gözden kaçırmamak gerekir.
Babam Divrik'te doğuyor ve rüştiyeyi okuyor. Mısır'a El Ezher Üniversitesi'ne gönderiliyor. İstanbul'a geliyor. O dönemde Uşak'ta Adanalı Mehmet Medresesi var. Dedem ölünce müderrislik açıkta kalıyor. O yüzden babamı Uşak'a müderris tayin ediyorlar. Babam deve yüküyle Mısır'dan getirdiği kitaplarını özel yaptırdığı kütüphaneye koyuyor ve orada çalışmalarına devam ediyor. Ben babamı hep yazarken gördüm. Ölümünden bir müddet sonra ben yurtdışında görevdeyken dayım kütüphaneyi kitaplarıyla beraber vakıflara bağışlamış. Ben de kitapların muhafazası için Süleymaniye Kütüphanesi'nde olduğu gibi 99 yıllığına Kültür Bakanlığı'na emaneten verdim. Onlara kitapları dışarıya çıkarmamalarını ve fişlenmesinde benim de yanında olmam şartıyla verdim. 5 yıl sonra kütüphaneyi açmışlar Uşak'ın Kültür Müdürlüğü'nün mahzenine atmışlar ve gelen giden yağmalamış. Geri kalan bir miktarı Milli Kütüphane'ye göndermişler.
Ben de bu olaydan önce babamın kendi yazdığı kitaplarından bir kısmını eve getirmiştim.
Babamın kendi yazdığı kitapları da çalındı. Elimdeki on beş kitabının fotokopilerini ve CD'sini çıkardım.
Tasavvuf üzerine. Beni aşan şeyler. Şimdi bu yazıları İlahiyat Fakülteleri'ne vereceğim doçentlik ve profesörlük tezi olarak çalışacaklar. Ben de şimdi "Babamın yazdığı kitaplar kimin elindeyse getirsin, parasını vereyim” diyorum.
Bir hakim diğeri doktor olan iki abim vardı.
Cem Sultan'a ait belgelerimi İSAM'a verdim.
Olmaz olur mu var.
Babamın kütüphanesini dini bir kütüphane olarak halkın kullanımına açmak istiyorum. Uşak'ta babamın kütüphanesi bir cami avlusundadır. Bu külliyenin girişinde yanında bir çeşme olan mermer bir kemer vardı. Babam bu çeşmenin dibinde dinlenirdi. O çeşmeyi yineden yaptırıp Kütahya Çinileri'yle bezemek istiyorum.
Çünkü babam Kütahya'da “Meclis-i Umum Azası” (il idare) idi. O sebeple çeşmeyi Kütahya çinileriyle süslemek istiyorum.
Halim yok. Cem bitti ama benim kafa yapım daha on güzel eser yazabilir hale geldi. Daha başka araştırmalar yapabilecek olgunluğa erişti. Ama artık eskisi gibi değilim, sırtım ağrıyor. Ben makaleler de yazıyorum ama yayınlayacak yer bulamıyorum.
Münevver Okur Meriç, Cem Sultan ile ilgili bilinen 'yanlış'ları ortaya çıkarmak için ömrünü vakfetmiş. Meriç, konuşma sırasında kendisini Cem Sultan'ı araştırmaya iten nedenleri derinlemesine açıklamadı. Ama ondan ne zaman bahsetse gözleri doldu. Günümüz tarihçilerinin Cem Sultan hakkında yanlış bilgiler verdiğini savunuyor ve bunu belgelerle açıklıyor. Üç kitap çıkarmış ama kitaplardan hiçbir gelir elde etmemiş, bu işi para için değil tarihe hizmet için yapıyor. Çengelköy'deki evinde tek başına yaşayan Münevver Hanım'ın şimdiki projesi ise hem alim hem de yazar olan babası Hacı Ahmet Okur'un kitaplarını bulup Uşak'ta adına çeşme yaptırmak...
Bir çok açıdan önemli. Cem'in bilinmeyen tarafları; Cem iyi bir şair olduğu kadar çağını aşan bir şair. Türk gençliğine örnek biri. Gurbette olmasına rağmen hem memleketini hem dinini hemde Osmanlı'nın haysiyetini korudu.
Benim söylemek istediğim şey şu; hala Cem'in Hıristiyan olduğu, Osmanlı'ya ihanet ettiği, Rodos'a sığındığı gibi onu aşağılayan iddialar dillendiriliyor. Bu iddiaların yanlışlığını tarihi belgelerle doğrusunu göstermek.
Sultan Cem'in annelere örnek olmasını istiyorum. Bu topraklarda yetişmiş iyi çocuklarımız Avrupa'da çok para kazanırlar diye çocuklarını yurtdışında çalışmaya teşvik ediyorlar. Bu ülkenin bu iyi yetişmiş çocuklara ihtiyacı var. Cem de Fatih Sultan'ın özenle yetiştirdiği bir şehzadesiydi. Kendi iradesi dışında esarette bile ona teklif edilen Osmanlı Sultanlığı'nı hem Osmanlı'nın hem de İslam'ın haysetini korumak için reddetti. Bence Cem annelere ve gençlere güzel bir örnek.