Geçen hafta Pazar Gazetesi'nde Taraf'ı yazdım, kadrosundan bahsettim, güvendiğimi belirttim.
İyi bir gazete yapmak istiyorlar;
Kimsenin yazamadıklarını yazmak, okura güven vermek, düşmanlık üretmemek, Kürt'e de Türk'e de insan olduğu için değer vermek, haklıdan yana tavırlı, yanlışın karşısında duran, kimsenin inancından ve kimliğinden dolayı horlanmadığı…
Mesleğine bağlı, ona ihanet etmeyen…
Mesleğine ihanet edenleri cesurca afişe eden…
Gerçeğin gücü karşısında hiçbir otoriteye aldırmayan…
Sorumluluk düzeyi yüksek, vicdanı olan bir gazetecilik yapmak istiyorlar.
Bunlar yapılabilir hedefler…
Fakat bunlar gerçekleşmese de hayatı hangi yolda, hangi ilkeler için geçirdiğiniz önemlidir.
İnsanlık sadece başarıdan ibaret değildir, daha derin ve anlamlı olanı gereken yerde düşünceyi, tavrı ve cesareti gösterebilmektir. İnsanı başarılarından önce hedefleri büyütür. Taraf henüz bu noktada olmayabilir, ama hedefi belli, ufku açık…
Bu yolculukta onu ve Ahmet Altan'ı yalnız bırakmamak gerek... Taraf, okurdan hiçbir şey saklamamaya, insanı insana hatırlatmaya kararlı olduğu müddetçe ben de o rakibimin yanında olacağım…
Belki de bizim gerçek bir rakibe ihtiyacımız var…
Türkiye de tarihin önemli dönemeçlerinden birine geldi. Bir yanda dünyanın saygıdeğer bir parçası olmak ihtimali var, bir yanda da kan ve bataklığa dönmek, baskıların, kavgaların arasında yok olmak! Bu noktada Türkiye'nin yeni ve aydınlık bir yola doğru gitmesini teşvik edecek güçlere ihtiyacı var.
Benim yaşımdaki bir adam hayatının geri kalan yıllarını “daha kaç kitap yazabilirim” diye hesaplar. Daralan zamanımın önemli bir kısmını şimdi bir gazete için kullanıyorsam bunun önemli bir nedeni olmalı. Medya desteğiyle vatandaşlarını ölüme sürükleyen, çocuklarına acıyı, utancı, aşağılanmışlığı layık gören bir zihniyete tavır alıyorum. Bir tek insanın hayatını kurtarabilirsek bile bu çabaya değer.
Hukukçular, tarihçiler, gazeteciler bu üçü de mesleğine ihanet ettiler. Bu üçü de mesleğini evrensel kriterlerden uzaklaştırdı. Tarihi doğru anlatır, hukuku doğru uygularsanız, gazeteler de gerçekleri yazarsa askerler siyasete müdahale edemez. Bu üç mesleğin ihaneti yüzünden biz bugün askerin siyasetin içinde olmasını doğal görüyoruz…
40-50 vardır.
Ben değil onlar toplumun değerlerini yok ediyorlar. Önce devlet diye başlayan bir hukuk olmaz, hukuk önce insan diye başlar. Hiçbir devlet bir insandan daha değerli değildir.
Kemalizm, Cumhuriyet'in yeni ve taze ideolojisi olarak ortaya çıkmadı, yıktığı Osmanlı'nın son döneminde yaşanan sakatlıkları ve İttihatçıların “ordu tapınmasını” sistemleştirerek yerleşik bir yönetim biçimine çevirdi. Osmanlı'nın son dönemindeki çatışmalar “genetik bir miras” gibi Kemalizm'le birlikte Cumhuriyet'e bulaştı. Osmanlı'yı “Türkleştirerek batılılaştırmak” gibi tuhaf bir misyon üstlenen İttihatçılar, Türkleşmenin önünde engel gördükleri gayrimüslimleri “temizlerken”, batılılaşmanın önünde engel olarak gördükleri Müslümanlık'la da çatıştılar. İttihatçıların dine ve dindarlara duyduğu kuşku olduğu gibi Cumhuriyet'e geçti. Bizler de, Kemalizm eğitiminin çocukları olarak o kuşkuyu derinliklerimize yerleştirdik. Bazılarımız “solcu” olduk, “Din kitlelerin afyonudur” sözünü öğrendik. Dini ürkütücü bir şey olarak gördük ve bizi “gericiye” çevirecekmiş gibi hep uzak durduk.
Hiçbir işe… Bu anlamsız korku bizi entelektüel açıdan epey zayıflattı. Hemen hemen bütün entelektüellerimiz gibi yazarlarımızın da hem dini bilgileri azdır, hem de bir din adamını zaaflarıyla ve erdemleriyle anlatmaktan ürkerler. Bu ürkeklik, bu yapay uzaklık, bu gereksiz korku, bizi, toplumun harcındaki en önemli etkenlerden birini incelemekten, anlamaktan, yaşadığımız toplumdaki çeşitli acıların kaynaklarını saptamaktan alıkoydu. Bu toplumun en büyük yaralarından biri dinle ilişkisindeki kaygan alandır. Bir toplumu anlamanın, o toplumun diniyle ilişkisini anlamadan mümkün olamayacağına inanırım. Türkiye'nin diniyle olan sorunlarını “huzurlu” bir şekilde aşmasının bu ülkeyi çok rahatlatacağını, manasız çekişmelerden kurtaracağını düşünürüm. Dinden korkacak bir şey yok…
Kemalizm, Türk siyasetinin “sihirbaz topudur”, el çabukluğuyla kutuya bir kavram koyup yerine bir başka kavram çıkarma hüneridir. “Kemalizm,” dediklerinde söylemek istedikleri, seçilenlerin devletin direksiyonuna asla geçemediği “demokrasisiz” bir toplum projesi, ülkeyi askerlerin, bürokrasi ve yargıyla elele vererek yönetmesidir.
Laiklik ve demokrasi kavramlarının yer değiştirmesinde. “Bu Kemalizm ne menem bir ideolojidir, ben buna karşıyım” derseniz… Kemalistler, size “bu adam laikliğe karşı” diye cevap verirler. Siz, Kemalizm'e “demokrasiyi içermediği” için karşı çıkarken, onlar bu karşı çıkışı “laiklik düşmanlığı” olarak sunarlar. En büyük sahtekarlıkları da buradadır zaten.
Sanırım bu soru onların sahtekar mı yoksa samimi mi olduğunu ortaya koyacak. Kemalizm'e demokrasiyi ekleyeceğiz, ordu siyasetten çekilecek, halkın iradesi tek ölçü olacak ve hepimiz Kemalizm'i benimseyeceğiz…
Cumhuriyet'in eğitim sistemi tam bir “beyin yıkama” mekanizmasına dönüştü. Çocukların “düşünmemesini” ve “devlet, Atatürk, Kemalizm” gibi tabulaştırılmış kavramlara tapınmasını sağlamak için düzenlendi bütün sistem. Zihinleri dondurulmuş bir “okur yazar” zümresi çıktı ortaya. Burada birçok garip çelişki belirdi.
Devlete tapınanlar, yetersizliklerinden dolayı devleti çökerttiler. Hukuksuz, darbeci, çeteleşmiş bir yapı çıktı ortaya. Bir diğer gariplik ise “okur yazarlar” ile “cahiller” arasındaki tuhaf rol değişim oldu. Eğitim süreçlerinde “düşünme esnekliklerini” yitiren “okur yazarlar” ülkenin en tutucu, en gerici grubu haline gelirken, onlar kadar ağır bir “doktrin” bombardımanına tutulmayan “cahiller” daha esnek, daha değişimci, daha sağduyulu kaldılar.
Medya, Türkiye'yi hiçbir zaman anlayamadı, bugün de anlayamıyor çünkü medyanın da kadroları “eğitimsiz eğitimlilerden” oluşuyor genellikle. Bütün hayata ezberlenmiş kalıplarla bakıyorlar ve hayatı hiçbir biçimde anlayamıyorlar.
“Neden” diye sordum. Neden bu kadar insafsız, bu kadar vahşi, bu kadar barbarsınız? Neden çocuklarınızı böyle aldırmazca üzüyorsunuz? O çocuğa öyle davrananların da aynı muameleye uğramasını istedim. Tabii böyle şeyler “devletimizin görevlilerinin” başına gelmez. Başörtülülerin, Kürtlerin, Alevilerin, solcuların, demokratların, milliyetçilerin, kısacası bu ülkede yaşayan halkın başına gelir. Bu ülkede huzursuzluğu sürekli olarak “devlet” çıkartıyor.
Birbirimizle uğraşmaktan başımızı çevirip devlete bakamıyoruz. Düşünün, sağcısıyla solcusuyla, Alevisi Sünnisiyle, Kürdüyle Türküyle, bu ülkede hapisten, işkenceden, baskıdan geçmemiş hiçbir kesim yok.
Bir meselenin birçok çözümü vardır. Hastayı öldürmek de, hastayı iyileştirmek de birer çözümdür. Birinci çözümü gerçekleştirene cellat, ikincisini gerçekleştirene doktor derler. Herkes, kendine, meşrebine, ruhuna, aklına, zekasına, çıkarına göre çözümler önerir. Siyasi sorunlarda da değişik çözümler vardır. Orada da cellatların ve doktorların çözüm önerilerine rastlarsınız. Eğer ülkenizde Kürt sorunu varsa, cellatlar için çözüm, Kürtleri bombalayarak, vurarak, öldürerek ortadan kaldırmaktır.
Sorunu ortadan kaldırırlar ama Kürtlerle birlikte Türkiye'yi de öldürürler. Çünkü “cellatlarımız”, “doktorları” da öldürmek istiyorlar.
Bugün, güneyimizde kurulan bir Kürt devletini jetlerle bombalayarak, açıkça söylenmese de, bu Kürt devletini yok ederek Türkiye'nin Kürt sorununu çözmek isteyenler var elbette. Bütün bir toplumu kendileri gibi cellatlaştırmak istiyorlar. Büyük bir Kürt düşmanlığı yayıyorlar. PKK'nın o kanlı ve anlamsız saldırılarını “çözümleri”nin doğruluğuna kanıt olarak gösteriyorlar. Unuttukları basit bir ayrıntı var yalnızca. Daha önce o Kürt devleti orada yoktu. PKK bile yoktu. Ama Kürt sorunu durduğu yerde duruyordu. Bombalama, öldürme, cezalandırma, idam, işkence… Hepsi denendi. Sorun hiç kaybolmadı. Sorun PKK değil çünkü, sorun Barzani de değil.
Hiç söylemek istemiyoruz, söyleyene de kızıyoruz ama sorun biziz. Bizim düşünce biçimimiz. Sorun kendimizi efendi görmemizde. Buranın efendileri “belli ölçüde” Sünni ve “belli ölçüde” Türk olan bizleriz. Biz kendi Kürt sorunumuzu çözemedik. Kendi ülkemizi iyi yönetemedik. İçerde anlamsız çatışmalara girdik ve belayı büyüttük. Ben “artık öldürmeyi değil yaşatmayı konuşun” diyorum. Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesiyle birlikte dünyanın da bir “Türkiye sorunu” olacak.
Bir Kürt siyasetçi kolay kolay bunu söyleyemez. Kürtlerin geçmişinde Öcalan ve PKK kutsal değerler olarak vardır. Ama soru şudur: Kürtlerin geleceğinde Öcalan ve PKK var mıdır? Bugün şartlar çok değişti. Türkiye, Avrupa Birliği üyeliği yolunda zor da olsa yürüyor. Ülkenin üstündeki baskıların önemli kısmı kalktı. Sadece Kürtlerin değil bütün Türkiye'nin özgür ve zengin olabileceği bir hedefe yavaş da olsa ilerleni-yor. PKK ise şartlar hiç değişmemiş gibi davranıyor. Yollara mayın döşemek, pusu kurmak, gerginlik yaratmak, iktidarını sürdürmek isteyen “derin devlete” yarıyor sadece.
Doktorluğa daha yatkın, ama arada bir “acaba cellatlarla da bir şey yapabilir miyiz” türü kurnazlıklar geçiyor aklından…
Evet, biz bu gazeteyi bunun için yayınlıyoruz…
Biz gerçeği söylersek başımıza kötü bir şey gelir diye düşünüyor insanlar. Normal bir ülkede böyle şeyler olmaz ama bizde devlet ve hukukun, gerçeği söyleyenin başına bir şey açacağına inanılıyor. Neden bu ülkede insan önemli değil de devlet önemli, devlet nasıl insanı ezer sorularını gündeme getirmek istiyoruz. Bunları sadece makalelerde değil, haberlere de taşımak istiyoruz.
Galiba böyle bir şey oldu... Gazete biraz uçak gibidir, kalkarken hafiften sallanabilir… Estetik açıdan iyi ama biraz daha düzeltmemiz gerekiyor, haberde yakaladığımız fikri çizgiyi ortaya çıkaracak haberlere ihtiyacımız var.
Bu duyguyu onlara verdiysek haklılar: Düşünüyoruz onlarda niye böyle bir duygu oluşturduk diye. Haberlerde olabilir ama tavrımızda bir eksiklik olduğunu zannetmiyorum. Herkese mutlaka “bunlar gerçekleri korkmadan basıyorlar” dedirteceğiz…
Buna çok çabuk karar verebileceğimizi zannetmiyorum. Yenilikleri olan bir gazeteyiz, bekleriz biraz…
Kırmıyor ama çok iyi de değil. Toparlanırız, çünkü tek bir gazete bile iyi olduğunda bu öteki gazeteleri de pozitif etkiler.
Şu anda patronlar da kendini iyi hissediyor, böyle bir gazetenin var olması gerektiğine inanıyorlar. Ekonomik problemler var ama biz o kadar çabuk teslim olmayız.
Her gün… Aslında 1 YTL çok değil ama biz henüz okuru bunun 1 YTL'lik gazete olduğuna ikna edemedik. Bu bizim eksikliğimizdir. Bu yönde yeni çabalarımız var. Abone kampanyası bunlardan biri, ayrıca abone olana 160 YTL'lik kitap vereceğiz…
Ben kolay kolay bırakıp giden bir adam değilim…
Bu olursa benim hatamdan olur, ben bunu üstlenirim. Hayatımda çeşitli yenilgiler yaşadım, bir yenilgi daha yaşarım ama buradaki insanlar için çok üzülürüm.
Hepsi yalan. Başar ve Savaş Arslan'dan başka hiç kimse yok. Burası hiçbir yerden, cemaatten, örgütten, ırktan, siyasi partiden, ekonomik kuruluştan destek almıyor…