1926 İstanbul'unda başlayan sıra dışı yaşamı Paris'te sanat, California'da mimari, Londra'da sanat tarihi eğitimleriyle sürmüş, güreşçi, tüccar, ressam, akademisyen ve dervişlikle taçlanmış fırtınalı bir hayatın sahibi Tosun Bayrak. Amerika'da Cerrahi-Halveti yolunun şeyhi, tekkedeki adıyla Şeyh Tosun Baba. 60'lı yılların Parisinde sanata evrilen yolculuğu, 1972'de şeyhi Muzaffer Ozak'a intisap ettikten sonra bütünüyle İslam'a yönelmiş. Türkiye'deki ilk kişisel sergisini İstanbul Sefaköy Kültür Merkezi'nde açan bu uzun hayatın sahibi Tosun Bayrak'la kısa da olsa sanatına ve dünya yolculuğuna temas ettik.
Ben efendimle 1968'de Konya'ya gittiğimde, Münevver Ayaşlı Hanım vesilesiyle tanıştım. Efendime biat ettiğim tarih 1972'dir. Biz aslında sürekli kaynağın neresi olduğunu bulmaya çalışıyorduk. Dünyayı gördük ve aşağı yukarı genç sayılabilecek yaşımızda bunlardan bıkmış vaziyetteydik. Daha manalı bir hayat tarzı arıyorduk. Ve rahmetli efendimin vasıtasıyla Allah Teâlâ bize bunu bahşetti. Siyaset meselesine de gelirsek, aslında benim siyasi faaliyetim yoktur. Tarikatta bize yasaktır...
Anladım, oraya geliyorum, bu siyaset değil daha ziyade içtimai bir hadisedir. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem; 'Bir zulüm gördüğün zaman onu elinle telafi et, olmazsa dilinle, onu da yapamazsan kalbinle telafi et, gözyaşı dök Allah Teâlâ'ya yalvar ki o zulüm izale olsun.' Benim Allah lütfuyla içtimai faaliyetim, zulüm görmüş kimselere ya el ya da dil ile müdahale oldu elhamdülillah. Yaşadığım yer olan Amerika, yüzde doksan dokuz nüfusun yüzde bire çalıştığı bir memlekettir. Bana 'Amerikan aleyhtarı' derler böyle konuşuyorum diye. Ne derlerse desinler. Bu beni rahatsız eder, ben de buna dilimle müdahale ederim. O sanatsal aktiviteler de budur.
Bakın bir Alman kızı gelmişti efendimin yanına yıllar evvel. Efendim o Alman kızına demişti ki; 'Bizim için meseleler gayet açık. Allah Teâlâ bize iki mihenk taşı vermiştir, bir işi yapacağın zaman o işi o mihenk taşlarına vurursun ve o işlerin iyi mi yoksa kötü mü olduğunu anlarsın. O mihenk taşları nelerdir? Allah'ın ayetleri ve Peygamber Efendimiz'in hadisleri. Bunun üzerine kız da, 'Ama benim bunları ayrıntısıyla öğrenmemin imkânı yok' deyince Efendim de o halde sen kendi Kur'an'ını oku dedi. Yani kalbine ve vicdanına sor. Bir şeyi yapacağın zaman kendine sor, bu iş senin için iyi midir? İyidir. Başkaları için iyi midir? Evet iyidir. O zaman yap. Senin için iyi ama başkaları için iyi değil, o zaman yapma.
Evet, ama devamı da var. Allah Teâlâ'nın en sevdiği şey dedi efendim, senin için kötü olmasına rağmen başkaları için iyi olanı yapabilmendir. Efendimin bu sözleri benim için harita oldu hayatımda. Ve ben bunu yapmaya çalışarak sulh ve sükûn buldum.
Bırakma nedenim bir kızdır. Allah ondan razı olsun, Roma'da bir arkadaşım beni resim talebesi bir kızla tanıştırdı. Ama kız, 'ben sana hayran sen cama tırman' tadında… Güzel de bir kızdı üstelik… O kız beni hayranlıkla överken bir de baktım ki eyvah, göğsümdeki kibir çıktı çıktı göklere erişti. Dedim yandık. O zaman anladım bunu ki bu sanatın kötü tarafıdır. Nefs-i emmarenin havyarı, bonfilesi bu. Pisten bir resim yapıyorsun, herkes gelip övgüler yağdırıyor. O yüzden bıraktım. Sonra Yahşi Bey geldi, Amerika'da beni buldu. Onun ısrarı üzerine ben de, iyi yapalım bakalım neler çıkacak diye oturup yaptım. Gayet eğlenceli şeyler çıktı ortaya. İlham da Karagöz-Hacivat'tan...
İnsan yaşlandıkça, hareket azalıyor. Hâlbuki hayatın açıklığı, manası harekettir. Hareketin olmadığı şey, ölüme doğrudur. Yaşa bağlı olarak kendi vücudumdaki hareket azaldıkça işte o resme çıkıyor. Zaten renk de aynı zamanda bir hareket elemanıdır. Kasten yaptığım bir şey değil, öyle çıktı.
Bence eski resimlerim daha farklıdır. Yeni resimlerimde rahatlık ve eğlence görülüyor. Eski resimlerimde mana yoğunluğu daha fazla idi, karanlık. Ben Amerikan tebası olduğumun ertesi günü ağlayarak yaptığım resim vardır mesela… Karanlıktır o.
Gençliğimde yani Paris'te 1950'lerde iken Raoul diye büyük bir ressam vardı, onun resmini çok severdim. Bütün ressamları severim ama bana tesir etmiş olan Raoul Dufy'dir. Ama resimlerimde o tesiri göremezsiniz.
O sıralarda yaptığım birçok şey efsaneleşti, ilaveler oldu. Mesela yaptığım şeyler arasında domuzları kullanırdım, domuzları yağlar sokağa bırakırdım, yakalayamazlardı. O zamanlar, bizdeki İstiklal Caddesi gibi bir yerde, gayet burjuva hanımlar bir domuz görmüşler, 'Herhalde bu lanetli Türk'ün işlerinden biridir' falan demişler. Hâlbuki o sefer benim alakam yoktu o işle. Benzer çok işler yaptık ama gerçek kadavra kullanmadık.
Tarikata girdikten sonra etrafımızdaki gençlerle ilgili de pek öyle şeyler yapmadık.
Ona karşı tavrımız Obama'ya rey vererek yansıdı.Ona da pişman oldum sonra. Çünkü Amerika'da bir şey değişmez. Efendimin bir lafı vardı, Allah rahmet eylesin, 'Onlar, Hz. Ömer gelse değişmez' derdi.
Elbette. Kendi içimde de sordum. Bir gün efendime 'Ben hafız değilim, hadis âlimi de değilim beni nasıl şeyh yaptınız?' dedim. Bana kızdı ve şöyle dedi; 'Sen hayatta ne varsa gördün. Parayı, içkiyi, kadını gördün. Şimdi onlardan hiçbirini istemezsin. Benim için bu kâfi' dedi. Söylediği de doğruydu. Çamurdan çıkmanın da bir iyi tarafı vardır. Şeyh olmanın mesuliyeti çok… Gururdan bahsediyoruz ya bakın şeyh gururu da vardır. Binlerce mürit etrafınızda pervane oluyor. İnsanın kibrini okşar. Bir defa onu terk etmek lazım…
Doktor veya mühendis olmak için mektebe gidiyoruz ya insan olmak için de mektebe gitmek gerekiyor. İslamiyet, insaniyettir. Biri bana 'İslamiyet nedir?' diye sorduğunda 'Allah'ın istediği gibi insan olmaktır, insan-ı kâmil olmaktır' diyorum. Bunun için daimi suretle tefekkür etmek lazım. Bunu öğrenmek için de mektebe gitmek gerekiyor. Tavsiyem, arayıp bulmak…
Türkiye'ye bayılıyoruz azizim. Erdoğan'dan, Allah razı olsun. Yani ondan evvel gelen hükümetlerin seksen senede yaptığının belki seksen misli fazlasını yaptı. Siz dışarıdan bakamadığınız için neler olduğunu bilmiyorsunuz. Memleket on yılda, çok acayip değişti. Ben hakikaten bu adamı tenkit edenlerden utanıyorum. Şu İstanbul'un her tarafındaki laleleri bile eleştiriyorlar. Türk'ü memnun etmek zordur, derler ya o işte. Bakın sittin senedir dışarıdayım ben, eskiden Türkiye'nin adı geçmezdi hiçbir yerde. Şimdi NY Times'ın birinci sayfasından inmiyor…
Buna müteşekkiriz. Hiçbir şeyi ben yapmadım. Bütün o kitapta okuduklarınızı bana yaptırdılar. Resimlerimi bile ben yapmadım. Pek çok kitap tercüme ettik fakat sonra okuyorum 'Allah Allah bunları kim yazdı' diyorum. Hepimiz muhakkak ki bir vazife ile yollandık. Allah bize öyle nimetler verdi ki biz onun belki de milyonda birini kullanıyoruz. Cehennemde olanlar burada da cehennemde, cennette olanlar burada da cennette. Allah bize ne yapmamız ne yapmamamız gerektiğini Kur'an'da söylüyor.