Konuşurken fena oluyorum. Ailem Hz. Hüseyin'in ölümünden sonra Mekke'ye gelmiş.
En çok Şirin Dede anlatılırdı. Mardin'de gömülü bir evliyamız var. O benim 13. Büyükbabam.
Beş vakit namaz kılan, Kuran-ı Kerim okuyan bir aileyiz. Çok dua ederim ama bunları kimseyle paylaşmam. Dini kendime ait olarak görürüm. Bana göre Müslüman, sükut edendir. Herkes çok konuşuyor ama bu konuşanlar ölülerine bile saygı duymuyor. Benim aile mezarlığımda 26 kişi yatıyor.
Ben düzenli olarak gidip gelirim. Dualarımı okurum, toprağını sularım.
Hepsini. Ben doğmuşum, göbek bağımı kesmemişler.
Kız doğduğum için.
Bir ablam vardı. 19 yaşında vefat etti. Bir erkek kardeşim var Arif Mardin o da göçtü dünyadan. Ailede erkek beklenirken ben ikinci kız olarak dünyaya geliyorum.
Çok. Düşünün ben doğduğumda anneme söylememişler. Benim göbek bağımı "Mehmet" diye kesmişler. Annem oğlum oldu diye sevinip uyumuş. İsmim bile konmamış. Bu hikâyeleri bana ballandıra ballandıra anlatırlardı. İki, üç yaşlarımda bu meseleler masal diye anlatılırdı bana.
Büyükbabam. Kuran'dan Betûl ismini seçiyor ve ismimi koyuyor. Bizim bir tarafımız Mısırlı, Arap. Bu isim büyükannemin kulağına gidiyor. "Bunlar isimden anlamaz. Betûl Meryem Ana'nın ismidir. Kız çocuğuna bakire anlamlı bir isim konur mu? Hamile kalınca ne olacak" diyor. Onlar da bana Fatma ismini koyuyor.
Tabi. Dadım önce beni döverdi sonra 'kardeşinin mamasını sen yedir' derdi.
Yoktu.
Etmedim.
Yoo. Çünkü bana şikâyet etmenin ayıp olduğu öğretildi.
Hayır, ama ne yapacağımı bilmiyordum. Solak olduğum için beni dövüyordu. Solak olmak çok ayıptı.
Evet. Konuşamıyorsun hafif kekeliyorsun, dayağı yiyorsun. Tabi dayak yedikten sonra susuyorsun. Kadın öğle uykusuna yatardı. Ben de onu seyrederdim.
Bilmiyorum ki. Belki de intikam içinde bakıyordum.
19 yaşımdan sonra. Ailede bir kaç kişi bana güvenmeye ve inanmaya başladı. "Betûl gelsin ona soralım" demeye başladılar.
O zamanlar öyleydi. Anne baba çocuktan uzak yetişiyordu. Hatta yemeğimi bile belli bir yaşa kadar onlardan ayrı yedim.
Babam sert bir adamdı. Annem daha zayıftı. Dadı çok baskın karakterdi. İsviçreliydi.
Büyükanneme benziyorum. Fiziğim ve tavırlarım ona benzer.
Evet. Çünkü kırılmıştım. Yaptığım hiçbir şey ailem tarafından beğenilmiyordu. Kekemeyim, boyum uzamıyor, çirkin ve manasız bir şeydim yani. Yemin ettim ve başardım. Ondan sonra ailem beni fark etti ve daha çok önemsedi.
15 yaşımdaydım. Kolejde konferans olduğunda, aşağıda büyükler yukarda balkonda ise orta mektepliler otururdu. O gün için bana annem yeşil bir elbise yaptırmıştı. Bende o yeşil elbiseyi giydim çıktım bakınıyorum etrafıma. Alt sırada oturanlar bana selam vermeye başladılar. O zaman içimden "İşte başlıyor" dedim.
Elbette. Çünkü sonradan öyle güzel bir hayat yaşadım ki ruhumdaki eksiklikleri tamamladım. Ağzımda taşla aynanın karşısında çalıştım. Çok çalıştım, çok uğraş verdim. Artık içimde gülmeler var.
1929'da babam iflas etti. Pamuğun değeri düştü ve beş kuruş paramız kalmadı. Sonra babam bankada çalışmaya başladı.
Evet. Bir süre sonra pamuk yükseldi. Babam Mısır'da İş Bankası müdürüydü. Parası çoğaldı. Bir gün, arkadaşıma hediye almak için Beyoğlu'na gittim. Dükkanlara bakıyordum, bir tane yaka iğnesi gördüm çok hoşuma gitti. Eve geldim ve babama anlattım. Babam bana 'alsaydın' dedi. 'Olur mu baba çok pahalıydı' dedim. Çünkü para sıkıntısına alışmıştım. Babam cebinden bir tomar para çıkardı. "Sana söylemeyi unuttum kızım keyfine bak istediğini al" dedi. Babamın parasının olduğunu o gün öğrenmiş oldum. O zamanlar yaşım on dokuzdu.
Hiç hırslı olmadım. Borcum olmasın bana yeter. Parasızlık beni çok etkilemiştir ama ben her zaman çalıştım.
Bir şey almak istediğinde zorlanmayacaksın. Benim için paranın anlamı bu.
Karamsar değilim. Bakın halime, sakatım, dört defa ameliyat oldum. Çirkin, yeşil bir baston ile yürümek zorundayım. O bastonun arkasında sekiz yüz ton gözyaşı var. Şimdi de mesleğimin doruğundayım. Çok iyi şeyler yapıyorum. Gerisi beni ilgilendirmiyor.
Çok çok işim var.
Çok şükür.
Şöyle bir şey var; hep bir yarışın ortasındaymışım gibi hissediyorum. Bu beni yoruyor. Ders veriyorum, İzmir'de konferansım var. İnsanlar benden yararlanmak istiyor. Bu durum benim hoşuma gidiyor. O yüzden "hayır" diyemiyorum fakat yorucu.
İşe yeni başladığımda meslek az kişi tarafından bilindiği için tek tük müşterim oluyordu. O zamanlar 40 yaşlarımdaydım. Sonra İngiltere'ye gittim. Orada kendimi ispatlamam gerekiyordu. Halkla İlişkiler dünyada 1920 yılından beridir yapılıyor. Ben gittiğimde Türkiye'de ilk dört yılını doldurmuştum.
Çok kitap okurum. Bunların türleri çoğunlukla ders kitabı gibi öğretici nitelikte. Bir dönem gazetecilik yapmıştım. Sonra BBC televizyonuna gidip geri geldim. Ankara'da televizyon ile ilgili ders verdim. Televizyonu çok iyi öğrendim. TRT'den ayrıldıktan sonra Akbank'a gidip iş aradım. Yönetim kurulu başkanını tanıyordum. Bana dedi ki; "Benim bir eksiğim var. Onu yapabilir misin? Ben sana anlatayım, sen çalışanıma anlat, çalışan sana anlatsın sen bana anlat" dedi.
Ben işi beğenmedim. "Sana para da vereceğim bu bir meslek ve bu mesleğin adı Fransızca" dedi. Ben de söylediği ismi not aldım. Kütüphaneye gidip İngilizcesini araştırdım. "Public Relations"ı buldum. Sonra hoşuma gitti.
Hayır, çünkü kimse ne olduğunu bilmiyordu. Benimle beraber halk da öğrendi. Yazmayı ilk defa öğrenmek gibi. İlk etapta bir bocalama olur. Sonra alışırsın. Benim durumum da öyle oldu.
Aynen öyle! Ben Halkla İlişkiler Uzmanı olarak doğmuşum. Vicdanlıyımdır, amacımı bilirim. Nereye doğru gittiğini görebilen kişi Halkla İlişkiler Uzmanı olabilir. Müthiş bir meslek.
Yalan söylemem, başkasının parasını çalmam. Kimsenin dedikodusunu yapmam. Çok dikkatli ve vicdanlıyımdır.
Türkiye'de bu işi ilk olarak yapmanın sorumluluğu var da ondan. Dersler, konferanslar veriyorum.
13. yüzyılda Mardinizadeler siyasete girmemek için yemin vermişler. Biz de o geleneği sürdürdük.
Kimbilir. O yıllarda ne olduysa artık.
Üç tane "S" yoktur hayatımda. Siyaset, sigara ve silah... Bunlarla ilgili hiçbir şey yapmam. Sigaranın zamanında çok kötü bir şey olduğunu anladım. Onun için sigarayı tanıtan ve onu yücelten bir iş yapmam.
Bence severler. Çünkü komik ve eğlenceli bir insanım. Bir de sorunu olan insanlara çok yardım ederim. Vicdanlı biriyim.
Affetmek. Çok kötü şeyler yaşadım. Siz de yaşayacaksınız.
Kadınların kadınlara yaptığını başka kimse yapmaz. Erkekler de erkeklere yapar elbet. Ancak kadınlarınki çok başka oluyor.
Kadınlarda hırs ve kıskançlık oluyor. Bir kadın genelde 'Neden onda var da bende yok? diye düşünür. Sen 'Nasılsın' diye sorarsın. O sana "Ya bu kırmızı renk sana hiç yakışmamış, ama yine de güzelsin" der. Hiç unutmuyorum, radyoda çalıştığım dönem merdivenlerden aşağıya iniyordum. İki kadının birbirleriyle konuşmasına tanık oldum. Biri öbürüne "Ay bu ruj şaheser! Sana hiç yakışmamış ama renk çok güzel" dedi. Ben bunu duyunca şok oldum. O zaman dedim "İşte kadın budur".
Güzel olmaya mecbur değilsin. Bir sıcaklığın ve ilginç tarafın olursa da başarılı olursun. Evet, ben hiçbir zaman güzel olmadım, ama benim yumuşak bir tarafım vardır. İnsanları çok iyi anlarım. O bakımdan hiç kısmet sıkıntısı çekmedim. İki defa evlendim ve evlendiğim kişileri de çok sevdim.
Bilakis, bundan sonra korkmaya başlıyorsun. Çünkü her an ölebilirim!
50 yıldır böyleyim. Fakat zannedildiği kadar da sert değilim. Belli bir yaştan sonra erkeksiz yaşamak zorunda kaldım. Bütün kadınlar buna hazırlansın. Hayatımızda ölene kadar erkek olmayacak.
Hayır. Sadece randevularımı yazıyorum.
Geçenlerde 'Bir zamanlar ben de Boğaz'da yüzdüm' diye bir konuşma yaptım. Konuşurken arkamda Boğaz'daki yüzme fotoğraflarımı yerleştirmişlerdi. Atatürk'ün İstanbul'a gelişinin fotoğrafı bile bende var. Babam çekmiş, şimdi ben muhafaza ediyorum.
Ablam zaten 19 yaşındayken vefat etti. Erkek kardeşim müzisyen oldu ve Amerika'ya yerleşti. Mardinizadeler bana ait.