Bir zamanların en büyük tekstil firmalarından Mensucat Santral'ın sahibi Halil Bezmen'le yakında çıkacak olan kitabı 'Hayatı boynunda taşıyan adam'ı ve şirketlerinin çöküş öyküsünü konuştuk. Bezmen, yeni kitabında 27 Mayıs, 12 Eylül askeri darbelerinin insanlarda yarattığı travmaları anlattığını belirtiyor. Şirketlerinin 12 Eylül'den itibaren erimeye başladığını ifade eden Bezmen, 28 Şubat post-modern darbe döneminde ise tamamen yok olduğunu söyledi. “Darbeci zihniyet sonumuzu getirdi” diyen Bezmen, kendisine yöneltilen suçlamaları, aklanmalarını ve darbe döneminin baskıcı ortamını anlattı.
Darbede her kesimden insan içeri alındı ama işadamı olarak sadece bizi, Bezmenler'i aldılar.
Bir müdürümüz “1. Ordu Komutanı Ali Haydar Saltık, benim akrabam” diyerek bizi korkutmaya çalıştı. “İstediğin kadar şikâyet et” dedik. Fakat sonradan çok büyük bir operasyon yapıldı.
Evlerimiz, işyerlerimiz askerlerin işgali altına girdi. Sanki bir terör operasyonuydu. Edirne'de kurulmuş olan Mensucat Santral ki dönemin en büyük tekstil fabrikasıydı, arandı. Daha sonra da bizi 2 ay boyunca gözaltı hapsine aldılar. Gazetelerde sürekli olarak teröre hizmet ettiğimiz yazıldı.
Edirne'deki fabrikayı kurmamızın sebebi teröre yataklık etmek, silah, döviz kaçakçılığı yapmak ve en önemlisi teröristlerin Bulgaristan üzerinden girip çıkmalarını sağlamakmış. Haydar Saltık'a gönderilen ihbar mektubunda da bu yazılmış. Bunu anlamak mümkün değil!
Edirne az gelişmiş bir bölgeydi. Orada kurulmuş en büyük fabrika bizimkiydi. Üstelik biraz ötemizde Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) bulunuyordu. Bizim böyle bir iş yapmadığımızı biliyor olmaları lazım.
Evlerden, fabrikalardan tüm eşyalar, dosyalar alındı. Bunların incelenmesi zaman aldı. İkinci ayın sonuna doğru bir askeri savcı geldi. Bize 'Siz ne yapıyordunuz?' dedi. Biz de 'Tekstil yapıyoruz, işimizi' dedik. İki hafta sonra bizi serbest bıraktılar.
Askeri darbe dönemleri hapishane dönemleriydi ama 12 Eylül'de askeri darbeden şikâyet eden bir işveren duymadım ben. Çünkü cunta ekonominin başına Turgut Özal'ı getirmişti. Özal, Türkiye'de liberal ekonomiye geçiş hamlesi başlattı. Amerika'da Ronald Reagan, İngiltere'de Margaret Thatcher, Türkiye'de Turgut Özal bu üçü kapitalizmin liberalizme dönüşmesini sağladılar.
28 Şubat post modern darbesinin yaşanmasının nedeni Özal'ın olmaması, ölmesidir. Ondan sonra gelen politikacılar, Türkiye'ye yön veremediler. Birbirlerini yediler ta ki Tayyip Erdoğan gelinceye kadar. Ama Özal ölmeseydi biz 28 Şubat darbesini yaşamazdık, mümkün değil!
Özal özgürlüklere inanan, fevkalade bir adamdı. Ne terörün ne de Ermeni sorununun bu hale gelmesine izin verirdi. O öldükten sonra kavgadan, kendi içimizde didişmeden darbe ortamına yeniden sürüklendik. 28 Şubat zaten tamamen yapma bir işti. “İrtica var” dendi oysaki böyle bir şey yoktu. 28 Şubat dönemi biz artık yok olmuştuk, serüvenimiz 12 Eylül'de başladı, 28 Şubat'ta sona erdi. Darbeci zihniyet sonumuzu getirdi.
Şirketlerin durumu gittikçe kötüleşti. Bankalardan kredi almak istedik sadece bir tek bankacı Hüsnü Özyeğin oldu. Bankasının boyuna göre bize verdiği kredi çok büyüktü. Biz batarsak Hüsnü'nün bankasına büyük bir darbe olurdu. Bir gün telefon ettim Hüsnü'ye. 'Arkadaşların dalga mı geçiyorlar, bizden para falan istemediler hiç dedim. O da “zaten istesek de ödeyemezsin, günün birinde ödersin Halil” dedi. O gün ağladım ben.
Kesinlikle öyle. Asker ve medya işbirliğiyle bizi erittiler. O zamanlar Simavi ailesi çok yakınımızdı. O zamanın en büyük gazetesi Hürriyet ve Günaydın, Simavi ailesine aitti. Haldun Simavi evimize haftada bir muhakkak gelirdi. Aile dostu dediğimiz bir insandı. O da tam sayfa verdi. Emri aldı ve yazdı. Asker bunu yazacaksınız dedikten sonra zaten başka yol da yok! Nefes alırken bile askere sormak gerekirdi.
TÜSİAD Başkanı Ali Koçman'dı. Bezmenler'i en iyi tanıyan kişilerden biriydi. “Ne yapıyorsunuz, Bezmenler bunları yapmış olamaz” demedi.
12 Eylül darbesinin getirdiği baskı ortamından hemen kurtulamadık. Türkiye askeri bir demokrasi ile yönetildi.
Varlık vergisi ve 1993-94 yıllarında yaşadığımız olaylar...
O dönem İktisat Bankası'nın da sahibi olan Erol Aksoy, Hürriyet Gazetesi'nin de yüzde 25 ortağıydı. Biz İş Bankası'ndan Koruma ve Rabak adında iki fabrika satın almıştık. Aksoy, “Rabak Fabrikası'nı bana sat” dedi. 'Çalıştırmak istiyoruz' dedik. Aksoy, 'Bunu sana ödeteceğim” dedi. O zamanın Hürriyet Gazetesi bir taarruz başlattı ve İSKİ davasında baş aktör oldum. İSKİ'ye rüşvet veriyormuşuz gibi lanse edildik. Sonra bunları yapmadığımız ortaya çıktı ama izi de kaldı.