|

Gezi Parkı hevesimi kaçırdı

Geçtiğimiz günlerde Kadıköy'deki Kebikeç adlı sahaf dükkanının kapısına sessiz sedasız kilit vuran Ömer Lekesiz, Gezi Parkı olaylarısırasında edebiyat dünyasındaki kutuplaşmanın hevesini kaçırdığını söylüyor.

Büşra Sönmezışık
00:00 - 1/09/2013 Pazar
Güncelleme: 13:59 - 31/08/2013 Cumartesi
Yeni Şafak
Gezi Parkı hevesimi kaçırdı
Gezi Parkı hevesimi kaçırdı

Kitaplar, kültür dünyamızın mihenk taşı, Kitapları bize ulaştıran, aramıza köprü kuran yerler ise sahaflar ve kitapevleri. 15. yüzyıldan bu yana hayatımızda olan bu sahaflar maddi nedenlerden dolayı yavaş yavaş yok oluyor. Onlardan biri yazar Ömer Lekez'in dört yıl önce Kadıköy'de açtığı sahaf dükkanıydı. Ancak onun kapatma nedeni maddi sıkıntılara dayanmıyor. Biz de Lekesiz ile sahafını kapatmasının sebebini, diğer kitapevlerinin son durumunu konuştuk...

4 yıl önce Kadıköy'de sahaf açtınız. Sahaflık yapma düşüncesi nereden çıktı?

Çoğu okur-yazar gibi sahaflar benim de hayatımın bir parçasıydı. Zamanla iyi kitapların onların değerini iyi bilecek insanlara ulaşmasını, kıymetli, unutulmuş kitapların asıl muhataplarıyla buluşmasını sağlamak benim için keyif verici bir çalışmaya dönüştü. Sahafiyeyi açmamın bir diğer nedeni ise bu mekânların bidayetinden beri kültürlü, düşünmeye çalışan, düşünmeyi düşünen insanların uğrak yerleri olmasından hareketle öylesi bir ortamı oluşturmayı düşünmemdi. Sadece kendi mahallemizden ve ya inancımızdan olan insanları değil, inancımızdan olmayan ama dünyamızdan olan insanlarla da bir tür buluşma, görüşme, konuşma alanı oluşturmak, yani bir tür gri alanın oluşmasına katkıda bulunmaya niyet etmiştim.

SAHAFLAR ESKİCİ OLDU
İstediğiniz gerçekleşti mi?

Önce kıymetli kitabın temini ve muhataplarıyla buluşturulması açısından bakarsak bunun yüzde yüz gerçekleştiğini söylemem biraz zor. Çünkü kıymetli kitap olarak nitelediğimiz elyazması eserler, orijinal baskılı Osmanlıca kitaplar çok azaldı. Öte yandan kitabın adeta endüstri işine dönüşmesi de deyim yerindeyse kıymetli olmayan kitabın neden olduğu enflasyonu, kirliliği artırdı. Bu azlık ve çokluk paradoksunda benim de yapabileceğim çok fazla bir şey yoktu. Öte yandan merkezi kütüphanecilik anlayışıyla ve dijital erişme imkânın yaygınlaştırılmasıyla Devlet kütüphaneleri yıllardır sürdürdüğü ihmali bırakıp, konuya ciddiyetle el atınca sahaflar da bundan olumsuz etkilendi. Ama son tahlilde olumsuzmuş gibi görünen bu durumun olumluluğu da aşikâr olarak ortada. Bu nedenlere bağlı olarak sahaflığın ikinci el kitap satan bir eskiciye dönüşme sorunu kapıya gelip dayandı.

Dükkânı bu nedenle mi kapattınız?

Aslında kapatmamın ilk nedeni, eski Moda Sineması'nın yerinde açılacak olan yeni tiyatronun benim dükkânımı kapsayan ek alan ihtiyacının ortaya çıkmasıdır. Orada sanat yapılacağı için, bir sanat ilgilisi olarak benim de dükkânı onlara devretme jestini yapmam zorunlu oldu. İkincisi ise gri alanın Taksim eşkıya kalkışmasıyla birlikte bıçakla kesilir gibi kesilmesi olmuştur. Düşüncelerimizi perdelemeksizin rahatça paylaşabildiğimiz insanların büyük bir bölümü gözleri dönmüş bir şekilde eşkıyaya destek çıkıverince o elbirliğiyle, özenle oluşturmaya çalıştığımız gri alan da parçalanıverdi. Üzüntü duymuyorum ancak o insanların benimle kurdukları arkadaşlığın bir stratejik arkadaşlıktan ibaret olduğunu görmekle yaralandığımı saklayamam. Bunu ahlaki bir sorum olarak gördüm ve bu yüzden mekânım gözümdeki tüm cazibesini, gerekliliğini yitiriverdi.

STRATEJİK ARKADAŞLIK
Somut bir örnek verebilir misiniz?

Hayır veremem. Eğer verirsem o kişileri deşifre etmiş olurum ki, bu da onların yaptığının tersinden bir ahlaki problemi doğurur. Herkes kendini zaten biliyor. O günlerde gazetelerde, internet sitelerinde söyleşiler yoluyla Gezi'ye felsefi bir temel oluşturmaya çalışanların kim olduklarına bir bakarsanız, onları kendiniz görürsünüz zaten.

Peki bahsettiğiniz iki camia arasındaki geçişkenliği samimi buluyor musunuz?

Bence gri alan oluşturuldu. Ancak söz konusu zamanda ve o şiddet olaylarında fedakârlıkta bulananların sadece bizler olduğunu, diğer arkadaşlarınsa bizim dostluklarımızı istismar ettiklerini, bizimle stratejik arkadaşlıklar kurduklarını çok net bir biçimde gördüm. Arkadaşlık terimini stratejiyle birlikte kullanmak bile bende kâbus etkisi yapıyor. Bu kâbusu unutmanın en radikal yolu mekânın iptaliydi. Ben de onu yaptım.

İNANCI OLMAYAN ANLAMAZ
Bu kararı Gezi Parkı olaylarından sonra mı aldınız?

Evet.

Gezi Parkı hakkında yazdığınız yazılardan sonra size o çevreden nasıl tepki geldi?

Dünya görüşüm ve tarafım bellidir. Partili değilim, muktedirleri sevmem, olgu ve olaylara öncelikle eleştirel bir zaviyeden bakarım. Stratejik arkadaşlık demiştim, sanırım bunun etkisiyle kimileri benim de kendileri gibi Başbakan'a söveceğimi ummuşlar. Başbakanın şahsiyeti kadar temsil ettiği değerler onların hedefinde olduğundan ve ben de ömrümü o değerlere hizmet etmeye adadığımdan kendi tarafımda durmalıydım. Hiç AK Partili olmadım ama AK Parti'ye 'dinci parti' diye saldırılan ortamda eleştiriyi ertelemeyi yeğledim. Çünkü ahirette bana ne kadar özgür düşünceli biri olup olmayacağım sorulmayacak, Müslümanlarla bağımın derecesi, ciddiyeti, samimiyeti sorulacak. Ahiret inancı olmayanlar ben ve benim gibi Müslümanların bu seçimini asla anlayamazlar. Anlamadıkları için de beni kendilerine ihanet etmekle suçlamaya kalkıştılar.

O çevrelerden kimselerle karşılaştığınız oluyor mu?

Olmuyor. Olmasını da istemiyorum zaten; kırılmış vazoyu tamir etmek benim mizacımla bağdaşmaz çünkü.

KİTAP EVLERİ KAPİTALİST DÜZENE YENİK
Taksim'de Robinson Crusoe 389 kapanma eşiğine geldi. Üç kitapçı dükkânı maddi nedenlerden ötürü kapatıldı. Bu gelişmeler neyin bir sonucu?

Kapitalist dünyadaki pazar hareketliliği içinde sermayenin güçlü olarak yöneldiği iş alanları kalıyor, diğerleri parça parça ortadan kalkıyor. Bugün mahalle arasında ayakkabımızı tamir ettireceğimiz bir dükkân bile zorlanıyoruz. Süper marketlerin öldürmediği kahraman bakkal da neredeyse yok denecek kadar az. Kitabevleri de artık AVM'leri, Hiper marketleri mekân tutuyor. Sanırım giderek sahaflık kitaplar da bunlara mahsus geniş mekânlarda bir reyona hapis olacaktır.

Önlenmesinin bir yolu var mı?

Sermaye bu işe el attığı için artık o kitap evlerinin de yapabileceği çok fazla bir şey yok. Olacak olan olacak.

Kitapçı dükkânları giderek yok mu olacak?

Yok olmayacak ancak siz bir kitabı almak için kitaba ömrünü vermiş insanlarla muhatap olmayacaksınız, onların deneyimlerinden yararlanamayacaksınız; edineceğiniz kitabı ve kasiyeri göreceksiniz sadece. Kitapseverin kitabevi olmayacak dolayısıyla müşterinin domatesi aldıktan biraz sonra kitap da alacağı bir yer olacak sadece.

Sizce bu olumsuz bir gelişme mi?

Pazar açısından olumlu ama kültür açısından olumsuz. İnsanın kitaba dokunması, kitap evinin sahibi ile birebir diyalog kurması, insani ilişkiler içerisinde kitap, bilgi arayışını sürdürmesi gibi bir kültürün kaybolması açısından olumsuz elbette.

SAHAFLARDA ESKİ MUHABBET YOK
Sahaflar 15. Yüzyılda kuruldu. Bugün nasıl bir yer?

Sahaflar iyi kitapların hıfzedildiği yerlerdi(r). Aynı zamanda sözlü kültürün sohbet yoluyla sürdürüldüğü mekânlardır. Sohbet zamanları, bilen insanlar gelir. Oradaki kıymetli insanların açtığı düşünce pencerelerinden siz de farklı düşüncelere yönelirsiniz.

Şimdi var mı öyle muhabbetler?

Bilen insanlar böyle ortamlara gelseler bile artık onların muhatabı yok sanıyorum. Sohbet ortamı kayboldu. Bu sahaf sahiplerinden kaynaklanmıyor. Hızlı yaşamanın ve elektronik çağda olmanın ve bir an önce okullarını bitirip bilgiye değil hayata yönelmek zorunda olan yeni jenerasyonun aymazlığından. Eskiden Osmanlıca, Arapça ve Farsça bilmek sahaflık için gerekliydi. Bugün paranız varsa sahaf oluyorsunuz. Yani kaybolan sadece değerli kitaplar ve sohbet insanları değil.

KİTAPLAR CD OLDU
Yaşatılmalı mı peki?

'İlle de sahaflar yaşasın' gibi bir iddiam yok. Değişmesi gerekiyorsa değişir ancak bizdeki değişme biraz kitap pazarın dayatmasıyla oluyor. Teknolojinin getirdiği imkânlar da var elbette. Mesela, eskiden Süleymaniye Kütüphanesi'nden bir yazma eser çıkarmak fermana mahsustu. Oysa bugün Süleymaniye Kütüphanesi'ne gidip Türkiye'deki tüm kütüphane kayıtlarına erişmeniz mümkün olduğu gibi, istediğiniz kitabı nerede olursa olsun CD olarak edinebilmeniz de mümkün. Kütüphanelerin işlevi bu manada artınca sahafların işlevi de azaldı sanıyorum.

Sahaflar bugün koleksiyonerlerin mi yoksa kitapseverlerin mi taleplerini karşılıyor?

Eksiden müşterileri ayırmak son derece kolaydı. İyi sahaflar, iyi kitaplarını bu tür işin sadece antika merakında olan kimselere vermezlerdi. Doğrudan işine yarayacağı insanları seçerlerdi. Ben bunun örneğini çok yaşadım. Elbette bunların neslinin tükenmedi ama sayıları artık bir elin parmak sayısına indi. Birçok iyi kitabı da onların beni aramaları, bilgilendirmeleri sayesinde edindim. Ama şimdi hz.Google devrinde ne okur bu ilişkinin önemini düşünüyor ne de sahaf okurla müşteriyi ayırmaya çalışıyor. Yani parayı veren düdüğü çalıyor artık.

Kitap ticareti için gelenle, kitapsever arasındaki farkı nasıl anlarsınız?

Kitaba bakışından, dokunuşundan, kitapta önce nereye, neye baktığından... Diyelim ki el yazması bir Kur'an-ı Kerim var elinizde. Kitabı değerinden dolayı görmek, dinmek isteyen kişi önce onun sonuna yani ketebesine bakar. Sonra ilk iki sayfasındaki yazı tarzına, mürekkebine, tezhibine vs. bakar. Antika bir eseri alma amacıyla gelenler ise önce cildine, sayfalarda yıpranmanın olup olmadığına bakarlar.

ANTİKACILIK GİBİ
Para kazandıran bir meslek mi?

Savaşırsanız evet. Ama ben savaşan bir sahaf değildim. Savaşan insanlar o işten ekmek yiyorlar elbette. Bu işten rızık kazanılabilir ama dediğim gibi savaşmak kaydıyla.

Savaşmaktan kastınız ne?

Mesela el yazması kitapları arayıp bulmalısınız. İyi kitabın kimde olduğunu bilmelisiniz, onu razı edip satın almalısınız. Özel kütüphanelere ulaşmalısınız. İmam, müezzin gibi cami cemaatiyle, rahmete eren kültürlü insanlarla, ilişkileri olanlarla, yazarlarla, ciddi okurlarla birlikte olmalısınız...

Antikacılık gibi…

Sahaflık da aslında kitap düzeyinde bir antikacılıktır.

Sizin elinizde değerli kitaplar var mıydı?

Vardı ama doğal olarak geldi ve gitti. Bu tür kitaplarının temininde, satışında merhum Davut Özgül hocanın da büyük desteğini gördüm. O kitapların mümkün olabildiğince asıl muhataplarıyla buluşmasına gayret ettim. Kitap da kendisindeki bilgiye talip olan insanı bulmayı da arzular derler. Bu hassasiyeti gözetmeye çalıştım.

TAKSİM'DEKİ DAYANIŞMA KADIKÖY'DE YOK
Sahafların kendi aralarında bir cemaatleri var mı?

Boğazla ayrılmış bir şehir İstanbul. Bu ayrılık mesleki birlikteliklerin de ayrılması anlamına geliyor sanki en azından bunun sahaflık için geçerli olduğunu sanıyorum. Taksim civarındaki sahaflarda dernek üzerinden yürütülen bir dayanışma söz konusu. Kadıköy'de elli civarında sahaf var. Onların da bir araya gelmesi dernekleşmesi ve Taksim'dekilerle birlikte olması konusunda bir çalışma başlatılmıştı ama sonu gelmedi.

Eskiden Sahaflığın nabzı Beyazıt'ta atardı. Ne oldu da değişti?

Üniversiteye yakınlığı nedeniyle ders kitabı temin eden kitabevlerine dönüştü büyük bir çoğunluğu. Bir fidanı kökünden söküp başka bir yere dikmek aslında bir anlamda öldürmeye teşebbüs etmektir; bu manada sahaflığın yeri Beyazıt'tı. Kültürü de asıl burada oluşmuştu. Orası bu niteliklerini kaybedince Taksim'e ve Kadıköy'e yayıldı sahaflar. İşin büyüsü bozuldu bence; tekrar eski şekline, itibarına kavuşur mu bilemem ama vaziyet bu.

Sahaflarda bugün ne tür kitaplar daha çok aranıyor?

Yayınevlerinin makul bir süre içinde tükenen ve tekrar basımı yapılmayan tüm kitapları sahaf kitap haline geliyor. Mesela, Michel Foucault'nun 'Kelimeler ve Şeyler'ini ilgili yayınevi uzun bir aradan sonra bastı ve bu süre içerisinden o kitap hep arandı, soruldu. Özellikle Batılı felsefecilerinden ve entelektüellerden yapılan çevrilerle, İslam düşüncesine, felsefesine, irfanına mahsus kitaplar sahaflar için de okur için de kıymetli kitaplardır.

11 yıl önce