|

Yılmaz Güney'le dilimizi bilmeden anlaştık

Bu yıl 33. düzenlenen İstanbul Film Festivali geçtiğimiz hafta önemli bir sinemacıyı ağırladı. Fransa'nın en önemli yönetmen, yapımcı, dağıtımcısı olan Martin Karmitz, eskien filmlerinin dağıtımını yaptığı Yılmaz Güney'le nasıl tanıştıklarını anlattı. Güney'e övgüler yağdıran yapımcı 'Birbirimizin dilini bilmiyorduk ancak çok iyi dost olduk' diyor.

Büşra Sönmezışık
00:00 - 20/04/2014 Pazar
Güncelleme: 18:16 - 19/04/2014 Cumartesi
Yeni Şafak
Yılmaz Güney'le dilimizi bilmeden anlaştık
Yılmaz Güney'le dilimizi bilmeden anlaştık

Martin Karmitz, Fransa'nın en önemli sinemacılarından. Kurucusu olduğu ve adının baş harflerini taşıyan MK2 firmasında 100'den fazla filmin yapımcılığını üstlendi, halen Fransa'da 58 sinema salonunun işletmeciliğini sürdürüyor. MK2 şu anda dört büyük Fransız film şirketinden biri. İstanbul Film Festivali'nde Sinema Onur Ödülü'nü alacak olan Karmitz, kariyerinin 40. yılını kutlarken yapımcılıkta başlangıçtan günümüze nelerin değiştiğini anlattı. Geçmişte Yılmaz Güney'in filmlerinin de dağıtımını yapan yapımcı aralarındaki dostluğunu ve sinemayı konuştuk…

Fransa'nın en önemli yönetmen, yapımcı, dağıtımcılarından birisiniz. 1974'te MK2 isimli dağıtım şirketini kurdunuz. Ve 'sinema evi' metaforunu kullanıyorsunuz. Çıkış noktanız neydi?

Ben bu işe ilk başladığım yıllarda ve salonlarımı ilk açacağım zaman Paris'te sadece iki mahallede orijinal dilinde sinema mevcuttu. Daha orijinal dilinde film gösterimi pek yapılmıyordu. Yapmaya çalıştığım şey ise sinema salonu olmayan bölgelere sinema götürmek oldu. Orijinal dilinde filmler göstererek bunu yaptım. Bu aslında yapılması zor bir şey. Bir film orijinal dilinde çıkacağı zaman Paris'te ancak 15 salonda gösterim yapabiliyor. Biz bu başarıyı sağladıktan sonra diğer meslektaşlarım da bu yola girmiş oldular. Bu anlamda bir ilk gerçekleştirdik. Bu sayede Fransa ve Paris sinemanın başkenti olma unvanını korudu ve hala korumaya devam ediyor. Ayrıca bazı filmlerin Fransa'da kazandıkları ün sayesinde dünyada da tanınmaya başlayan yönetmenler haline geldiler.

Sizin için 'Sinema işletmeciliği kavramını değiştirdi' deniyor. Nasıl bir değişiklik bu?

Çok fazla övünüyor gibi olmasın ama gerçekten de MK2 olarak sizin de söylediğiniz gibi dağıtım, yapım konusunda hakikaten değişiklik meydana geldi. Devrimsel bir değişiklik denemez belki ama yeni bir şekle büründürdüğümü söyleyebilirim. Düşünün sadece Paris'te bile beş milyon izleyicimiz var. Şu an Fransa'da üçüncü en büyük grubuz. Bütün salonlarımızın hepsi orijinal dilde gösterim yapılıyor. Bu Fransa için ilginç bir şey. O yüzden böyle söyleniyor olabilir. Bir de tabi bu dediğiniz ön plana çıkardığım filmlerle de ilgili. Ben hep propaganda yapmadan, kendi ülkelerinin ekonomik ve sosyal gerçekliğini yansıtan yönetmenleri ortaya çıkaracak filmleri tercih ettim.

SADECE EĞLENCE SİNEMASI YAPMIYORUZ
Ağırlıklı olarak politik filmlere yer veriyorsunuz. MK2'de bunun dışında hangi türden filmler var? Misyonunuz neydi?

Author (bir filmin yapımcılığından, senaryosuna kadar bizzat yapan) olarak tanıtılan bu yönetmenler çoğunlukla kendilerinin yazdıkları senaryoları çekiyorlar. Author sinemasını yaşatmış olduk. Bu da şunu görmemizi sağladı; sadece Amerika'da olduğu gibi eğlence sineması, gösteri olarak kullanılan sinemanın var olduğu kadar Author sinemasının da var olduğunu gösterdik. Bir konuda da kendimi iyi hissediyorum. Fransa'da kazandıkları ün sayesinde dünyada tanınmasını sağladığımız pek çok yönetmen oldu. Mesela İranlı, Çinli yönetmenler ve hatta kendi ülkelerinde tanınma ve dağıtılma şansı bulamamış yönetmenler de var.

Sinema sektöründe 40 yılı geride bıraktınız. Geçirdiğiniz bunca zamanı nasıl özetlersiniz?

Bütün bu yapıt veren üretken insanların seviyesinde olmaya ve onlara yetişmeye çalışıyorum. Bütün amacım aslında onlara layık olmaktı. Bana güvenen sinemacılara layık olmaya çalıştım.

YILMAZ GÜNEY'İ SÜRÜ'DE TANIDIM
Yılmaz Güney'in film dağıtımını siz yaptınız. Kendisiyle ne zaman, nasıl tanıştınız?

Yılmaz Güney'in adını duymuştum zaten ancak ben onunla hemen tanışamadım çünkü o dönem hapisteydi. O tanımam şans eseri Berlin Festivali'nde 'Sürü' isimli filmini keşfetmemle oldu. Ben bu filmi Almanya'da Türk dolu bir salonda izledim. Hınca hınç dolu bir salondu. Film Türkçeydi altyazısı da yoktu. Türkçe bilmiyorum. Filmden hiçbir şey anlamadım. Ama seyircinin verdiği reaksiyonlar o kadar ilgimi çekti ki filmi bir yerde anlamadan anlamış oldum. Aynı filmi Paris'te gösterdim ve çok beğenildi. Bir sonraki seferde de Yılmaz Güney'le birşeyler yapmak istedim. Bu tabiki de çok kolay bir iş değildi. Çünkü kendisi o dönem hapisteydi. O sıralar hapiste olmasına rağmen bir film yaptığının haberini aldım. 'Yol' filmini almayı başardım, Cannes Film Festivali'ne girmesini sağladım ve film o yıl film ödül aldı. Aynı festivalde Altın Palmiye'yi kazandı ve Yılmaz Güney ödül almak için o törene geldi. Hapishane dışında ilk defa orada gördüm kendisini. Sonra çok yakın arkadaş olduk. İkimiz de birbirimizin dilini bilmiyorduk ama birbirimizi çok iyi anlıyorduk.

Filmlerinde ne buluyordunuz?

Çok fazla şey… İlk olarak halkı hakkında konuşabilmeyi başarmış biri Yılmaz Güney. Son derece cesur sözleri var. Bu çok güzel... Erkeklerin, kadınların, çocukların cesareti o. Onlar için savaşıyor. Şehir ve köy arasındaki ilişkiyi de bence çok güzel kuruyordu ve bu kolay bir şey değil. Bunu aktarmak ise hiç kolay değildir. Birde bunu benim de çok beğendiğim kendine has bir dille yapıyordu.

KİMSEDEN MADDİ YARDIM GÖRMEDİM
Fransa'nın dört büyük film şirketinden birine sahipsiniz. Bu başarıyı nasıl sağladınız?

Hiç de kolay olmadı. Ama gerçekten bütün yapımcılığını yaptığım filmlerin hepsini var olan yapımcılık sistemine karşı şekilde yapmaya çalıştım. Benim gösterdiğim filmlerin hepsi dünyada çok sevildi. Bütün bunlara buna rağmen her seferinde ne zaman filmler için para istemeye kalksam devletten veya başka yerlerden 'hayır' dediler. Bütün bu üne rağmen…

Neden sizce?

Her defasında tekrar kendimi sınava giriyor gibi hissediyorum. Çünkü sanıyorum gösterim yaptığımız filmlerin senaryo yazım şekli bütün bunların televizyon kanallarını şaşırtan bir üslubu vardı. Bir de bana 'çok para kazandınız sizin paranız vardır' diyorlardı. Ama bu engellerin bana çok olumlu geri dönüşümleri oldu. Çünkü ben her filmi yapmak için mücadele etmek zorunda kaldım. Parayı bir şekilde bulamadığım için kendi paramı kullanıyordum ve tabi ki riski attıran da bir şeydi. Filmin başarısı bu noktada daha da önem kazanıyordu. Bu durum filmin başarılı olması için daha fazla çaba harcamama neden oldu.

10 yıl önce