Doktor bir aileden geliyorum. Annem iç hastalıkları uzmanı babam genel cerrah ve anestezist. Onların ihtisası nedeniyle on yıl Almanya'da kaldık. Her ne kadar Türkiye'de doğmuş olsam da çocukluğumun büyük bir bölümünü Almanya'da geçirdim. Alman disiplini bilincinde yetiştim. Eşim zaman zaman bana “Ne kadar Almansın” der.
Bazen katı ve hoşgörüsüz olabiliyorum. Aslında diğer taraftan hayatınızı kolaylaştırıyor çünkü verdiği sözü yerine getiren biri oluyorsunuz. Ama dışarıdan da aynı davranışı beklediğinizde o zaman bu konuda tahammülsüz olabiliyorsunuz.
Ben şanslıyım. Eşim ne kadar Arap kültürüyle büyümüş olsa da benzer özelliklerimiz var. Bana “çok katısın ve Almansın” dese de kendisi de disiplinli ve programlıdır.
Çok avantajı var. Almanya'nın başarısının tesadüf olmadığını düşünüyorum. Hem ekonomi deki başarısı hem de dünyadaki konumu itibariyle. Çok çalışkanlar, dakikler ve mesai saatleri uzundur. Bu benim hayatımda da hep böyledir. Çok çalışırım, iki mesleği aynı anda yürütebilecek kadar hemde. Kimse bana “işini aksatıyorsun” diye gelmez, aksatmam çünkü. Bu bana Alman kültürünün verdiği birşey oldu.
Ben değilde yanımda çalışanlar sıkılıyorlar. Sosyal hakları dahil her türlü insan hakkına kavuşmuşlardır, vaad ettiğim herşey gerçekleşir ama onların karşılığını da isterim. Saatlerini, dakikalarını takip ederim. Benim gibi böyle disiplinli çalışanların sayısı az olduğu için katı kalıyorum.
Öncelikle çalışan bir annenin çocuğu oluyorsunuz. Bu sebeple onlarla daha az vakit geçirebildim. Kendi başıma idare etmeyi de çok çabuk öğrendim.
Evet bol bol antibiyotik alan bir çocuktum. Bu nerdeyse bütün doktor anne ve babaların çocuklarının yaşadığı bir durum. Bir de tabi hastalanmaya başladığınızda ilk teşhisi onlar koyduğundan hastalığınız ilerlemiyor.
Bol oyunlu bir çocuklukluk geçirdim. Almanya'daki çocukluğum çok demokratik bir ortamda geçti. Dezavantajı, çok erken yaşta ayrımcılığı öğrendim. Türk olduğum için dışlandığım zamanlar oldu. Bunlar çok acı deneyimler. Öyle şeyler yaşadım ki artık orada yaşamak istemiyordum.
Çok başarılı bir öğrenciydim. Almanlardan daha iyi konuşup daha iyi yazıyordum. Ama çok hırçın bir çocuktum çünkü bu tarz olaylar beni hırçınlaştırıyordu. Kendimi hep çalışkanlığım ve başarımla ıspatladım.
Tabiki çevrenizden de kaynaklanıyor. Annem ve babam mesleklerine çok aşıktır. Ben bundan çok etkilendim kendi mesleğimi seçerken. Ama kızkardeşim ekonomi okudu.
Vicdanı çok yoklayan bir meslek. Vicdanınız zayıfsa, yapmamanız daha iyi. Bir çok şeyin manevi olarak bile karşılığını alamadığınız zamanlar oluyor. Sizden memnun kalmayabilir, parasını ödeyemeye bilir. Ona yardımcı olduğunuzu bilmeniz bile sizi tatmin eder. Hasta size çok kötü de davranabilir. Kendi kederinden ve koşullarından ötürü olabilir. Bu durumda empati kurup hiç alınmamanız gerekiyor.
Evet. Alttan almalısınız çünkü hiç bir meslekte kişilerin kötü durumlarına şahit olmuyorsunuz. Çok iyi bilgi sahibi olmanız ve sentez yeteneğinizin olması lazım. Herkes okullarını okuyor ama neden bazıları daha başarılı? Sadece merhamet ve vicdandan dolayı değil. Sentez yeteneği güçlü olduğu için.
Sizi önemseyip hürmetlerini gösteriyorlar ve kendilerini emanet ediyorlar. Bunu başka kime yapıyorlar. Yeri geldiğinde soyunuyor, mahreminizi anlatıyorsunuz. Bunu başka kime yapabilirsiniz. Ben de bunun karşılığını vermek istiyorum.
Çalıştığınız sisteme bağlı. Az doktorun olup çok nöbetin olduğu bir sistem içindeyseniz, tükenirsiniz. Ama daha medeni koşullarla çalışırsanız tükenmezsiniz. Mesela ben Acıbadem Hastanesi'nde çalışıyorum ve gitmediğim günlerde özlüyorum.
Doktorsanız sizi daha vasıflı yapmaz. Ama televizyonda mutlaka görselin önemi var. Hastalarınıza karşıda bakımlı güven veren bir duruşun olması önemli. Sizi diğerlerinden ayrıştıran özellikte oluyor.
O başka bir motivasyondu. Ben aslında caz müziği solistliği yapıyordum. Gelen teklifleri değerlendirmede zorlanıyordum çünkü yeterince profesyonel gelmiyordu. Ben eğer yarışmaya girersem isim ve çevre edinebilirsem o konuda da birşeyler yapabilirim dedim.
Yarışmadan sonra çok iyi teklifler geldi ama baktım tıp hayatımı sonlandırmak zorundayım. Çünkü mesaisiyle hayat tarzıyla çok başkaydı. Hiç profesyonel bir çalışmam olamadı o yüzden.
Gerçekten öyle oldu. Star televizyonu başında o zamanlar Cem Uzan vardı. 'Televizyona yatkınsın' dedi. Ritmi belli, mesaisi olan bir iş olduğundan kabul ettim. 16 yıldır televizyonculuk yapıyorum.
Tıp camiası beni doktor olarak, televizyon camiası ise televizyoncu olarak kabul ettiler. Kabul etmek lazım garip bir kombinasyon oldu. Ama disiplinli çalıştığım için zor gelmedi çünkü izinli olduğum günlerde televizyonda çalıştım. Nefes almadan. Bu durum yaklaşık on yıl sürdü. Son altı yıldır da televizyonculuk mesleğimle doktorluğu birleştirerek sağlık programı yapıyorum.
İşte orada Alman yanım çıkıyor ortaya. Aldığım Alman kültürü ve gençlik enerjisiyle hepsini yapabildim.
İlişkilerime yansıdı tabiki. Hep daha sıcak başladı. Ekrandaki kadını da sevdiler. İnsanların üzerinde olumsuz bir izlenim bırakmamış oluyorsunuz. Benim için bu hep olumlu bir deneyim oldu. Özellikle bana muayene olanlar oluyor. Çok onur verici birşey. Ama tabiki sadece televizyonda olduğum için hastalar bana gelmiyor. Bir başka hastanın verdiği referans ondan çok daha kıymetlidir.
Her zaman. Nöbet tutarken bile bakımlıydım. Saçım taralı üstüm derli topludur. Kendimden belli bir beklentim vardır. Dikkat ederim.
Sigara, tansiyon, diyabet gibi bir takım şeylerden bahsediyor ama kendinize bunu uygulamıyor ve inanmıyorsanız, hastanızı nasıl inandıracaksınız. Ben sigara içmiyorum. Ama içiyorda olabilirdim ve hasta benden o kokuyu alsaydı sigara içme dememin hiç bir inandırıcılığı kalmazdı. Zayıflamamı istiyorsunuz ama siz çok kilolusunuz diyebilir.
Hastalanıyorum tabiki. Ama ben nezle olduğumda hastalarım bana “siz bu bilgiyle nasıl hasta olursunuz doktor hanım” diyorlar. Ama insanım, tabiki olabilirim. Sonra fark ediyorum aslında insanları ne kadar etkilediğimi. Sağlık anlamında çok büyük örnekleriz ve bazen bu da zor oluyor
İlk şartı gibi. Çok sabırlı olmanız gerekiyor çünkü sabırınızı çok sınıyan bir meslek.
“Sizin hastalığınız ölümcül” demek çok zor geliyor.
Çok söylemedim çok şükür. Söyleyemeyecek kadar komada olanlar da oldu. Ama tabi bu durum hasta yakınlarına da söylemek kolay değil. Ama en zoru hastanın kendisine söylemek.
Genelde hastalarımın içine umut serpiştiriyorum. Bardağın yüzde 95'i boş olsa bile bunu söyleme ihtiyacım oluyor. Çünkü kimsenin umudunu çalmaya hakkınız yok. Yüzde beş bir ihtimal olsa da onu anlatmak zorundasınız.
Hastalarımın çoğu felçlidir. Yürüme ve konuşma kabiliyetlerini kaybediyorlar. “Bir ay sonra seni yürürken görmek istiyorum.” diyorum. Yapması gereken şeyleri söylüyorum. Bakıyorum bir ay sonra yürüyerek geliyor. İnsanlara inandığınızı söylemeniz çok önemli.
Allah korusun, çok şükür. Bunlar çok sık tellaffuz ettiğim iki kelimedir. Her zaman başıma böyle birşey gelebilir de diyorum. Hayatın kıymetini ve üzüntülü şeyler yaşadığınız için sahip olduğunuz şeylerin kıymetini çok biliyorsunuz. Küçük şeylerden de çok mutlu oluyorsunuz.
Evet mutluyum çok şükür. Bakış açınızla ilgili aslında. Mesela “oğlum çok ağladı bugün” deyip şikayet de edebilirsiniz. “Çok şükür bugün kendini yaralamadan, başına birşey gelmeden gün geçti” de diyebilirsiniz. Günün sonunda mutlu olup olmamanız bakış açınıza bağlı. Ben genelde “Allah'ım bana çok sağlıklı bir çocuk bağışladın, bugün eğlendi yemek yedi” diyorum.
Doktorların hayattaki duruşlarının biraz daha farklı olduğunu görüyorum. Hayatın gerçekleriyle bu kadar yüzyüze gelmiş birinin yüzeysel olmak gibi bir ihtimali yoktur. Bir insanın güzel, ünlü ve şöhret sistemine karşı bakışı daha farklıdır. Çok önemsemezsiniz. Çünkü içini görüyorsunuz. Gerektiğinde kafa filmini, ciğerini. İnsanı çok insani tarafıyla ele alıyoruz. Sanal şeylere karşı hayranlıklarımız azalıyor. O yüzden magazinel olan hiçbirşeye ilgim yok.
Mesleğinizde yine çok hırslı olabilirsiniz. Dünyanın en ünlü cerrahı ya da noroloğu olayım da diyebilirsiniz. O tamamen kişilikle ilgili birşey. Para hırsı olanlar da var.
Asistanlığımın ve öğrenciliğimin ilk yıllarında bizim branşta çok vefaat eden oldu. Hastalarımın arkasından çok ağlardım. Uzman abi ve ablalarım beni “Bu böyle olmaz. Bu duruma alışmalısın çünkü sonu yok” diyerek uyardılar. Bir müddet sonra bunu kabullenmeye başlıyorsunuz. Hastalarınızın son durağı ve hayatımız bir yerde sonlanacak.
Durum çok daha farklı oluyor. Doktor da olsanız da kabullenmeniz çok zor. Yaşadığınız travma diğer insanlar gibi oluyor. Ama mesleki açıdan onu ayırt etmeyi öğreniyorsunuz. Yakınınızla işiniz arasındaki dengeyi kuruyorsunuz.
Hayır anlamsızlaşmadı. Ben ölümden hala korkuyorum. Sevdiklerimi kaybetmeden korkuyorum. Kendimin de bakıma muhtaç olmasından hala korkuyorum. Hem de herkes kadar.
Bunu söylemek çok zor. Daha önce hiç düşünmemiştim ama ağrısız bir ölüm istedim. Kimseye yük olmadan bu dünyadan ayrılmak. Farkına bile varmadan.