'Arap Baharı' tarihi değiştirecek kadar önemli bir gelişme. Bu sadece Arap ülkelerinde yaşanan radikal değişimin adı değil, aynı zamanda davranış biçimlerini şekillendiren bir devrim. Ortadoğu'ya hâkim olan bu devrimin etkileri ilk olarak Avrupa, İran, Rusya, Çin ve Türkiye'de hissedildi. Esasında Arap Baharı ile demokrasinin tanımı değişti. Demokrasinin sadece bir 'oy kullanma sistemi' değil aynı zamanda 'fikir özgürlüğü' anlamına geldiği de anlaşıldı. Bir diğer dikkat çekici yönü de, kişi ister sosyalist ister komünist isterse muhafazakâr olsun, özgür yaşamak için verilen savaşta biraraya geldi. Bence bu sıradan bir olay değil mucizenin ta kendisidir.
Evet, eninde sonunda böyle olacak; çünkü bölgenin kapalı yapısı içinde iletişim odaklı hareket etmek mümkün değildi. Arap Baharı ile bu zincirin kırılması söz konusu. Diğer yandan Arap Baharı'nın getireceği olumlu değişimlere katkı sunmak istemeyecek bazı ülkeler de var. Mesela İsrail... İsrail'in diğer Arap ülkelerinin güçlenmesini isteyeceğini düşünmek saflık olur. İsrail Başbakanı Netanyahu ile ABD Başkanı Obama arasında Arap Baharı konusunda görüş ayrılıkları herkesin malumu. Gelinen noktada İsrail, Ortadoğu'da çok yalnız kaldı.
Sünni Müslümanlar ülkede çoğunluğa sahip olmalarına rağmen yönetimde söz sahibi değiller. Arap Baharı'nın etkisiyle Suriye halkı Esed rejimi diktatörlüğünün intikamını almak istiyor ve devam eden çatışmaların sonucu olarak Suriye'nin bütünlüğünü koruyup koruyamayacağı da belirsizliğini koruyor. Bence bugün sorulması gereken 'Suriye rejimi nasıl bir bedel ödeyecek?' sorusu olmalı. Bana sorarsanız Suriye'nin ödeyeceği bedel rakamlarla ifade edilenlerin çok ötesinde olacak.
Bence Esed rejimi çoktan yıkıldı, çünkü rejimin bugün Afganistan'da merkezi hükümetlerin zayıflıklarından yararlanarak iktidara gelen Taliban'dan hiçbir farkı yok. Taliban güçleri 1995'te 800 asker öldürmüştü. Ülkenin neredeyse tamamını kontrol altına almışlardı. Ne Afganistan ne de Afgan halkı umurlarındaydı. Onlara benzeyen Esed rejiminin sürmesi de imkansız.
Son 10 yılda AK Parti Hükümeti ile yaşanan gelişmeler Arap ülkelerine ilham oldu ve Türkiye Ortadoğu'daki ülkeler için rol modeli haline geldi. Türkiye bölgede birinci sınıf güce sahip olan tek ülke. Bugün Arap Baharı'nı yaşayan ülkeler Türkiye modeline ulaşmak için savaşıyorlar. Gördüler ki İslami bir ülke aynı zamanda demokrasi ile yönetilebiliyor. Bunda Recep Tayyip Erdoğan'ın payı büyük. Erdoğan'ın Mustafa Kemal Atatürk'ten sonra gelen en iyi lider olduğunu söylemeliyim. Mustafa Kemal, Türkiye'yi düşman işgalinden kurtararak cumhuriyeti ilan etmişti. Şimdi de Erdoğan, Atatürk'e eşdeğer bir işi başarıyor ve Türkiye'yi daha demokratik bir yapıya kavuşturuyor. Umarım diğer Arap ülkeleri de ileride birer Türkiye olabilir.
Bu konuda iki şey söylemek istiyorum. Birincisi Akçakale'de yaşananlara yaklaşımımız yanlıştı. Olayı duyduğumuz an 'Esed rejimi evet Türkiye'de 5 kişiyi öldürdü ama Suriye'de neredeyse her gün düzinelerce insan öldürülüyor. Buna nasıl son verebiliriz?' demeliydik. Terazinin kefesine koyduğumuzda o 5 kişi, Suriye'de hayatını kaybeden diğerlerinden daha önemli olmamalıydı. Çünkü yaşanılan facialarda ölenleri 'senin, benim vatandaşım' diye ayrım yaparak değil, ölen insan olarak görebilmek gerekir. Uluslararası toplumların birincil görevi sanırım bu olmalı. İkincisi savunma doktrinini bilenler mutlaka şunu da bilirler ki, size saldırmak isteyenler önce caydırıcı kapasitenizi test ederler. Türkiye'nin Suriye konusunda karşılaştığı meydan okuma da budur. Akçakale'nin bombalanması, Türkiye'nin sabrının değil, kapasite ve kararlılığının test edilmesi anlamına da gelebilir. Özellikle İran, Irak gibi ülkeler Türkiye'nin savunmaya geçerek savaşa girmesini istemiş olabilirler. Çünkü gerek İran gerekse Irak'ın Suriye güçlerine baskı yaptığı biliniyor.
Türkiye'deki gibi demokratik bir ülkeye dönüşmesi zor görünüyor ama belki özerkliğini ilan etmek isteyen gruplar olabilir. Suriye'nin en büyük etnik azınlığı Kürtlerden oluşuyor. Esed'in Kürtlere bırakarak terk ettiği yerleri 'Bir Kürdistan Devleti' kuruldu diye yazanlar oldu ama tabii ki bu doğru değil. Türk güçlerinin PKK ile PYD'nin işbirliğine sıcak bakmaları da mümkün görünmüyor. Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani de Türkiye'nin yanında bir tutum sergiliyor. Suriye'nin Kürt kentlerindeki gelişmelerde Barzani'nin rolü büyük görünüyor. Suriye bölünür ya da bölünmez demek şu an için oldukça güç. Bunu zaman gösterecek ama Türkiye'nin Suriye politikasının doğru olduğunu söylemek mümkün.
Türkiye'deki Kürtlerin probleminin Suriyeli ve Iraklı Kürtlerden farklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkiye demokratik bir ülke. Türkiye'deki Kürtlerin sorununun yapısal olduğu kanısındayım. Bu nedenle Suriye'de yaşanan gerginliklerin Güneydoğu'daki Kürt vatandaşları etkileyeceğine inanmıyorum. Bölgeye hâkim olmak isteyen PKK'nın bu yönde hayali spekülasyonlar çıkardığı biliniyor. Bence Kürt sorununun çözümünün 2 anahtarı var: 1- Diyalog 2- Daha fazla demokrasi. Bu anlamda hazırlıkları yapılan yeni anayasanın önemli olacağı kanısındayım.
Suriye'de Beşşar Esed güçleri ile muhalifler arasındaki mücadele sürerken Akçakale'ye düşen top mermileri, sınırdaki krizi farklı bir boyuta taşıdı. Türkiye ile Suriye'yi savaşın eşiğine getiren bu ortamda, haftasonu düzenlenecek İstanbul Küresel Forumu da bölgenin geleceğine dair ve-rilecek mesajlar adına daha bir önem kazandı. Forum için Türkiye'ye gelen Cambridge Üniversitesi Uluslararası ilişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, Sudanlı siyaset bilimci ve yazar Prof. Dr. Abdülvahap El Efendi ile Arap Baharı ışığında Suriye'nin geleceğini konuştuk.