|

Takmayın kafanıza!

Tesettür kadar didiklenen, itilip kakılan pek az konu var Türkiye'de. Haniyse milletçe şerbetlendik örtünme tartışmalarına... Bu kadim konuyu konuşurken üç asır ya da 90 sene öncesi veya bugün olması fark etmiyor.

Tacettin Ural
00:00 - 17/02/2008 Pazar
Güncelleme: 22:35 - 16/02/2008 Cumartesi
Yeni Şafak
Takmayın kafanıza!
Takmayın kafanıza!

Örtünmek Allah'ın emri de, pek çok dönemde bu emrin gerekleri, örtünmeyenlerin müdahalesiyle karşılaşmış. Eskilerde, “örtünmeyen” erkeklermiş örtüye dair konuşan, şimdilerde erkeklere ilaveten örtünmeyen kadınlar da davaya müdahil.


“LEYLÂKÎ FERACE GİYMEK YASAKTIR!”

Yaşmak, ferace, maşlah, çarşaf ve manto eksenindeydi olup biten. Bir yandan tesettüre uyma çabaları, diğer yandan modernleşme esintileri sorunları da beraberinde getiriyordu. Lale Devri'nde feraceler zıvanadan çıkınca da, ilk yasak gelmişti. M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri'nde, “fazla hoppa, fırıldak tazelerin” giydiği yeşim, leylakî, cam göbeği, saksonya mavisi feracelerden bahsediyordu. Hal bu olunca, 1725'de bir ferman yayınlanmıştı. Kadınların büyük süslü başörtüleri taktıkları, fazla kumaş harcandığı, alabilen kocanın maddî darlığa düştüğü, alamayanın ise evinde huzur kalmadığından bahisle “Bundan böyle kadınlar üç değirmiden fazla baş yemenisi ile sokağa çıkamayacaklardır. Uymayanların yakaları kesilsin” deniyordu. Mahalle imamları, fermanın uygulanmasından öncelikle sorumluydular. Evlerdeki yaşlı nineler de, tepeden tırnağa tesettürü sağlasa bile darlığı ve cümbüşlü renklerinden dolayı yeni kıyafetlere itiraz ediyorlardı: “Çıldırdınız mı ayol deli Zilbalar! Haniyse tiyatrocu Eleni gibi caddeye fırlayacaksınız.”


50 BİN AİLELİK SEKTÖR

“Ferace sorunları” zamanla çarşafa yarayacaktı. Cihan Aktaş'ın, Kılık Kıyafet ve İktidar'da anlattığına göre, İstanbul'da ilk çarşafı giyen, Suriye'den dönen Suphi Paşa'nın hanımıydı. Ancak kısa sürede çarşaf da sorunlara yol açacaktı. Monoblok ve genelde siyah olan rengiyle çok dikkat çektiği düşünülüyordu. Sonunda II. Abdülhamid, 2 Nisan 1892'de bir fermanla çarşafı yasakladı. Fermanda, “Siyah, tüllü haliyle çarşaf giyenler hem Hıristiyanlar'a benziyorlar hem de örtünmüş sayılmıyorlar” deniliyordu. Abdülhamid'in bu kararı almasında; hal edilmiş padişah V. Murad'ı kurtarmak isteyen muhaliflerin eylemi çarşafla yapma teşebbüslerinin etkili olduğu da konuşulmuştu. Çarşaf Tüccarları Birliği ise “lobi” refleksiyle hemen bir açıklama yapıyor ve uygulamayla 50 bin kişinin işsiz kalacağını bildiriyordu.


TIP FAKÜLTESİ'NDEKİ ÇARŞAFLI KIZLAR

Kadın kıyafetine dair bir düzenleme yapmayan Cumhuriyet idaresi, “ihsas ve ikna” ile yetinir gibiydi. Tabii, Çetin Altan'ın dedesi “İstiklal Mahkemecisi” Tatar Hasan Paşa'nın, Şalcı Bacı isimli bohçacı bir kadını bile şapkaya muhalefetten idama gönderdiği bir ortamda; çok sayıda kadının bu konuda “kolayca ikna olduklarını” tahmin etmek güç değildi. Ancak o dönemde bugün hayal dahi edilemeyecek başka olaylar da yaşanıyordu. 1922-1925 yılları arasında Tıp Fakültesi'nde (Tıbbiye) erkeklerle beraber eğitim alan çarşaflı öğrenciler vardı. “Anatomi ve kadavrada kızların gayet başarılı oldukları görülmüştü.” Kendisini, “modern Türk kadını ikonu” sayan bugünkü tilmizleri ne der bilinmez ama “çarşaflı tıbbiyeliler”i anlatan ve öven Afet İnan'dı! Sadık Albayrak, Çağdaş Devrim Yobazları isimli kitabında ise Afet İnan'ın tesettüre dair, “Anadolu kadını Amazon'dur. Başını örter ama güneşten korunmak için” dediğini aktarıyordu. “Şule baş, sıkma baş, türban” terminolojisine meraklı olanlara bir diğer notu da Yeni Şafak / İz Osmanlı Ansiklopedisi'ndeki Emel Aşa'nın yazısından aktaralım: İstanbul'a kaçan Beyaz Ruslar, 1920'li yıllarda şapka bulamadıkları için başlarına tül ve eşarp benzeri sargılar sarıp sokağa çıkıyorlardı. “Rus başı” bazen çene altından, bazen enseden sıkılan bir modeldi. Bu tarz Cumhuriyet döneminde de “eşarp” adıyla varlığını sürdürecekti.


CHP'LİLER BAŞÖRTÜSÜ VE MANTO DAĞITIYOR

Demokrat Parti iktidarının müsamahalı yaklaşımı, tesettüre riayet edenlerin sayısının artmasına yol açmıştı. Alparslan Türkeş, bir röportajında DP dönemini anlatırken, “Çarşaf kapkara bir yangın olarak Anadolu'yu sardı” diyordu. Falih Rıfkı Atay da, Batış Yılları'nda, örtülü ve çarşaflıları görmemeleri için ülkeye gelen önemli konukların büyük şehirlerin birinci sınıf semtlerinin dışına çıkarılmamalarını öneriyordu. Aralarında pek çok CHP'li kadın milletvekilinin de bulunduğu Türk Kadınlar Birliği ile Mustafa Kemal Derneği ise Mart 1956'da bir dizi toplantı ile “çarşafa hayır, mantoya evet” kampanyası başlatıyordu. Olgunlaşma Enstitüsü manto modelleri hazırlıyor, bunlar törenle çarşaflı hanımlara dağıtılıyordu. Basın da yine “misyon”unu yerine getiriyor, Cumhuriyet, “500 kilometrekarelik alandaki 35 köyde 600 köylü ile konuşarak çarşaf dizisi” yayınlıyordu. Diyanet'te çalışan birkaç memureye başörtüsü serbestisi tanınması ise eleştirilere yol açıyor, köşe yazılarında “çarşaflar zorla çıkartılsın, para cezası kesilsin, imalatı yasaklansın” deniyordu. Bu yazı yayınlandıktan bir gün sonra 13 Mart 1956'da CHP'li üç kadın milletvekili ise çarşaf yasağı için kanun teklifi veriyordu. Peyami Safa, tesettür düşmanlığından şikâyet eden bir üniversite hocası dostunun, “Bikiniye, mayoya ses çıkartmıyorsunuz, o zaman çarşafa söz söylemeye ne hakkınız var?” diye sorduğunu, kendisinin de “haklısın” demekten başka bir söz bulamadığını yazıyordu.


Çarşaf ve peçeye dair

Vehbi Vakkasoğlu, Devrimlerin Deviremediği isimli kitabında çarpıcı bir karakter zigzagını anlatır: Yakup Kadri Karaosmanoğlu. 1923'te yayınlanan Kadınlık ve Kadınlarımız isimli kitabında “Çarşaf ve peçeye dair” başlıklı bir yazı yazan Yakup Kadri, “Bu çirkin asrın ve bu çirkin muhitin yegâne süsü, güzelliği sizin çarşafınız, peçenizdir. Kudsiyetini şuradan anlayınız ki, bir yabancı elin ona uzanması ihtimali bile şu yorgun ruhta beldeler yıkacak bir ateş alevliyor. Sakın onları çıkartmayınız, asalet ve zarafete dair bir tek bunlar kaldı. O, 'Kitab'ında sizin isminizi zikretti. O vakitten beri siz mukaddesat meyanına girdiniz” diyordu. Aynı Yakup Kadri; birkaç yıl sonra tesettüre hicviyeler dizecek, romanlarında sevimsiz, katil, cinsî sapık tipleri “dindar yobazlar” üzerinden anlatacaktı. Tesettüre yaklaşımlar, geçmişte de “dikte ve buyurganlık”la maluldü. Osmanlı'da, Türk Kadınları Esirgeme Derneği ile Biçki Yurdu yöneticileri, çarşafın yerine geçmesi temenni edilen “manto” üzerinde çalışıyorlardı. Seçkinler, kimseye sormadan modeller geliştiriyordu.





16 yıl önce