|

Göçten geriye kalan hüzün

Bir dönem Gökçeada'da oranın yerlisi Rumların yaşadıklarına tanıklık eden ve bunu kayıt altına alan Rüzgarlar filmi vizyonda. Yönetmen Selim Evci, Rüzgârlar filminin her ne kadar trajik bir tarihe ışık tutsa da bu acıyı yaşayanlara umut olabilmesini temenni ettiğini dile getiriyor.

Aysel Yaşa
00:00 - 23/06/2013 Pazar
Güncelleme: 17:17 - 22/06/2013 Cumartesi
Yeni Şafak
Göçten geriye kalan hüzün
Göçten geriye kalan hüzün

Bu topraklardan ne kadim medeniyetler geldi geçti. Kimisi asla unutulmayacak eserler bıraktı, kimine ise bir hatırat bile bırakılmasına izin verilmedi. Türkiye denince akla o çok sesliliğin geldiği günlerden bugüne kalan miras; bir çok müziğe nota, kitaba ve filme konu oldu. Bu hafta sonu vizyona giren Rüzgârlar filmine konu olduğu gibi. İmroz Adası'nda çekilen film, Gökçeada'da yalnız başına yaşayan Rum bir kadın Styliani ve filmler için ses kaydı yapan Murat'ın hikâyesine odaklanıyor. Film, yönetmen Selim Evci'nin ikinci uzun metrajı. İlk filmi İki Çizgi'de yaşamla ölüm arasında geçen, kent insanının açmazına dikkat çeken yönetmen bu kez, bir farkındalık filmiyle karşımızda. Rüzgârlar, aslında bize yıllardır süren bir sessizliğin sesini aktarıyor. Madam Styliani kendi sesinden anıları anlatırken, Murat kaydettiği seslerle birlikte bambaşka bir yolculuğa çıkıyor. Çekimleri 3 yılda tamamlanan film, Gökçeada ve İstanbul'da çekildi.

İNSANİ BİR MESELE

Yıllar önce Gökçeada'ya sadece fotoğraf çekmek için giden yönetmen, o dönemde adada yaşayan Rumlarla ilgili pek fazla fikri olmadığını söylüyor. Yönetmen, bu gezi süresince terkedilmiş köyler, tarihsel gerçekler, bir dönem burada yaşamış ama şimdi esamesi kalmamış insanları düşünüp üzülünce bu filmi çekmeye karar vermiş. Evci 'Bu 'esamesi kalmamış yerler'deki insan hikâyelerini duymak gerektiğini düşünüyorum, hem de hiçbir ayrımı gözetmeksizin. Bu insani bir mesele her şeyden önce. Dil, din, ırk ayrımı yapmadan, nerede olursa olsun, bir insanın bu tür konular çerçevesinde bir farkındalık yaratma çabasında olması gerektiğini düşünüyorum. İnsan önce kendisinin, kendi toplumunun hatalarını görebilmelidir ki, kendisine ya da kendi halkına karşı aynı hataların yapılmamasını başkasından bekleyebilsin' diyor.

EN ÖNEMLİ KAYNAĞIMIZ İNSANDI

Rüzgârlar bir kurmaca film. Belgesel yanını ise aktardığı gerçek hikâyeler oluşturuyor. Filmin yaşananları kayıt altına alması ise yönetmeni huzurlu kılan yönü: 'Filmin beni huzurlu kılan tarafı da bu, bu tür insani trajedileri ancak belgelerseniz aynı hataların gelecek nesiller üzerinde tekrar etmemesine katkıda bulunabilirsiniz.' Filmde aktarılan tüm bu acılardan sonra 'Bu bir yüzleşme filmi midir' diye sorduğumuzda yönetmen 'Rüzgârlar beslendiği trajik tarihe rağmen bu kültür mücadelesini yaşayanlara umut olabilmesi açısından 'yüzleşme' yerine bir 'umut' filmi diyebilirim' şeklinde cevap veriyor. Filmde Madam Styliani adada yaşananları aktarırken 'Burada ölüm var, doğum yok artık' diyor. Bunun haricinde adada Rumların neler yaşadığı, nasıl sayıca azaldıkları da aktarılıyor. Yönetmen tüm bu bilgiler için uzun bir araştırma sürecinden geçtiklerini söylüyor: 'Adalılarla konuştuk, kalanlarla, göçenlerle, Gökçeada İmroz Koruma Yardımlaşma Geliştirme ve Yaşatma Derneği'yle, Fener Rum Patrikhanesi'yle, İstanbul'da yaşayan Rumlarla... Ve çeşitli kitaplar, araştırmalar, kayıtlar.. Ama en önemli bilgi kaynağımız insandı.'

Bu konu hızlı anlatılmazdı

Filmin durağanlığı hemen göze çarpan detaylardan biri. Evci, bu durağanlığı sevdiğini söyleyip ekliyor: 'Bana göre günlük hayatın hızı içerisinde her şeyi gözden kaçırıyoruz, hızlı olduğundan hiçbir şeyi anlayamıyoruz bile. Böyle bir konuyu, hızlı bir anlatımın içinde basitleştirmek istemedim. Bu en azından benim hissiyatımda hızlı yaşanılması gereken bir durum değil. Seyircinin bu dingin anlatım aracılığıyla ada ile ilgili, kendi hayatından çıkarımlar yapabileceğini düşünüyorum. Bu dünyaya girebilen bir seyirci için filmin temposu, lezzetli bir zaman dilimine dönüşebilir.'

Gökçeada dile geldi

Sesleri kaydeden bir adamın hikâyesi var filmde. Bu yüzden Rüzgârlar, sessizlik içerisinde akan ama tüm sesleri aktaran bir film olmuş. Yönetmen bununla ilgili 'Ada'yı filmde bir karaktere dönüştürmeyi istedim. Bir şeyler söylemeye çalıştığını hissettirebilmek için seslere seyircinin kulak vermesini önemsedim. İyi anlamak, hissetmek için önce iyi dinlemeyi bilmek gerekiyor. Ana karakter de bunu yapıyor, adayı anlamak için seslerini dinliyor. Seyircinin de olan biteni kavrayabilmesi için uzun uzun seslerin dinlendiği sahnelere özellikle yer verdim' cümlelerini kuruyor. Yönetmen Evci ilk filminde de kentli insanların hayatlarına yer vermişti. Kent insanının onu cezbeden özelliğini ise şöyle özetliyor: 'Kentli olmayı zaman zaman beceremeyen bir toplumuz. Belki bu sebepten kentli karakterlerin görünmez problemlerini, anlaşılmaz, belki de anlamlandırılamayan çıkmazlarını ele almayı seviyorum.'


11 yıl önce