Türkiye'de milletin yeniden inşası için, daha önce milleti oluşturmuş ortak tecrübeye yeniden bakmamız gerekiyor. Anadolu'nun İslamlaşmasıyla Anadolu'da tasavvuf erenleri eliyle oluşturulan İslam yorumunun başarısı ve biricikliği, kendisine çıkış arayan Türkiye'nin önündeki en geniş imkân olarak varlığını koruyor. 'Türkiye'nin geleceği, Türkiye'nin geçmişindedir' diyen Ercan Yıldırım'la yer darlığı sebebiyle tartıştıklarına sadece üzerinden temas edebildik. Türkiye'nin tarih ve coğrafyadaki yolculuğunu doğru okuyabilmek için bahsi geçen iki kitabın muhakkak görülmesi gerektiğini belirtmeliyiz.
Türk kavramı tarihin her döneminde üst kimlik olmuştur. Yani belli bir soy bağını işaret etmemiştir. Bu yüzden Türkün karşısına 'tat' konulmuştur yani Maveraünnehir havzasında İslam ile şereflenmeyen her türlü unsur. Türk bu açıdan bir tavrın adıdır. Ben Türk ile Anadolu arasında da bir fark görmüyorum, Türk ile Anadolu etle kemik gibidir, ayrılmaz. Bu bütünlük zaten coğrafya veya toprak değil ruhtur, tavırdır, kimliktir. Anadolu bir açıdan yurt ya da yaşam alanı olarak görülmüştür yani İslam'ın yurdu, İslam'ın ontolojik güvenlik sahası bağlamında. Anadolu İslam'a tehdit oluşturacak sahaya en yakın alandır. Anadolu'ya sahip olan aslında Akdeniz'e ve dünyadaki genel pazara, dolaşıma ve sisteme de sahip olur. Haçlı Seferleri ile Şiiliğin İslam dünyası üzerinde etkisiz kalması Türk kimliğiyle ilgili. Anadolu'nun İslamlaşması Batıda kapitalizmin 17. asrın sonlarına kadar Kıta Avrupa'sında mahsur kalmasına neden olmuştur. Biliyorsunuz yeni Papa Mart 2013'te seçildi. İlk yaptığı işlerden biri mayıs ayında Fatih'in Otranto Seferi'nde ölen 800 Hristiyan'ı aziz ilan etmek oluyor.
Evet. Türk kimliğini bugün bizler unutmuş olabiliriz ama birileri unutmuyor… Millet kavramında da elbette büyük değişiklikler var. Bugün millet doğrudan etnisiteyi, ulusu karşılıyor. Osmanlı'da Müslüman milleti vardır, Hıristiyan ve Yahudi milleti vardır. Millet için hep 'müşterek' kavramı kullanılır. Ben de kitabımda bu kavram üzerinden izah getiriyorum. Millet müşterek bir kültüre ve müşterek bir hedefe sahiptir. Fakat bugün için sorulması gereken çok temelli sorular var: biz Türkiye'de yaşayanlar müşterek bir anlayışa, temele sahip miyiz, müşterek bir hedefimiz var mı? Anadolu'yu vatan yapanlar 'biz bidat bilmez Müslümanlarız' diyerek müşterek bir temeli, 'Allah'ım, İslam sancağını yükselt' diyerek bir müşterek bir hedefi gösteriyorlardı!
Anadolu'nun İslamlaşması bir zaruretten, ihtiyaçtan, arayıştan ortaya çıktı. Müslümanlar fetih hareketlerinden sonra görece büyük maddi zenginliğe kavuştular. Bu zenginlik peşinden ataleti getirdi. Emevi ve Abbasi devresi sonrasında İslam anlayışında bir donma başladı. İslam en nihayetinde dünyaya maddi zenginliklerle bezenmiş bir medeniyet algısı için inmemiştir. Türklerin ortaya çıkışını ve misyonlarını, Tuğrul Bey'in Abbasi Halifesi Kaimbiemrillah'ı şii Büveyhoğullarının elinden kurtarıp biat etmesi ve I. Kılıçarslan'ın Haçlıları kırmasıyla izah etmek gerek. Unutmamak gerekir ki İmam Gazali ve akabinde Anadolu'da ortaya çıkan anlayış ekonomiden zanaata, eğitimden vakıf müesseselerine kadar, kendi düzenini kurmuş, referansını sadece İslam'dan almış, dünyada kimseye muhtaç olmadan yaşamayı ve yaşatmayı bilmiştir. Bazılarının iddia ettiği gibi Gazali sonrası, Anadolu dönemi donmuş bir dönem değil bilakis teori ile pratiği çok ustaca meczetmiş İslam tarihinin en parlak, dinamik, örnek dönemidir.
Devlet aygıtını kullanan kesimler uzun yıllar Kürtlerin kültürünü yok saymıştı. Şivan Perver ve Tatlıses buluşması devletin Kürtlerin kültürüne ve folkloruna düşman olmadığını, onların folklorunu tanıdığını gösteren bir simge. Siyasal manada Kürtlerin taleplerini ne kadar karşılayabilir bu sorgulanabilir. Bu coğrafyadaki 'millet' tanımımız, Nurettin Topçu'nun millet algısı ile uyumlu değil. Biz gerçekten bir millet olarak tarihe yürüyeceksek, o değerleri ihata etmeliyiz. Millet olmayı zorunluluk yapan bir müşterek hedefimiz var mı? Bugün bir millet bünyesi taşıdığımızı söylemek zor. Zannedersem uzun bir dönem kimlikler üzerinden millet bütünlüğüne ulaşmamız mümkün değil. Maalesef şimdilik İslam kavramı etrafında toparlanma yargısının altı doldurulamayacak. İstiklal Marşı gibi sağlam bir milli mutabakat metnini bile 'ırkçı' diye tanımlayan kişilerin sesleri daha çok çıkıyor. Elimizde kala kala vatan kavramı kaldı!
Anadolu'yu vatan kılan ruhun oluşmasında Yunus Emre vardır, sonraki dönemlerde Nakşilik vardır. Yani tasavvuf olmadan Anadolu'yu izah etmeniz imkansızdır. Tasavvufun tüm ekolleri, kişinin kendi istekleriyle milletin menfaatleri çakıştığında, kendini milletinin içinde yok eder, eritir. Yani bizdeki dini ekoller, öğretiler kişinin kendisini ve bulunduğu çevreyi araç olarak görür. 80 sonrası dini yapılar, cemaat diye anılmaya başladıktan sonra bulundukları silsileden, klasik tasavvuf ve din anlayışından uzaklaştı.
80 sonrasında Neoliberal politikalarla birlikte cemaatler ve cemaatleşen tarikatlar millete açık olmaktan çıkıp kendi içlerine kapanmaya başladı. Adeta yaşayabilmek için, güçlenebilmek için kendi varoluşlarını mutlaklaştırdılar. Kendilerine liberal dönemin diline uygun bir doktrin icat ettiler. Bunun için kendilerinden olmayan dini yapıları ve onların müntesiplerini dışladılar. 'Kendinden olmayan'ın imanı dahi sorgulanır oldu. Bugünkü çatışma 70'li yıllardan bu yana meydana gelen birikimin bir patlaması. Klasik dönemde dini yapılar insanlara yol gösterir, dünyadaki vazifelerini hatırlatırlardı. Bugün öyle değil. 30 Mart seçim sonuçlarına göre milletin kendisi bu dini yapılara özlerini, aslî fonksiyonlarını hatırlatıyor! Bu din anlayışı, Türkiye'yi tarihi misyonuna taşıyamaz, taşımak bir yana ayağına pranga olur!
Yıllardır sokaktan orta sınıfın kültür mekânlarına hatta Beyaz Türklere kadar memleketin nereye gittiği meselesi konuşuluyor. Küçük Kaynarca'dan bu yana bu dünyadaki bekamızı sorguluyoruz. Ben bizi bugüne kadar getiren değerleri hatırlatmanın bekamızı kurtaracağını düşündüğüm için Anadolu'da İslam Ruhu'nu yazdım. Bizler Anadolu'da bir nizam teşkil etmişiz, sonra bu nizamdan yüz çevirmişiz ve hala bir arayış içindeyiz. Yani kaderimizi reddederek buraya kadar geldik ve hala reddetmeye devam ediyoruz. Ne zaman kurtuluruz, kaderimizi kabullenmeye başladığımız zaman! Türk Düşüncesinde İslam kitabındaki metinler orada değindiğim ve birbirinden farklı İslam anlayışları, aydınların tavırları kaderimizi nasıl görmezden geldiğimize değiniyor. Akif, Allah'ın lütfuyla bu kaderi yaşadığı ve kabullendiği için 'İstiklal Marşı' gibi bir metni kaleme almıştır. Bu kitaplarla itirazım Türklerin kendi kaderlerinden, tarihlerinden dolayısıyla geleceklerinden kaçmalarına!
Türk milletini en iyi Batılılar tanıyor, onlar Türkiye'nin dünyada kapitalizme Batı anlayışına karşı çıkabilecek yegâne potansiyel sahibi dinamik olduğunu biliyor. Osmanlı yönetiminde bulunmuş topraklarda yaşayanlar Türkiye'nin ne anlama geldiğini çok iyi biliyorlar. Mehmet Akif de bunun farkındaydı ki sürekli 'İslam'ın son yurdu' vurgusunda bulunuyordu. Başbakan Erdoğan'ın konuşmalarına baktığınızda herhangi bir ilimizle bu İslam toprakları arasında hiçbir ayrıma gitmediğini görürsünüz. Unutmayın 30 Mart seçimlerinden sonraki balkon konuşmasında Başbakan'ın söylediği iki cümlenin üzerinde hala durmamakta ısrar ediliyor: Birincisi 'Türk milleti geçilmez!' ikincisi 'Bu millet ümmetin umududur.'