|

Askerliği bırakıp darbeciliğe soyunmuşlar

Balyoz Güvenlik Harekât Planı'nı değerlendiren eski askeri savcı Faik Tarımcıoğlu, bu planı Sarıkız, Ayışı ve diğer planların anası olarak değerlendiriyor. Ve ekliyor; “Demek ki, birileri belli bir tarihten sonra askerliği bırakıp darbe planları yapmaya girişmiş.”

Murat Aksoy
00:00 - 25/01/2010 Pazartesi
Güncelleme: 21:50 - 24/01/2010 Pazar
Yeni Şafak
Askerliği bırakıp  darbeciliğe soyunmuşlar
Askerliği bırakıp darbeciliğe soyunmuşlar

Türkiye siyasetin çok yoğun olduğu bir ülke. Hafta içinde gündeme bomba gibi düşen Balyoz Güvenlik Harekât Planı, darbe planlarının 2004'de değil 2002'ye yani AK Parti'nin hükümet olmasından hemen sonra başladığını gösteriyor. Yaşadıklarımızın ne olduğunu anlamak için 12 Eylül döneminde sıkıyönetim askeri savcılığı yapan ve ANAP milletvekilliği döneminde Turgut Özal'ın yakınında bulunan Faik Tarımcıoğlu ile konuştuk. Tarımcıoğlu, Türkiye'nin yaşadığı süreci yarısı anonim olan şiirle paylaştı;


Derdimi ummana döktüm

Körolası dalgalar geri verdiler

Derdimi Süphan'a döktüm

Süphan dedi; Ya Rab ben bu yükü taşıyamam

Derdimi Lokman'a dedim

Lokman dedi eyvah.

Faik Tarımcıoğlu haksız sayılmaz. Tarımcıoğlu ile 1960'lardan bugüne bir ufuk turu yaptık. Tarımcıoğlu Erdoğan'ın Siirt'te okuduğu şiirden yargılanmasından CHP'ye, medyanın derin yapılarla ilişkisinden 1993 örtük darbesine kadar birçok konuyu konuştuk. Faik Tarımcıoğlu çok ilginç analizler yaptı ve çok çarpıcı iddialarda bulundu.


Neler oluyor? Bu genel soru ile başlayalım…

Türkiye'nin en başta yapısal problemleri var. Mesela Anayasa'nın 2. maddesi Türkiye Cumhuriyeti'ni, laik, sosyal, demokratik ve hukuk devleti olarak tanımlıyor değil mi? Maddede öyle yazıyor. Peki, bunlar gerçek mi? Hayır.

Laik değil mi?

Değil. Türkiye devlet tahakkümü altına alınmış bir Müslümanlık yaşıyor. Din devlet işlerine karışmıyor ama devlet din işlerine karışıyor. Laik bir ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurum olabilir mi? Olmaz. O zaman bu laiklik olmaz.

Sosyal devlet değil mi?

O da değil. Çünkü devlet sosyal devlet olarak vatandaşlarına karşı yükümlülüklerini yerine getirmiyor. Geçen hafta haberini okuduk Küçük Bedrettin'in. Bu mudur sosyal devlet. Havalar soğuyunca kaç kişi sokaklarda ölecek diye merak içindeyiz.

Demokratik de mi değil?

O hiç değil. Sürekli darbelerin olduğu bir ülkede nasıl bir demokrasiden söz edebiliriz. Ancak askeri vesayet demokrasisinden.

Hukuk devleti nosyonu peki?

Türkiye hukuk devleti değil, kanun devleti. Anayasa'nın 2. maddesindeki 4 temel ilke Türkiye'de yok. Yani bu devleti ayakta tutacak 4 sütun sağlam değil, sallanıyor. Aklınca bunu ayakta tutmak isteyenler askeri piramidi ters yüz ederek darbeleri sürekli hale getiriyorlar. Darbe yasaları ile devleti ayakta tutuyorlar. Es kaza toplumu temsil eden siyasiler seçilir ve hükümet olursa da onları devirmek için sürekli darbe peşinde koşuyorlar. İşte son iki yıl içinde ortaya çıkan Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz, Eldiven gibi darbe planları bunun örneği. Ama son ortaya çıkan Balyoz Darbe Planı başka bir şeyi ima ediyor. Bu korkunç.

Nedir Balyoz Darbe Planı ve ima ettiği şey?

Bu plan korkunç, inanılması imkânsız bir şey. Ama bununla birlikte bir şey ortaya çıktı. Demek ki, belli bir tarihten itibaren birileri askerlik mesleğini bırakmış, darbe planı yapmaya girişmiş. Bu şunu gösteriyor. Bu teselsül içerisinde. Yani bütün bunları yapan bir cuntadır, 30 generali at dışarı, işi tamamen temizle noktasında değiliz. Balyoz Darbe Planı en son çıktı ama darbe planlarının anası, temeli bu. Yani merkez İstanbul 1. Ordu Komutanlığı. Zaten burada eskiden beri bazı şeylerin olduğu biliniyordu. 2002-2003 yılından itibaren İstanbul 1. Ordu Komutanlığı'nda bir şeyler yapıldığına dair bazı ses kayıtları internete vs. düşmüştü. Şimdi o konuşmaları, son darbe planı ile birleştirdiğinizde bunun bir atmasyon ya da dedikleri gibi sadece senaryo olmadığını görüyoruz. Bu plan gerçek. Hatta şu anda Ergenekon Davası'nda yargılanan Ayışığı, Sarıkız gibi darbe planları bu ana planın birer parçası. Bundan şu çıkıyor. Ankara'daki cuntanın esas ayağı İstanbul'muş.

PLANLARI GENELKURMAY 2. BAŞKANI BİLİR

Nasıl hazırlanır bu planlar, kimin sorumluluğundadır?

Bu tür planlar ancak Genelkurmay 2. Başkanı emri ile hazırlanır. Çünkü karargâh komutanı olarak Genelkurmay 2. Başkanı yetkilidir.

Süreç nasıl işler?

Böyle planlar 30-50 kişi arasında değişen bir ekip tarafından hazırlanır. Hazırlanan taslaktır, ilgili daire başkanına sunulur. Bu makam Genelkurmay Harekât Dairesi Başkanı'dır. Sonra bu taslak Genelkurmay 2. Başkanı'na verilir.

Bu plan için “Harp oyunu, tatbikat senaryosu” deniyor. Katılıyor musunuz?

Olur mu efendim. Bir kere harp oyununda isimler olmaz, bunda isimler, rütbeler var. Şu şahıs bomba koyacak, şu şahıs patlatacak diye. Yani belli bir dönemde kimin, hangi görevi yapacağı belli olan bir eylem planı bu. Harp oyunu falan değil. Harp oyunlarında isim verilmez, tümenler söylenir, tabur söylenir, bayrak gösterilir falan. İsim vererek 36 gazeteciyi tutuklamak vs. böyle bir harp senaryosu olur mu canım.

Neden bu darbe ısrarı 2002'den bu yana?

Bunun bir nedeni var, 28 Şubat'ı gerçekleştirenler hedeflerine ulaşamadılar. Bunun travmasını yaşıyorlar ve bunu telafi etmek istiyorlar. Bir Genelkurmay Başkanı çıktı “28 Şubat bin yıl sürecek” dedi, birkaç yılda çöktü. Bununda nedeni kurmay hatasıdır.

ERDOĞAN'I TASFİYE ETMEK İSTEDİLER

Nedir o hata?

Recep Tayyip Erdoğan'ın haksız biçimde mahkûm edilmesi ve mahkûm olması ile başlayan sürecin Başbakanlık ile sonuçlanması. İşte bu onların bütün planlarını bozdu. Çünkü onların bütün hedefi Milli Görüş'ün ve onu temsil edebilecek bütün siyasal damarların yok edilmesiydi.

Yani AK Parti'nin 2002 sonunda tek başına hükümet olması ile başlayan darbe planları bir intikam amacı mı taşıyor?

Evet. Balyoz hareketine bakın seçimlerin hemen sonrasında hazırlanmaya başlamış ve adım adım düşünülmüş bir darbe planı. 28 Şubat ile Erbakan'ı bitirdiler. Ancak o planı yapanlar onun yerine geçmesi en muhtemel kişi olan Erdoğan'ı da siyaseten devre dışı bırakmak için de plan yaptılar ve bunu uyguladılar.

Ne planı bu?

Erdoğan'ın 12 Aralık 1997'de Siirt'te yapmış olduğu konuşma ve okuduğu şiir için, halkın kin ve nefrete teşvik etmek suçlamasıyla eski TCK 312. maddeden dava açtılar. O konuşmasında Erdoğan, “Ben Rizeliyim, eşim Siirtli. Biz bir ağacın dallarıyız, bin yıllık bir geçmişten geliyoruz, hepimiz Müslümanız, bizi kimse ayıramaz” mealinde bir konuşma yapmıştı. yani bölmeyi değil birliğin önemini anlatan bir konuşma idi.

ERDOĞAN'A 15 SUİKAST PLANI YAPILDI

Ama bölücülükten dava açıldı Erdoğan'a...

O mitingde okuduğu şiir dava konusu oldu. Erdoğan'ın mahkum edilmesine yol açan davayı da Genelkurmay Adli Müşavirliği'ndeki bir rütbeli hakimin Çevik Bir'den aldığı talimatla açıldı.

Nasıl yani?

Genelkurmay Adli Müşavirliği'ndeki bir rütbeli hakim, Atatürk ve laiklik ticareti yapan dönemin Yargıtay Başsavcısı'nı arayarak dava açılmasını istedi. O'da Diyarbakır DGM Başsavcısı'na telefon ederek Erdoğan'ın Siirt konuşması için dava açılmasını istedi, devlet böyle istiyor diye. Diyarbakır DGM Savcısı da dava açtı ve Erdoğan mahkûm oldu. Bütün plan, TCK 312. maddeden ceza alanların siyaset yapamayacağı varsayımına yani Anayasa'nın 76. maddesi ve Seçim Kanunu'nun 11. maddesine göre yapılmıştı. Erdoğan'ı da mahkûm ederek tasfiye edebileceklerini düşünmüşlerdi ama olmadı. Erdoğan cezaevinden planlandığı gibi zayıflayarak değil güçlenerek çıktı. İşte bugün darbe planlarını yapanların temel öfkesi bunadır. Yani Erdoğan'ın Başbakan olmasına. İşte Ergenekon örgütlenmesinin Ekim 1999'da kendini yeniden reorganize etmesi, Erdoğan'ın da hapisten Temmuz 1999'da çıkmasından sonra olması tesadüf değildir. Erdoğan'a o tarihten bugüne kadar 15 kez suikast girişimi olmuş hiçbiri başarılı olamamıştır.

Nereden biliyorsunuz?

Emniyet'ten aldığım bilgi ve duyumlardan biliyorum. Zaten bu konuda bazı girişimler medyaya da yansıdı. Mesela Atabeyler Çetesi davasında bu suikast iddialarından biri yer almıştı bildiğim kadarıyla.


Bütün bu darbe planlarına bakıldığında geniş bir işbirliği ağı var. Siyasiler, basın… Böyle bir yapının içinde basın mensuplarının olmama şansı yok. Tabii siyasiler. Bugün hükümet olan AK Parti dâhil olmak üzere CHP'de de, MHP'de de bu yapının uzantıları vardır. Ancak bunların en yoğun olduğu siyasal yapı CHP'dir.

Neden?

Çünkü CHP bu yapının en tabii müttefikidir. Nitekim CHP'nin müttefikliği tescil edilmiş bir müttefikliktir. Söylemin dışında fiili olarak bu böyledir. Nitekim son iki örneğinden biri 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra bir Genelkurmay Harekat Başkanı Korgeneral Reha Taşkesen imzasıyla hazırlanan resmi belgede şu net ifadeler yer almaktadır; “Biz toplum nezdindeki itibarımızı kaybediyoruz. STK'ların desteği de çok azaldı, ancak CHP'ye dayanabiliriz”. Yine ikinci somut tescil, bizzat Ergenekon Davası'nda avukattır CHP. Sadece söylem olarak değil, bizzat vekiller davalara katılarak bu müttefikliği tescil etmektedir. Bunun Baykal'dan bağımsız olduğunu da düşünmüyorum. Ama Baykal'ın bu tavrı beni şaşırtmıyor?

Neden şaşırtmıyor, sosyal demokrat bir partinin başkanından söz ediyoruz…

Onu bırakın canım. Bakın benim de bir zamanlar yöneticisi olduğum Vakıf 2000 Stratejik Araştırmalar Vakfı olarak 17 Aralık 2004'den önce düzenleyeceğimiz bir toplantıda konuşma yapması Baykal'ın makamına gittik. Yanımda Vakıf Başkanı Kurtcebe Alptemoçin, Ülkü Söylemezoğlu, Nihat Akpak, Mahir Barutçu, Süreyya Yücel Özden vardı. Kendisini konferansa davet ettik, kendisi de Mesut Yılmaz'ın gelmeyeceğini duyunca kabul etti. Tam çıkacağımız sırada ben bir maruzatımı paylaşmak istediğimi söyledim. “Buyur” dedi. Kendisine “Elimde maddi delil yok ama 2004 yılı başından itibaren yaşadığımız Kıbrıs'la ilgili gelişmeleri, TCK 301. maddesi ile ilgili gelişmeleri vs. aktarıp havanın kötü koktuğunu ve bir şeylerin tezgahlandığını hatta yeni bir 6-7 Eylül olabileceğini” aktardım. Bu havayı dağıtması için kendisinden yardım istedim.

BAYKAL OYUNLARI BOZABİLİRDİ

Nasıl yani?

Dedim ki; “Bu havayı dağıtmak elinizde, bunun biricik yolu var”. “Nedir” dedi? “Başbakan Erdoğan ile 17 Aralık zirvesi için Brüksel'e git-meniz ve orada birlikte poz vermeniz. Böyle bir uzlaşma toplumu rahatlatacaktır” dedim. Böyle bir adım atmazsanız AB üzerinden Türkiye'yi sabote edilebileceğini söyledim kendisine. Yanımdakiler de buna şahittir.

Tepkisi ne oldu?

Baykal bir süre sessiz kalarak “Haklısın” dedi. “Gideceğim ve Brüksel'de bu pozu vereceğim” dedi. Ama Baykal bunun tam tersini yaptı. Brüksel'e gitmediği gibi, Türkiye'nin AB yolunu tıkamak için elinden gelini yaptı. Nitekim benim kuşkulandığım noktalar bu darbe planları ile bir anlamda örtüşmüş oldu.

AK Parti'de yok mu?

Olmaz mı. Mesela Erdoğan'ın mahremiyetine kadar girmiş daha sonra milletvekili olmuş Turhan Çömez. Şimdi nerede? Ergenekon'dan sanık ve kaçak. Burada şuna dikkat etmek lazım. Onu Erdoğan'ın yanına kim aldırdı? Bunun izini sürmek lazım belki de. Yine partinin önde gelenlerinden birileri siyasi gelecek gördüğü için mi partiden istifa etmiştir, yoksa birileri ona Başbakanlık vaat ettiği için mi? Tabii başkaları da olabilir. Burada AK Parti yönetiminin de dikkatli davranması gerekiyor. İşleri çok kolay değil.


Birçok darbe planı yapılmış ve hiçbiri başarılı olmamış. Neden vazgeçilmemiş?

Aslında her darbe planında bir şeyler yapılmış. Burada gerçekleşmeyen plan(lar)ın tamamı. Yoksa 2003'den bu yana Türkiye'de yaşananlara bakın. Denktaş'ın Kıbrıs'taki çözümsüzlük siyasetinden 'Genç Subaylar Rahatsız' manşetine, Danıştay saldırısından Cumhuriyet Gazetesi'nin bombalanmasına, Hrant Dink'in öldürülmesinden Malatya katliamına. Bütün bunlar farklı darbe planlarının birer parçası sanki. Biri Balyoz'un, biri Sarıkız'ın, biri Ayışığı'nın, biri AK Parti'yi bitirme planının. Bu açıdan darbe planlarının tamamı başarısız diyemeyiz.

Yani Trabzon, Hrant Dink, Malatya Katliamı arasında bir bağ var mı?

Elimizde belki hukuki bir bağ yok ama yapı olarak var olduğunu görüyoruz. Benzer adamlar, benzer olaylar. Yani bunlara arasında bir bağ yok demek, gerçeğe sırt çevirmektir. Bakın Hrant Dink'i ölüme götüren süreç bir merkezden yönetilmiştir. TCK 301'den dava açan savcılara bakın, bunun için suç duyurusunda bulunanlara bakın, bu davaları izleyenlere bakın. Hepsi nerede bunların. Ergenekon Davası'nda yargılanıyorlar.

ERGENEKON SAVCILARI İŞ YÜKÜNE BOĞULUYOR

Nasıl sonuçlanacak bu dava?

İzleyebildiğim kadarıyla Ergenekon savcıları sürekli baskı altında. HSYK yerlerini değiştirmek istiyor, aldığımız bilgilere göre iş yükleri arttırılarak Ergenekon Davası ile ilgilenmeleri önlenmeye çalışılıyor. Tabii bunlar hep olumsuz şeyler. Toplumun ve tabii hükümetin de bu savcılara sahip çıkması gerekmektedir.

TSK içinde iki yapı mı var?

Türk Silahlı Kuvvetleri'nde bu darbeci geleneği tasvip etmeyen bir damar da var ve Hilmi Özkök bu yapı sayesinde Genelkurmay Başkanı oldu. İşte 2003-2004 yılındaki darbe planlarının önlenmesinde Özkök'ün rolü inkâr edilemez. Özkök olmazsa bu darbe planlarının ilki değilse bile ikincisi kesin başarılı olmuştur. Ancak bu darbeci gelenek Yaşar Büyükanıt'ı da rahat bırakmadı. Ve onun döneminde 27 Nisan e-muhtıra oldu. Ama kendisi bir darbeye de geçit vermedi. Her ne kadar bunu ben yazdım dese de bu metnin tamamını o yazmadı.

Kim yazdı?

Bu bir gecede hazırlanan bir açıklama değil. Öncesi var. 14 Nisan-27 Nisan 2007 arasında başını İsmail Hakkı Karadayı, Aytaç Yalman ve eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in çektiği bir grubun hazırladığı bir taslak var ve bu Genelkurmay Başkanı'na verildi. İnternet sitesine konan bu taslağın Büyükanıt tarafından gözden geçirilmiş halidir.


Peki İlker Başbuğ, ne yapmayı hedefliyor?

Başbuğ dönemine çok şey sığdı. İrtica Eylem Planı, Kafes Eylem Planı vs. Ancak Başbuğ da bütün bunların getirdiği baskı karşısında arada kaldı açıkçası. Ancak ben onun tarafının da demokrasi olduğunu düşünüyorum. Çünkü o da şartların darbe yapmaya elverişli olmadığını biliyor. Başbuğ, hem darbeciler bu kurumda barınamaz diyerek hükümete olumlu mesaj verdi hem de ıslak imza için bu bir kâğıt parçası diyerek gelen baskıları yumuşattı. Ve son aşamada Başbuğ şu anda hükümetle işbirliği yapıyor ki, bu önemlidir. Eğer hükümetle işbirliği yapmamış olsaydı başka şeyler olabilirdi.

TSK nasıl normalleşecek, asıl işine dönecek mi?

Bu yavaş yavaş olacak. Çünkü bugüne kadar yönetmeye alışmışlar. Ve bu 27 Mayıs darbesi ile çarpık bir yapı yaratmıştır. Ve oluşturulan Türk Silahlı Kuvvetler Birliği adlı yasadışı yapı daha sonraki 1971 ve 1980'i yaptı. Şimdi yaşanacak süreç terse dönem bu piramidi düzeltmektir. Yönetmemek, imtiyaz sahibi olmamak onlar için zor. Ve bu tasfiye bir günde de olmaz. Olursa bile çok sakıncaları olur. Sonuçta unutmayalım Genelkurmay bütün ilericiliğine rağmen kurumsal açıdan muhafazakârdır. Ama bu biraz da kuşak meselesi, bundan sonra gelecek her kuşak bu işlerden biraz daha uzak olacak diye umut ediyorum.

Devam eden davalar ne olur?

Yargılama uzun sürer ve nasıl sonuçlanacağını bilemeyiz. Yargılama uzadıkça üst mahkemeden dönme ihtimali yükselir. Belki yargılama bağlamında Türkiye'de darbe dönemi bitti demek güçtür. Ancak fiili olarak darbeler dönemi sona ermiştir. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz.


Erdoğan'a hapisten çıktığı 1999'dan bugüne kadar 15 kez suikast girişimi olmuş hiçbiri başarılı olamamıştır. Bu Emniyet'ten aldığım bilgi ve duyumlardan biliyorum. Mesela Atabeyler Çetesi davasında suikast iddialarından biri yer almıştır.



  • Ergenekon'da İsrail-Almanya istihbaratının rolü ne?

  • 14 yıl önce