|

Kanser olmam herkesin işine yaradı

İlk kanserini 11 yıl önce geçirdi. Bu hastalıkla iki yönlü savaş verdi, biri topluma anlatmak, diğeri kendine... Sonra yendi, ama bundan sekiz ay önce kanser ona ikinci ziyaretini yaptı.

Kübra&Büşra
00:00 - 8/08/2010 Pazar
Güncelleme: 20:56 - 7/08/2010 Cumartesi
Yeni Şafak
Kanser olmam  herkesin işine yaradı
Kanser olmam herkesin işine yaradı

Ölümcül hastalığa iki defa yakalanmış biri Nevval Hanım. Bu tür durumlarda soru sormak risklidir. Çünkü hastalık insanın bam telidir, ıssız bir limandır, kimsenin görmesini istemediğiniz bir boşluktur. Ama Sevindi, güler yüzü, sempatik tavırları ve kendine olan güveni, herşeyiyle bir güç abidesi gibiydi. Onu diğer kansere yakalananlardan farkı, hem hastalığı atlatmaya çalışması hemde toplumu bilinçlendirmesi. Yaptığı projlerle bir çok insanın hayatını kurtardı ve şimdi yaşamayı öğrendiğini söylüyor. Bu röportaj, büyüteci kendi hayatlarımıza doğrultarak bize ıskaladıklarımızı gösterdi.




11 yıl önce kansere yakalandınız. Öncesine dönelim, ne yapıyordunuz?

Çok yoğun bir tempoda çalışıyordum. Televizyon programı, gazete, bir derginin genel yayın yönetmenliği, uluslararası işler...

Nasıl ortaya çıktı?

Beş yıllık kontratım varken ev sahibi "oğlum geliyor" diyerek evden çıkmamı istedi. Benz de bir ay içinde taşınma kararı aldım. Bu olay benim kurtuluşum oldu. Çünkü ev taşırken şiddetle göğsümü vurdum. Yağın içindeki tümör çepere fırladı ve görünür hale geldi. Böylece erken teşhis konulabildi. Şer olarak gördüğüm olay hayatımı kurtardı.

Her hangi bir fiziksel belirti var mıydı?

Hayır. Hiç ağrım sızım olmadı. Doktor mamografi yaptırmamı söyledi. O yıl yaptırdım ama ikinci yıl yoğun olduğum için yaptırmadım. Bu dönemde oluşmaya başlamış.

Varlığını nasıl kabullendiniz?

"Kansersin" denilene kadar hep bir başkasını izliyormuş gibi davrandım. "Göğüslerini alacağız" dediler. Yine pes etmedim ve "Sadece tümörü alacaksınız" dedim.

Hiç tepki göstermediniz mi? Ağlamak, üzülmek gibi...

Olmaz mı? Hastaneden dışarı çıktım yağmur yağıyordu. Ben de yağmurla beraber hüngür hüngür ağlamaya başladım.

Aklınıza gelen ilk ne oldu?

Ölüm. Sonra kızım için endişelendim. "Lise balosu olacak ve ben göremeyeceğim" diye düşündüm. Sanki o an her şey bitmiş gibi geldi.

Haberi ilk kime verdiniz?

Kız kardeşime. Bindiğim taksinin şoförü yaşlı bir amcaydı. Şoför de konuşmamıza şahit oldu. Beni teselli etmeye başladı. Ben de "Benim teyzem ve halam öldü. Annemde de var" deyip olayı dramatik boyutlara taşıdım. Adam teselli etmeye çalıştıkça ben sinirlenmiştim. "Banane işte, öleceğim" demiştim.

Neler hissettiniz?

Ölüm duygusu, inkar, isyan, sorgulama, suçlama gibi bir yığın şey hissediyorsunuz.

Kendinizi suçladınız mı?

Tabii. Yaptıklarımı gözden geçirdim. “Acaba yediklerimden mi oldu?” yoksa “Çok çalıştığım için mi oldu” diye düşündüm. Ama kanser çok sofistike bir hastalık. Vücudumuzdaki her hücrenin kanser olma kabiliyeti var. Her şekilde olabilir.

Bunların arasında ihmal var mıydı?

Düşünce biçiminiz önemli bir rol oynuyor. Tabii ki genetik faktörler, beslenme de önemli.

Düşünce biçiminiz nasıldı ki?

Ben mükemmeliyetçi biriydim. Ama hastalıktan sonra kendimi ciddi bir eğitime tabi tuttum. Zaten kadın olduğum için bu sektörde erkeklerden beş kat daha fazla çalışmam gerekiyordu. O da yetmiyordu, ben birde mükemmeliyetçilik adına daha fazla çalışıyordum. Bir süre sonra beden bunu kaldırmıyor. Bu sizde birikiyor. Duygusal olarak ne kadar kendinizi bastırırsanız beden o kadar tepki gösteriyor.

Hastalık hayatınızda neleri değiştirdi?

Öfkemi kontrol edip bastırdım ve mükemmeliyetçilik konusunda psikolojik destek aldım. Düşünce biçimimde çok fazla iş odaklı olmak yerine kendi iç dünyama yolculuk yapmaya başladım. Yapmaya mecbur olduklarımı yapmak yerine, yapmak istemediklerimi yapmayı tercih ettim. Yaşadığımız hayat, yediğimiz yiyecekler, insan ilişkileri, değişen değerlerimiz ve yaşam tarzımız, hırslar, nefsin engellenemez teşviki. Bütün bunlara teslim olduğunuz zaman zaten kanser olmamanız acayip.

Kanseri ilk yendiğinizde "Artık kurtuldum" dediniz mi?

Dedim. Radyoterapi, kemoterapi, ameliyat gibi çok acılı dönemlerden geçtim. Fakat ben bunların hepsini doğal karşılamıştım. Çok stresli bir iş yapıyorum. Doğama çok uygun değil. Hem yazı yazan eve kapanan biriyim, hem de çok aktivistim. İki dünyayı birden yaşadım. Bir tarafta çok kırılganım ve bunu hiç göstermiyorum; şiire ve edebiyata sığınıyorum. Bir taraftan da çok cevval, mücadeleci, savaşçı bir kişiliğim var; toplumsal bir savaşa soyunuyorum.

Bu savaşçı kişiliğiniz kanseri yenmede işe yaradı mı?

Evet. O yüzden kansere ilk yakalandığımda bireysel bir rahatsızlık olarak da algılamadım. “Toplumsal bir sorun ve bu hiç konuşulmuyor” deyip, ilk gazete röportajını yaptım. Gazete üç gününe izin vermişti, on iki günde zor bitirdik. "Kim okur ki kanseri" derken bu konuda hiç bir bilgi olmadığı, insanların duygularını anlatmadığı gerçeği ortaya çıktı. Herkes için önemli bir kaynak oluşturdu. İlk defa Can Yücel, gazeteciler, edebiyatçılardan beş kişi kanserdik ve bir dizi yaptık. İnsanlar "Kanser" lafını ilk defa telaffuz ediyorlardı. Hep "sözünü etmek istemediğimiz o hastalık" diye ifade ediyorlardı.

Siz duanın iyileştirici bir rol olduğunu söylemiştiniz...

Kıyamet kopmuştu. Bundan on yıl önce insanlar alerji duyuyorlardı. Hastalıkla mücadele etmek için yardımcı dualar var. Amerika'da bununla ilgili üniversite bile açıldı. Birde doktorlar alternatif tıp sözüne gıcık oluyorlardı. Eskiden karşı olanlar şimdi büyük paralar kazanıyor. “Hasta hakları yasası çıkmalı” diye bir mücadele başlattım.

Hayırlı olmuş o halde?

Bir çok okurum bana "Nevval Hanım bu imtihan size başkalarına moral olun diye verilmiş" demişti. Çünkü bu hastalıkta moral çok önemli. Ölecek olduğunu hisseden bir hastanın aslında pekala mücadeleye ve çalışmaya devam edebileceğini söylüyordum.

Kansere ikinci kez yakalandığınızda "Kaybettiğin ve asla ulaşamayacağın aşkınla karşılaşmak gibi" demişsiniz.

Çünkü ben her şeye doğumdan itibaren aşkla bakılması gerektiğini düşünüyorum. Mevlana ve tasavvufla yakından ilgili olduğum için de bu böyle. Aşk deyince sadece bedeni aşk çerçevesinden bakmıyorum. Tabiata, yaptığınız işe ve ailenize de bakabilirsiniz. Ben hayata aşkla ve sevgiyle baktığım için bu hastalıktan bahsederken “aşk” diyorum.


Her şeyde aşk yeterli mi?

İşimi de aşkla yaptım ama yetmedi. Karşı taraf sizi ne kadar anlıyor, o sektör sizi ne kadar seviyor? Aşk içinizde var olan bir kavram. O yüzden ben bunları kendimle ilgili olarak yaptım. Ama onlar beğenmedi, sevmedi. Kimileri kendi ideolojisine göre çekiştirdi. Bunlar tabiî ki canınızı acıtıyor. Haksız yere mahkemelerde süründüm. Kendinizi ve bunu ne için yaptığınızı bildiğiniz zaman ne söyledikleri çok önemli değil. Bütün bunlar karşısında bir olgunluk geliştiriyorsunuz.

Kanserin sizi ikince kez ziyarete geldiğini nasıl öğrendiniz?

Yine tesadüfen erken teşhis kondu. Onuncu yıldan sonra çok rahatlamıştım. On birinci yılda "Yaptırırım "diye geciktirdim. Safra kesem de taş olduğu ortaya çıktı. Benim gibi hastalarda risklidir. Mehmet Öz'ün yeğeni onkolog Sevin Öz'den yardım istedim. Hemen mamografi çektirdim ve ortaya çıktı.

Gecikmenin faturası ne oluyor?

Kendi zamanında yaptırsaydım, kist daha yeni oluşmuş olacaktı. Üzerinden sekiz ay geçtiğinde kanser hızla yayıldığı için çok tehlikeli oluyor.

İkincisi ilkinden daha mı ağır?

Evet. Kanser bitmeyen bir şey. Yapısını iyi araştırdım ve geçici bir rahatsızlık olmadığını gördüm. Yüzde bir de bir ihtimaldir. Beni o yüzde bir ihtimal gelip buldu.

Aynı süreçlerden mi geçtiniz?

Evet. Tabii bu defa iki ameliyat birden oldum. Yeniden kemoterapi, arkasından memelerimi aldılar.

Aldıktan sonra risk azaldı mı?

Tabii. Bu gen hem meme hem de rahim kanseri yapıyor. O yüzden yumurtalıklarınızı ve memenizi alırlarsa risk azalıyor. Bu genle ilgili risk sıfırlanmış oluyor.


Kadın tarafınız ne hissetti?

Çok kötü. Ben bunun için mücadele etmiş biriyim. Benden organlarımın çalındığını hissettim. Çirkinlik duygusuna kapılıyorsunuz. Beş haftada iki ameliyat oldum. Bir ay boyunca aynaya hiç bakmadım. Beni kimsenin görmesine hala izin vermem. Görmeyi hiç kabullenemedim. Bu halime yeni alışabildim.

Nasıl bir tedavi uyguluyorsunuz?

Deniz ve güneş tedavisi görüyorum. Çünkü vücudumdaki D vitamini seviyesi çok düşmüş. İki ay boyunca anti depresan tatili yaptım. O bana iyi geldi.

Çok pozitif görünüyorsunuz...

Tatil bana çok yaradı. İki ay önce daha depresif duruyordum.

Başınıza bu olay gelince ilk ne diye dua ettiniz?

"Allah'ım bana biraz daha yazacaklarım için zaman ver" dedim. Ölümle hesaplaşmamı ilk kanser teşhisinde yapmıştım. Ölüm korkum yok. Çünkü ben zaten ölümün bir yer ve zaman değişimi olduğunu düşünüyorum.

Hastalıktan sonra daha inançlı oldunuz mu?

İnancınız daha bilinçli hale geliyor. İnanıyorsunuz ama bunu çok kullanmıyorsunuz, sorgulamıyorsunuz. Allah'tan bir şey istediğinizde bu daha maddiyata dayalı oluyor. Böyle olunca başka insanları ve hastaları düşünme şansım oldu. Anadoluda bu konuyla ilgili seminerler verdim. Pembe Hanım adıyla yeni bir dernek kurdum.



Anneniz de kansermiş. Bu hastalığı atlatma da bir tecrübe oldu mu?

Evet. Kendi kanser olduğu için bana çok yardımcı oldu. Herkesle her şeyi paylaştım, hiç gizlemedim. Doktorlar o zaman kanser hastalarına söylemiyorlardı. Oysa bu hastalıkla mücadele etmeniz için içinizdeki güce ihtiyacınız var. Olumsuz bir bakış açısına sahipseniz başkası sizin için hiçbir şey yapamaz. O yüzden hastalığın söylenmesi gerektiğini düşünüyordum.

"Kanseri yendim" cümlesinin nasıl bir anlamı var sizin için?

Birinciyi yendim. Tekrar oldum. İnşallah şimdi de yenmişimdir. Yenebilirsiniz ama kanseri eşittir bir ölüm olarak görürseniz yaşama şansınız düşüyor. Çünkü kabullenmiş oluyorsunuz. Bu hastalık kültüründe çok ciddi bir sorun. Çok büyük bir ölüm korkusu var. Çünkü manevi dünyayı kaybetmişler.

İnsanlar maneviyat eksikliğinden mi kanseri yenemiyor sizce?

Tabii ki. Eskiden mezarlarla evler içiçeydi. Çünkü ölümle insan bir aradaydı. Çocuklar mezarlığa götürülürdü. Şimdi kimse ölümle yüzleşmek istemiyor. Ölümle ve tevekkülle bağınız kopuyor. Geriye korkudan başka bir şey kalmıyor. İnsanlar "Ölümden konuşmayalım" diyorlar. Ama ondan daha büyük bir gerçek yok.

Bu hastalık içinizdeki hangi kadını ortaya çıkardı? Hala dominant mısınız?

Çok dominant biriyim o kesin. Genlerimde ciddi bir savaşçı var. Daha önce kadın erkek ilişkisinde de savaşçı durumum vardı. Çok okuyan biri olduğunuzda, çevrenizdekilerin yaptıklarını da eleştiriyorsunuz. Artık o huyumu bıraktım. Daha anlayışlıyım.

Hastalığınızı 'ceza' olarak gördüğünüz oldu mu hiç?

Doğru. Halk arasında "Hastalık verilmiş bir cezadır" algısı vardır. Ama tam tersi inançta Allah sevgili kulunu imtihan eder. Hastalıklarda günahlarımız af olur. Din hastalığa olumlu bir anlam yükler.

Hastalığın sosyal ve kültürel açılımı nedir?

Kitabımda bu konuyla ilgili bir bölüm var. İlk defa bu konuyla ilgili bir şey yazılmış oldu.

Başınızdan geçen imtihanın sebebini hiç sorguladınız mı?

Sağlıkla imtihan edilmemin nedenini düşünmedim. Ama bedenime çok ilgi göstermediğimi sorguladım. Bizde bedenle ilişkisi insanların çok yoğun değil. Elle muayene, erken teşhis için çok önemli. Bir iki kampanyanın içinde oldum. İnsanlar kendilerini muayene etmeyi bilmiyor. Kendinizden başka sizi kimse tanıyamaz. Eğer tanırsanız hastalığın teşhisinde çok önemli bir avantajınız oluyor. Teşhis ciddi bir iş ve kolay konulamıyor.

Kızınız için endişe ediyor musunuz?

İkincisi olunca çok endişe ettim. Dört kardeşiz, dörtte biri piyango bana vurdu. İbrahim Saraçoğlu ona çeşitli reçeteler veriyor. Kızım ara sıra onları kullanıyor. Beslenmesine dikkat etmeye çalışıyor.

Kanserle ilgili yanlış bilinen ya da yapılan şey ne?

Kanserle ilgili yanlışları ikiye ayırmak lazım. Fiziki, sosyal ve kültürel yanlışlar. Kanseri bulaşıcı zannedip, bu yüzden komşuları veya akrabalarıyla ilişkisini kesenler var. Kadın kanserlerinde kocalarının eşlerini hemen boşaması korkunç. Fiziksel yanlışlar da ilaçla tedavi olurken alternatif tedavi yöntemlerini aynı zaman da kullanmak. Çünkü hepsinin ayrı bir yan etkisi var. Bu hastalar için çok tehlikeli bir şey. Ben tedaviler bittikten sonra destek tedavi olarak bağışıklık sistemimi güçlendirmek için aldım.

İlaç kullanmak dışında başka neler yapılabilir?

Ortamınızı değiştirmeniz çok faydalı oluyor. Bir kadınla konuşmuştum. "Kansersin altı ay ömrün var" demişler. Onun üzerine İstanbul'daki evlerini, ne malı varsa satıp bir köye gidiyorlar. Kadın orada on bin ağaç dikmek istiyor. On bin ağacı dikip orman yapıyorlar. Onlarla ilgilenirken bir bakıyorlar ki bir yıl geçmiş. Kontrole gidiyorlar, doktor "tamamen iyileşmişsiniz" diyor. Ben bunu iki ay yapabildim. Haber seyretmedim. Televizyon izlemedim. Sadece kitap okudum. Güneş, deniz, organik bitkiler.


Bu tarz kadınsal bir hastalığa yakalanınca erkeklerle iletişimde sorun oluyor mu?

Ben her zaman erkek gibi olduğum için bir farklılık olmadı. (gülüşmeler) Erkeklerin beni kızdırmasını hiç tavsiye etmem. Ettiklerinde de cevabı acı oluyor.

Eşinizle diyaloğunuz nasıl?

O da acayip maço! O yüzden iyi anlaşıyoruz. (gülüşmeler) Beraberliğimizi herkes şaşkınlıkla karşılamıştı zaten. “Senin gibi biri nasıl böyle biriyle beraber olur” demişlerdi. Büyük bir aşk karşısında maçoluk önemli değildir.

Kaç yıl oldu?

Evliliğimiz üç yıl oldu ama birbirimizi 17 yıldır tanıyoruz. Arkadaş olarak tanışıyorduk sonra aynı gazetede çalıştık. Erkekliği layıkıyla yerine getiren bir adamdır. Ben de kadın gibi uygun davranmayı öğrendim.

Neden?

Çünkü bu geçirdiğim rahatsızlıklardan sonra fıtratını değiştirmeye çalışmanın da doğru olmadığını öğrendim. Ben beş kilo doğmuşum. Doktor da kız mı erkek mi diye bakmadan Ali diye kesmiş. Doktorda kabahat yani! (gülüşmeler)

Hayatınızın bir de Tahran bölümü var. Uzun yıllar orada kaldınız. Oradaki kadınlarla iletişiminiz nasıldı?

Bir dönem çok iç içeydi. Hep sokaktaydım, dilini öğrendim ve iş buldum. Bir süre sekreterlik yaptım. Sekreterlik yaptığım yerin kapıcısına da Farsça öğrettim. (Gülüşmeler) Farsça çok güzel bir dil. Bizim eğitim sistemimizde batı dili odaklı bir eğitim var. Doğu dillerini bilmek de önemli.

İran'da kadın olmak nasıl bir şeydi?

O yıllarda İranlı kadınlar Türk kadınlarını kendilerinden üstün görüyordu. Beni bir sandalyeye oturttular. Karşıma da yirmi kadın oturdu. Ben daha yirmi yaşındayım onların yaşları benden çok büyük. “Şimdi İstanbul Türkçesiyle konuş” dediler. Bende “kendi kendime mi konuşayım” dedim. onlarda “Evet sen konuş, şiir gibi dinleyelim” dediler. Türkçenin şiir gibi bir dil olduğunu ben onlardan öğrendim. O günden sonra kendi kültürünüzle yabancılaşmanın kanserojen olduğunu düşünüyorum . Kültürünüzden soyutlanıp yabancılaşırsanız, ruh olarak da ölmüş olursunuz.





14 yıl önce