|

Savaş Gazze halkının gelecek ümidini yok etti

Suriyeli mültecilere yönelik çalışmaları travma literatürüne giren EMDR Derneğinin kurucusu ve başkanı Emre Konuk, Gazze''deki savaşa maruz kalan sivillerin ruh haline yönelik durumu değerlendirdi. Konuk, ''Savaş, Gazze halkının gelecek ümidini yok etti'' diyor.

Büşra Sönmezışık
00:00 - 20/07/2014 Pazar
Güncelleme: 21:40 - 19/07/2014 Cumartesi
Yeni Şafak
Savaş Gazze halkının gelecek ümidini yok etti
Savaş Gazze halkının gelecek ümidini yok etti

Türkiye''de 1999 Marmara Depremi''nden bu yana İnsani Yardım Programları adı altında, ülke içinde ve dışında önemli çalışmalar yapan bir dernek EMDR. Suriyeli mültecilere yönelik çalışmaları travma literatürüne giren EMDR Derneğinin kurucusu ve başkanı Emre Konuk ve ekibi ''EMDR Avrupa HAP İnsani Yardım Ödülü''nü'' almaya hak kazandı. Biz de Gazze''deki savaşı ve Soma''daki travma üzerine çalışmalarını konuştuk…

Öncelikle tanımlardan başlayalım. Travma, kişiliğimizi belirleyen olumsuz yaşam olayları olarak tanımlanıyor. İlk nasıl ortaya çıkıyor?

Sorunlar aslında anılarımızla oluşur. Travma yaşadığımız herhangi bir olay daha sonra başka bir zaman ve yerde tekrar benzer olay yaşandığında canlanır. Bu çok ufak olaylarla da olabilir. Mesela, babası çocuğuna ''işe yaramaz bir adamsın'' diyor. Annesi yakınlık göstermiyor, hocası da yanlış yaptığında gülüyor, öğrenciler de alay ediyor. Yani çocuk kendisiyle ilgili çok olumsuz bir inanca sahip olabiliyor: ''Ben işe yaramazın tekiyim, değersizim, yetersizim'' gibi. Bunlar biriktiği zaman çok küçük olmasına rağmen bu birikim çok ciddi sorunlara yol açabiliyor. Hatta klinik olarak bizi en çok zorlayan bu küçük olayların birikmiş olmasıdır.

Yani hayatımızın içinde… Travma geçirmeden de yaşamak mümkün mü?

Hayır. Doğduğumuz andan itibaren travma geçiriyoruz. Travma, hayatımızın bir parçası ve doğal bir süreç. Travmatik süreçle baş edecek tarzda donanmış olarak geliyoruz. Bazen bu takılıyor. Özellikle seri ve dozu yüksek olursa. Düzeltici faktörler olmadığı sürece kişiliğimize yerleşir. Olumsuz kişilik özelliklerimizin yerleşme şekli bu anıların bir türlü aşılacak zamanı bulamamasıyla ilgili.

ÜMİTSİZLİK YAŞAM BİÇİMİ
Terapi görmesi mümkün olmayan ancak hayatlarına devam eden insanlar var. ''zaman herşeyin ilacı'' olabiliyor mu?

İnsan ruhu kendi kendini tamir ediyor. Doğal afet gibi olaylarda bittikten sonra eğer güvenli bir ortam sağlanmışsa insan zihni bu travmanın olumsuz etkilerini çözecek bir donanıma sahip. Bir yıl içinde travma sonrası stres bozukluğu tanısı almışken bir yıl sonra bunun yaklaşık yüzde yirmiye indiğini görüyoruz. Hiç bir şey yapmadan. Ağır travmalar bir defa olursa, araba kazası, yangın, deprem, maden göçü. Bunlar nispeten kolay bir biçimde aşılabiliyor. Travma bittiği zaman o insan gider yerine başka biri gelir. Hatta eğitimlerde kullanabilmek için seansları videoya alırız. Konferanslarda meslektaş arkadaşlarımız danışanın yaşadığı değişime inanamıyorlar. Ailenin ve yakınların varlığı ve desteği burada çok önemli. Bu süreçler aşılıyorsa bunlar sayesinde aşılıyor.

Suriye savaşı olduğu sıralarda Türkiye''ye sığınan göçmenlerle çalıştınız. Savaşta bu sorunlar nasıl aşılıyor?

Evet, mesela Suriye. Travma sürecine neden olan faktörler devam ediyor. Tarama yaptığımızda yüzde 67''si TSSB tanısı aldı. Çünkü güvenli bir ortamda oldukları halde o travmatik yaşantının devam etmesini sağlayacak olaylar devam ediyor. Eşleri ve çocukları savaşıyor. Fakat önemli olan, bu insanlar hayatta kalabilmek için uğraşmıyorlar. Güven içinde, açlık çekmeden, sağlık sorunları karşılanarak, okullarına giderek yaşamlarını sürdürüyorlar. Geleceğin ne gösterdiğini bilemiyorlar ama ümitsiz değiller. Bunlar çok önemli. Suriye''de yaşayanlar için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Her gün ölümle burun buruna yaşamak, yakınlarının ölümüne şahit olmak, sakat kalmak travmanın derinleşmesine ve kalıcı olmasına yol açar. Bu sürecin uzaması giderek Kompleks Travma dediğimiz soruna dönüşür. Ümitsizlik ve çaresizlik bir yaşam biçimi haline gelir.

GAZZE KAPALI CEZAEVİ
Peki ya Filistin?

Filistin''e defalarca gittim. Büyük bir alana yayılmış açık cezaevi denebilir. İsrail''in korkunç baskısı. Bir yerden bir yere izinsiz gidememe. Rastgele tutuklamalar, aşağılanma, hor görülme normal yaşam biçimi. Ancak insanlar çalışabiliyor, para kazanabiliyor, iş sahibi olabiliyor. Eğitim ve sağlık hizmetleri verilebiliyor. Dünya Bankası ve diğer kurumlar destek oluyor. Aileler bütünlüğünü koruyabiliyor. Bir parlamentosu ve hükümeti var. Dünyada pek çok destekçisi olan devlet var. En önemlisi ileriye dönük ümitleri var.

Şu sıralar yine İsrail''in Gazze saldırısı gündemde. Her gün yüzlerce insan ölüyor. Vahşet kol geziyor… Buradan nasıl bir nesil çıkar?

Gazze bambaşka bir hikaye. Orası açık falan değil, tam bir kapalı cezaevi. Mısır''dan tünellerle ulaşan malzeme trafiği darbeden sonra kesildi. Yaşam için gerekli her tür malzemenin ciddi sıkıntısı var. Yıllardır girişi çıkışı son derece sınırlı bir şehirde yaşamlarını sürdürüyorlar. Ayrıca periyodik olarak bombalanıyorlar. Ölümler, yaralılar, çaresizlik, kızgınlık ve öfke… Bunca yıldan sonra hemen her ailenin ciddi travmatik deneyimi var. Doğduğu andan başlayarak her çocuk şiddet ve korku kültürünün hakim olduğu bir ortamda büyüyor. Orada değil barış için uğraş vermek, barışı hayal bile etmek herhalde mümkün değildir.

Bu savaşlar karşısında çevresindeki diğer ülkelerin duyarsız kalmasını hangi ruh haline bağlıyorsunuz?

Hemen altını çizelim; Gazze civarındaki tüm ülkeler çok uzun zamanlardır aynı şiddet ve korku döngüsünün içinde yaşıyorlar. Dünya ülkeleri nasıl duyarsız kalabiliyor dersek, ilk akla gelen şu olur: Travma algılama alanımızın dışındaysa bizi etkilemeyebilir. Dünyanın dört bir tarafında her gün olmadık vahşet yaşanıyor. Bizim hayatımıza TV''de yer aldığı kadar giriyor, daha fazla değil.

BÖLÜNME KORKUMUZ VAR
Bu bir insanlık meselesi uzak veya yakın fark eder mi?

Eğer biz Irak, Gazze, Suriye, Mısır''da olan bitenlerle ilgileniyorsak birkaç insani ve siyasal nedenle ilgileniyoruz. Bir kere bu ülkeler bizim komşumuz. Yüz yıllara dayanan bir ortak geçmişimiz var. Kültürümüzde darda olana yardım etmek, elini uzatmak var. Esas sorgulanması gereken; ''medeniyetin beşiği'', insan haklarının ve demokrasinin doğduğu, yeşerdiği ülkelerin tutumudur. Onlar duyarsız değil, tersine çok duyarlı davranıyorlar. Sadece duyarlılıkları Ortadoğu''yu yeniden paylaşmaya odaklanmış durumda. Medya da buna hizmet ediyor. Haberler kısaca geçiştiriliyor, ''eh o ona füze atıyor, o da bombalıyor tabii'' ile kamuoyu ''aydınlatılıyor''. Avrupa''nın orta yerinde yüzbinlerce Bosna''lı katledilirken de böyle olmadı mı?

Peki Türkiye''nin travması nedir?

Bizim en büyük korkumuz, birincisi bölünme korkusudur. Dışardan birileri gelip bizi bölecek. Çok uzun yıllar komünistler üzerinden korku oluşturdu. Tabi bunu destekleyen realitede unsurlar da vardı. Sovyetler büyümeye çalışıyordu. Ama tedbir almak başka şey, korkmak ve paranoya üretmek başka. İkincisi ise din. En büyük korkularımızdan biriydi. İrtica meselesi. Çok sayıda insan öldürüldü, hapislerde çürüdü, işkenceye uğradı, horlandı. Bunlar nesilden nesile aktarılan travmatik yaşantılar ve korkular.

Ya alışıyoruz ya da duyarsızlaşıyoruz
Uzun süren travmaların tedavisi için asıl bir yöntem geliştirdiniz?

Geçmiş travmaları temizledikten sonra ''gelecek korkusu protokolü'' geliştirdik. Böylece TSSB aşma süresi 4.1 seansa indi. Danışanları her gün gördük. Birkaç gün içinde travmanın etkilerinden kurtulmuş oldular. Çok kalabalık nüfuslar olduğu için kamplarda grup formatı oluşturduk. Birer birer değil guruplar halinde müdahale ettik. Bireysel protokollerimizi grup haline getirdik. Orada bu süre üç saate indi. Üç saat içinde TSSB tanısı almış olan insanların yüzde ellisi bu tanıyı almaktan çıktılar. Dolayısıyla tek olaylar nispeten daha kolay aşılıyor.

Travmanın bir bireysel bir de toplumsal boyutu var. Toplumsal olarak nasıl etkileniyoruz?

İki türlü etkiliyor; birisi alışıyoruz. Yani duyarsızlaşıyoruz. İkincisi de duyarlı hale geliyoruz. Bazı insanlar buna tepki göstermezken bazı insanlar da evlerinde uyuyamıyor ve sokaklara düşüyorlar. Türkiye genel olarak travma kuşağında. Çok travma yaşayan bir ülkeyiz. Sadece doğal afetler için değil aynı zamanda insanın insana yaptığı travmatik süreçlerle ilgili olarak da travma kuşağındayız. Şiddet çok yaygın. Sonuç olarak çok çabuk öfkeleniyoruz ve kendimizi kaybediyoruz. Paranoyalar oluşturabiliyoruz.

Nasıl çözülmeden ayakta kalabiliyoruz o halde?

Biz henüz aile bağlarının güçlü olduğu bir ülkeyiz. En sağlam yanımız bu. Avrupa''da ve Amerika''da bir felaket karşısında ailelerin yetişkin olan ve kendi ailesini kurmuş olan çocuklarına ulaşma, onları koruyup kollama oldukça az. Başarımız aile değerlerini korumakta. O yüzden bu tür sorunlarla daha iyi başa çıkabiliyoruz. Aile Bakanlığının kurulmuş olması, ailenin bu fonksiyonunun görülmüş olasının bir ifadesidir.

Terapi almak isteyen çok kadın ve çocuk var
En son Soma için çalıştınız. Bölgeye ilk ne zaman gittiniz?

İlk iş kurtarma ekiplerinin işidir. Kurtarma sürecinden sonra ortalık biraz durulunca bizim işimiz başlar. Çünkü bizim işimiz o insanlarla bir araya gelip travmayı çalışmaktır. Dolayısıyla bizim için çalışılacak yer, gerekli organizasyon, o insanların travma konusunda bilinçlendirilmesi, kendisi ve çocukları için talepte bulunması bu ortamı oluşturur. Bizim halkımız henüz terapi ile haşır neşir değil. Devletin orada örgütlenmesi var. AFAD, Aile Bakanlığı, Eğitim Bakanlığının merkezleri var. Yeterli donanımı olan meslektaşları oralara yönlendirdik. Şimdi Soma''da beş altı merkezde arkadaşlar sürekli olarak dönüşümlü çalışıyorlar. Bayağı da yoğun bir talep var. Çünkü gelenler kısa sürede normal hayatına geri dönüyor ve eve gittiğinde ilk defa uyuyor. Bunları komşularıyla paylaşıyor. Bu iyi bir gelişme.

Gittiğinizde orada nasıl bir ortamla karşılaştınız? Sizi nasıl karşıladılar?

15 yıl öncesine göre çok farklar var. Bir kere biz eskiden felaketin olduğu yere giderdik ve insanlar ruh sağlığı hizmeti veren profesyonellerle ''tanışırlardı''. Artık öyle değil. Soma''da sürekli hizmet veren ruh sağlığı elemanları zaten var ve Somalı onlarla zaten tanışıyor.

Siz duruma ne şekilde müdahale ediyorsunuz?

Felaket nedeniyle artan profesyonel ihtiyacını gerekli koordinasyonu karşılamak, felakete ve travmaya müdahale becerilerini kazandırmak, süpervizyonlarını vermek ve yapılan müdahalelerin iyi sonuç verip vermediğine bakmak, yani bilimsel araştırma yapmaktır. İnsanlar artık bu gibi durumlarda zaten bizleri bekler durumda oluyor. Hatta gecikirsek arayıp ''nerdesiniz'' diye hesap da soruyorlar. Bunlar güzel gelişmeler.

Yaptığınız çalışmalar hangi aşamada?

Yeni bir projeyle oraya gideceğiz. Maden şirketi kazanın olduğu yerin yanında. Orada kaza olduğu anlaşıldığında maden şirketinin bütün elamanları girmiş ve içerde kalanları dışarı çıkartmak için yardım etmiş. Dolayısıyla aralarında belli bir oranda travmatize olmuş insanlar var. Bu insanları ve eşlerini Soma''da bir araya getirdik. Onlara iki saat travmayı anlattık. Madene inmek istemeyen, gece evde kabus görenler vardı. Onlarla ve aileleri ile bir tarama yaptık. Bunların içinde travması belli bir düzeyin üzerinde çıkanlarla bir hafta grup çalışması yapacağız. Aynı çalışmayı Kilis''te de yapmıştık ve çok olumlu sonuçlar almıştık. Avrupa''da EMDR Avrupa İnsani Yardım Programları Ödülü kazanmamıza, 15 yıldır yaptığımız çalışmalar kadar Kilis''in de katkısı olmuştur sanırım.

BİR ŞEY YAPILMAZSA TRAVMA DEVAM EDER
Maden kazasından sonra bu travmanın geçmesi için bir nesil gerekir dendi. Bir travma bu kadar uzun sürebilir mi?

Bir şey yapılmazsa belli bir kesim için olabilir. Felaket sonrası başka travmatik süreçlerin devam etmediğini varsayıyoruz. O insanların korunduğunu, günlük hayatlarını güvenlik içinde geçirdiklerini ve bir aile düzeninin devam ettiğini varsaydığımız zaman travma nisbeten kolay aşılıyor. Bu olmadığı zaman böyle olmuyor. Bakın Kilis''te bunu örneğini gördük. Orada travma hala devam ediyor ve insanların büyük bir yüzdesi hala ciddi sorunlar yaşıyor. Depremi ele alalım. Depremde yas süreci bittikten sonra göçük altından çıkarılan birisi hayata tutunabiliyor. Bu insan felaket karşısında kimi suçlayacak? Fay hattını suçlayamaz. Allah inancı var. O yüzden suçlayamaz. Dolayısıyla ortada suçlayacak birisi yok. İnsanın insana yaptığı veya yol açtığı travmalarda suçlayacak birileri var.

Soma gibi…

Evet. Direk biri canına kastetmemiş ancak oradaki ihmaller, bütün o sistem birden sorgulanır hale geliyor. Hele adalet yerini bulmuyorsa çok daha fena. Adaletin yerini bulması şart. İnsanın insana yaptığı zulüm ve doğurduğu travmanın sonuçları ağır yaşanıyor.

10 yıl önce