İstanbul Ticaret Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Mete Çamdereli ile medya ve din ilişkisini konuştuk.
Medya ve Din aslında uzun soluklu bir arayışın ürünü olarak ortaya çıktı diyebiliriz. Üç yıl önce Meridyen Derneği''nde yapılan bir oturumda ''Medyada Dinin Popüler Temsili'' başlıklı bir sunum için hazırlanırken medya ve din alanının pek ele alınmamış olduğunu, konuyla ilgili pek çok şey yapılabileceğini fark ettim. Daha sonra yakın çalışma arkadadşlarım bu konuya benim kadar ilgi duymaya başladılar. Betül Önay Doğan ve Nihal Kocabay Şener ile kolları sıvadık. Tamamen iletişimci yazarlardan oluşan ve doğrudan iletişimci bakışının yansıdığı Medya ve Din böyle ortaya çıktı.
''Sabit olumsuz bakış'' diye sormak baştan verilmiş yanıt. Sorunuzdaki yönlendirme çerçevesinde ''sabit olumsuz bakış''ı bir ön gerçek olarak önümüze koyuyoruz. Eğer bunun gerçekten öyle olduğunu varsayarsak ki öyle olduğuna ben de katılıyorum, olumsuz''luğa kaynaklık etmiş öncül temsilleri hemen gözlerimizin önünden geçirmeliyiz. Sadece sinematografik temsilleri değil, sadece gazete ve benzerindeki temsilleri değil, medya olarak dikkate alınabilecek karikatüral ürünleri de. Cumhuriyet döneminde olumsuz tip üretmenin, resmi söylemin de teşvikiyle geliştirildiği yine gözlemlerimiz arasında yer alır. Dolayısıyla bugün medyadaki dinin konumuyla ilgili olarak olumsuz bir algı varsa bunu kökensel ürünlerde aramak doğru olur. Bu ürünler ile şekillenen toplumun yeni üreticileri başka ne üreteceklerdi, öğrendiklerinden başka.
Bu yok sayma biçimi olumsuzlamadan kaynaklı bir yok sayma biçimi. Siz medyanın içeriğini nasıl yönetiyorsanız alımlayıcı da medyaya göre öyle şekilleniyor. Dolayısıyla siz yok sayıyorsanız alımlayıcının da yok saymasını istediğinizi hissettiriyorsunuz ve alımlayıcı demek ki doğrusu buymuş diyor. Hâlbuki doğru olanla doğal olanı birbirinden ayırmak gerekir.
Elbette. Asıl problem işte bu meşruiyet meselesidir. Uyum davranışı gelişmiş, başka türlüsü düşünülemez olmuştur. Üstelik yok sayılan sadece kişiler değildir; mekânlar ve zaman da yok sayılmıştır; yok sayılmanın ötesinde bir varsayma durumu oluştuğundaysa onlar hep eski, hep arkaik, hep primitif, neredeyse hep kötüdür. Varsayılmak aşağılanmayı getirilebilmiştir yani.
Medya mensuplarının tümünün dini değerleri hiçe saydığını söylemek bir defa haksızlık olur. Öncelikle bunu belirleyelim ama ancak bunu inatla yapanlar varsa, mesala pidenin p''sini söylemedik sözünde olduğu gibi, o zaman durup biraz düşünmemiz lazım. Israrcı olan medya mensupları var ise onların bu konuda cahil olmadıklarını, bunu bilinçli olarak yaptıklarını söyleyebiliriz.
Çözümlerden başlıcası olarak düşünmek mümkün. Eğer ortada giderilmesi gereken bir cehalet varsa mutlak suretle bu işi bilenlerin, uzmanların orada istihdam edilmesinin mutlaka bir yararı olur. Son yıllarda bu konudaki bilincin geliştiğini söylemeliyiz. Hatta popülarize olma riski de taşıyan ama popülerize olmayabilen bir takım isimler, toplantı, söyleşi gibi program türlerinde görünebiliyor. Diğer taraftan belki konuşacağız ileride ama medyanın yeni bir tür dil ve yöntem geliştirdiğini söylemek gerekiyor.
? Bugün hala bazı medya organları bu ülkede hiç oruç tutulmuyor, Ramazan diye bir ay hiç yaşanmıyor gibi davranıyor. Eskiden daha hâkimdi bu.
Eski ve şimdi karşılaştırması için ciddi bir araştırma yapmak lazım. Sadece gözlemlerimize dayanarak bu konuyu değerlendirmek çok doğru olmayacaktır ama Ramazan''ı yok saymak bugüne özgü bir şey değil. Dini konulara yer veren medya ve yer vermeyen medya diye ayırmaktan çok herkesin bunu vermek zorunda olup olmadığı şeklinde düşünmek gerekir. İnsanların dini yargılardan ve değerlerden uzak kalma hakları var ise ve bu hakları çerçevesinde bir medya anlayışına yönelmişlerse medya da arz-talep dengesi doğrultusunda arz üretiyorsa bunu yadırgamamak gerekir. Herkesin dini yayın ve program yapmasının dayatılmaması gerekir. Ancak gözümüze soka soka ''ben dini program yapmıyorum'' şeklinde, tamamen toplumsal yaşam biçimini fütursuzca yok sayan bir tutum içine girilmişse konuyu buradan değerlendirmek gerekir. Neden dini yayın yapmıyorsunuz değil, neden dini yayın yapanlara saygısızlık ediyorsunuz diyebilirsiniz. Yani mesele dini yayın ve program üretmek ya da üretmemek değil. Birinin diğerini hafife alıcı, tahkir edici, hiçleyici, istihzai bir tutum geliştirmesidir.
Medya mensuplarının cehaleti olgusu ile inatla karşı durma noktası tam da burası. Medyada da buna benzer hatalı kullanımların ortaya çıktığını görebiliriz. Bunda inat değil ama cehalet aramak doğru olur. Bir inattan ya da karşı duruştan da söz edebiliriz. Ama Müslümanların dinin bir rükünu olarak idrak ettiği kurban için en azından medyatik bir nezaket beklenir. Medya, ütopik de olsa, ''birbirimizin değerlerine saygılı olmalıyız'' şiarını içselleştirebilirse o zaman medyanın dini günlerde bu konuları konuşmayacağı, konuşacaksa başkasını incitmeyecek bir ölçü tutturacağı, kendini bir iç denetimden geçireceği günleri görürüz.
Medyadaki din gerçekten önemli. Medyadaki din, din dışı olarak baktığımızda da, bizzat dinin içinden baktığımızda da önemli. Din dışı olarak bakıyorsanız yine medyadaki din, gereksizliği noktasında önemli. Tüm bunların dışında asıl önemli olan gerçek din dediğimiz olgu, artık örneğin televizyondaysa onun gerçeklik düzlemi değişmiş demektir. Biz dini şu anda televizyondan öğrenmek durumunda kalıyorsak, dijital ortamlar ile eğitiliyorsak ve geleneksel öğrenme biçimlerini yitirmişsek ya da yitiriyor haldeysek din de dini öğrenme sorunu da başkalaşmış demektir.
Medyadaki dini içeriklerin tümünü elimizin tersiyle itemeyiz ama medyatik içeriklerin doğal öğrenme biçimlerini dönüştürdüğünü de görmezden gelemeyiz. Bugün medyatik ikonlar vasıtasıyla seslenilen kitleler, gerçek bir kişiden beslenen kitlelerden farklı şekillenecektir. Bunun nesi sakıncalı denebilir? Sakıncalı olan taraf sahih bir gelenek varsa onun yitirilmesidir ve onun yerine yepyeni bir medyatik geleneğin oluşturulmasıdır. Yeni bir geleneğin oluşturulmasında gerçek din ''kaybedilmiştir'' demek çok iddialıdır ama yeniden inşa edildiğini söylemek daha kurtarıcıdır. Ama açıktır ki, bugünün ya da yarının dindarları mutlak suretle bu mecranın şekillendirdiği müminler olarak karşımıza çıkacaktır.
Medya muhafazakarlaşmaz, ancak medyanın içeriği muhafazakarlaşır ya da muhafazakarlaşabilir. Medya hiçbir şekilde kendinden taviz vermez. Evet dini yayınlarda bir artış vardır ama bunların izlenmesi noktasında değerlendirirsek 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatı''ndaki ilk mevlit yayınındaki coşku ve heyecanı bugün bulamayabiliriz. İçerikler muhafazakarlaşsa bile -ki ben pek katılmıyorum bu yargıya- izlerkitlenin paralel biçimde muhafazakarlaşmadığını izleme davranışlarından anlayabiliriz. Dizilerin seyredilmesi ile dini programların seyredilmesi kıyaslanırsa, medyanın muhafazakarlaşması ile izlerkitlenin muhafazakarlaşması meselesi daha iyi anlaşılacaktır.
Dini televizyon kanallarının artması belki bugüne kadar olması gereken ihtiyacın güncel olarak yapılabilir bir alan bulmasından kaynaklanır. Bu ihtiyaç hiç yoktu da bugün mü ortaya çıktı? Hayır, her zaman vardı, bugün yaşam alanı buldu. Dolayısıyla insanlar bu yayın izleme haklarını da bulmuş oluyorlar. Demek ki böyle bir talep var ki bu kadar yayın yapılabiliyor diye çok sıradan bir yaklaşım içine girebiliriz. Şunu söylemek lazım ki konu ihtisas yayıncılığına doğru gitmeye başladı. Biz meseleyi aslında dini yayınların fazlalaşmasından çok içeriğinin gelişmesi, değişmesi ve onların hangi mecralarda ne şekilde yayınlandığına bakarak değerlendirmeliyiz. Bir kalite artışından söz etmek mümkün… Dini yayın derken bunlar sabahtan akşama kadar dini yayın yapmıyorlar, müzik yayını, eğlence yayını da yapıyorlar. Sabahtan akşama dini yayın yapmak medyanın ruhuna ters.