Mesut Yılmaz Başbakanlığı döneminde “AB yolu Diyarbakır'dan geçer” demişti. Ondan önce de nice siyasetçiler Diyarbakır'a giderek görkemli törenlerle 'bölgeyi kurtarma paketleri' ilan etmişlerdi.
Peki ne oldu? Ne terör bitti, ne de yoksulluk ortadan kalktı. 2008'in Şubat'ında dolaşın Diyarbakır sokaklarında, çıkın vitrinden dışarı, terkedin Ofis'i…
Surlara sarmaşık gibi tutunan hayatları göreceksiniz, uyuşturucu kullanımı 8 yaşına kadar düşmüş. İşsizlik her geçen gün artıyor. Evlerin dördüncü katına kadar parmaklıklar yapılmış…
Eğitim ayrı bir sorun… Tedirginlik her yerde. Gelecek belirsiz… Arada bir beliren küçük ümitler var… Bu kadar sorun içinde insan ne için ve nasıl yaşar? Bugün hangi yollar geçer Diyarbakır'dan?
AB yolu mu, yoksa çetelerin, kaçakçıların, örgütün yolu mu geçer? Yargı, Şemdinli'de başka, İstanbul'da başka, Diyarbakır'da başka işler mi?
Hukuk deyince ne gelir Diyarbakırlının aklına… Ya devlet denilince… Diyarbakırlının hafızasında sorun olarak neler vardır?
Devletin soğuk yüzü, örgütün baskısı, sömüren siyasiler, cenazeler, göç eden köylüler, işlemeyen adalet, hor görülen halk, işkenceler… Bölgede hâlâ bilmediğimiz yasaklar hüküm sürüyor mu? Nüfus müdürlüklerinde 'o isim yasak' denilerek ad konusunda anlamsız dayatmalar yaşanıyor mu, her çocuğa hâlâ iki isim konuyor mu? Kürt siyasetçiler, örgütün pençesinden kurtulup bağımsız siyasetçi olabildiler mi?
Diyarbakır'da devletin hukuk gücü zayıfladığı müddetçe örgüt gerçeği ve dağ baskısı artacaktır.
Gerçek ortadayken devlet Diyarbakır'da hangi yönüyle tecelli ediyor, demir yumruğu şefkat eline dönüştü mü?
Bütün bunlar varken AK Parti Kürt sorununda çözüm iradesini ortaya koydu mu?
Kürtlerde olduğu gibi devletin bazı kurumlarında ve bazı bürokratlarında akıllar çok karışık. Öyle ki bu karışıklık kimisinde hezeyana vurmuş halde. Kürt sorununun çözümü konusunda devlette mutabakatın olmadığı doğru mu?
AK Parti iktidarı devleti çözümden yana dönüştürüp Diyarbakır'ı almaktan önce bölge halkını kazanmayı büyük hedef olarak koymalı…
Belki de bu halkı kazanmak için son fırsattır…
Hafızalara kazınan 30 yılın olumsuzluğu gidermek için son fırsat. Diyarbakır'dan sadece çözüm yolları geçsin artık…
9 Kasım 2005'te doruk noktasına varan Şemdinli'deki vaka Susurluk'tan sonraki en önemli olaydı. İlginçtir halk suçüstü yakaladığı failleri adalete teslim etti, kendi adaletini uygulamadı. Sonra gördük ki devlet olayın üzerine gitmedi, Meclis raporu bile açıklanamadı. Olayın üzerine gidenler susturuldu, savcı meslekten atıldı. Olay bu hükümet döneminde oldu. Yargı “bağımsız” hükümet etki edemez diyelim ama olayın yargıyla ilgili olmayan bölümünde hükümet üzerine düşeni yapmadı.
Bir örnek vereyim; Yargıtay'ın bozma kararından sonra heyet Şemdinli'de keşif yapacaktı, helikopter tahsisi, güvenliğin sağlanmasını istediler. Cevap; helikopter tahsis edemeyiz, güvenlik sağlayamayız oldu ve mahkeme heyeti dağıtıldı.
Şemdinli'de başka bir konsept gerçekleşti. Eğer üzerine gidilseydi geçmişe dönük olarak Kürt bölgesinde işlenen bir sürü cinayetin aydınlatılabilmesi imkanı vardı. Çatışmalar bu boyutta olmayabilirdi, çünkü Şemdinli'nin bir amacı da örgütün tek taraflı yaptığı ateşkesi daha derin bir çatışma sürecine yöneltmekti. Yakalanan üç şüphelinin kimlerle ilişkili olduğu hiçbir zaman araştırılmadı. Genelkurmay Başkanı ya da başka kuvvet komutanlarıyla ilgili bir şey ifade etmek istemiyorum. Hakkari Jandarma Alay Komutanı'nın bu işle ilgisi ve mahkemeye yazdıkları ortada. Daha ötesi, Haziran 2007'de Şemdinli Mahkemesi HSYK tarafından dağıtıldı, mahkeme başkanı çocuk mahkemelerinin başına getirildi. Sanıkların tahliyesini isteyen savcılar Van'dan alınıp Ankara'daki mahkemelerin başına getirildi.
Bunlar basına yansımadı. Mahkumiyet kararı veren hakimlerle, tahliye isteyen savcılarının atandıkları yerler dikkate alınırsa, Ferhat Sarıkaya'dan sonra hangi mekanizmaların kimler için harekete geçtiği anlaşılır.
Kuşkusuz yapılanlar çok önemlidir. Susurluk'tan bu yana konuşulan Veli Küçük'ün tutuklanması, ilişkilerinin açığa çıkarılmış olması bile büyük olay. Ama bu işin emekli olmuş bir generalle sınırlı olmadığını herkes biliyor. Endişemiz o ki ordudaki uzantılarına dokunma konusunda gerekli adımlar atılamayacak. Ordudaki ayağı ortaya çıkarmazsanız Ergenekon da bize yeni bir Susurluk, yeni bir Şemdinli yaşatabilir.
Ergenekon'un amacı ülkede derin bir çatışma ortamı yaratıp darbe zemini oluşturmaktı. Kürt siyasetçilerin öldürülmesi Türkiye'nin istikrarına saldırıdır. AK Parti çeteyi çökertmekle, kendisine yönelik başka bir organizasyonu da ortaya çıkarmış oldu. Çünkü AK Parti ısrarla “ben sorunları demokratik zeminde çözeceğim” diyor. Bu yaklaşımın içi tam doldurulamasa da AK Parti'nin çabalarının Diyarbakır'da etkisi olumlu oldu. JİTEM'i en iyi tanıyan ve en mağdur olan halk bölge halkıdır. Bu operas-yon bir umut ışığı olarak herkesin kafasında yer aldı.
Tek başına bu operasyonun AK Parti'ye bir seçim başarısı kazandıracağını sanmıyorum. Tek başına Diyarbakır'daki bombanın DTP'ye seçim kaybettireceğini sanmıyorum. Seçimlere 13 ay var, bu süre içinde kim şiddeti sonlandırıcı çaba içine girerse kamuoyunu o ikna eder ve Diyarbakır'ı kazanır. Çatışmayı derinleştiren, şiddeti artıran taraf kaybeder. AK Parti'nin 22 Temmuz başarısının bir nedeni de Kürt sorununu çözmek istediğine insanları ikna etmiş olmasıdır. 22 Temmuz'a kadar devletin da-yatmalarına karşı direnç gösterdi ama sonra tutum değiştirdi, istemediği halde sınır ötesi operasyonu yaptı. Dağdakilere galip ge-lerek Kürt meselesi çözülemez.
O uzun bir diyalogdu. Başbakan “18 yaşımdan itibaren sivil örgütlerde çalıştım, ama orada oturmakla burada oturmak aynı değil” dedi ve o sözü söyledi. Buradan “sorunu biliyorum ama çözüm için bazı kurumları ikna etmek kolay değil” demiş olabilir. Başbakan ve devletin diğer kurumları arasında bir mutabakat yoktur mantığını yurttaş olarak kabul etmiyorum. Başbakan diğer meselelerde gösterdiği kararlılığı bu meselede göstermedi. Kürt sorununu nasıl çözeceğiyle ilgili bir proje sunmuş değil. Bürokratları kararlı bir tutum alamıyor, aksine engelleyici bir tutum alıyorlar.
Hayır yok. Engel de yok ama herhangi bir üniversitede Kürt dili ile ilgili bir bölüm yok. Bunun için siyasi irade ve kararlılık gerekiyor.
Kürtlerin önemli bir bölümü şiddeti meşru görüyor. Bunun nedenini Kürt meselesinin çözülmemesine bağlıyorum. AK Parti'nin hiç kimseyi muhatap almasına gerek yok, doğrudan toplumu muhatap alarak şiddeti ortadan kaldırıcı adımlar atmalı. Daha reformist olmalılar. Yoksa çok radikal bir af yasası bile çözmeye yetmez.
n Bu nasıl olacak?
Mevzuat anlamında atılan hiçbir adım yok, aksine yeni TCK ile inanılmaz yasaklar geti-rildi. Belediyelerin faaliyetlerinde geri adımlar atıldı. Bunları Başbakan'a söylediğimde “öyle bir şey yok” dedi, beni Cemil Çiçek'e havale etti. Şu anda Diyarbakır'da herhangi bir belediyenin astığı Kürtçe bir afişe, dağıttığı bir davetiyeye dava açılıyor. Araştırdık 2005 Haziranı'nda yürürlüğe giren TCK'nın 225. maddesi devrim kanunlarını koruyor. 1927 yılında çıkarılan bir yasaya aykırı davranışı hükme bağlıyor.
Resmi dil dışındaki alanı serbest bırakmak lazım
Ben bu kanıda değilim. Irak'taki durumla Türkiye'deki durumu karıştırmamak lazım. Iraklı Kürtler Irak toplumuna entegre olmamışlar. Kürtler Türkiye'ye entegre olmuşlar ama çabalara rağmen asimile olmamışlar. Başbakan Almanya'daki Türklerle ilgili yaklaşımını Türkiye'deki Kürtlere uygulasa sorun çözülür.
Mesele tam bu noktada düğümleniyor. Kürtler çok kritik bir süreçteler; bu cumhuriyete ait olma konusunda bir zayıflık var, kendilerini tam olarak ait hissetmiyorlar. Devlet Kürt kökenli vatandaşlarında bu aidiyet duygusunu güçlendirmelidir. Bu duygu Kürtlerde zayıftır, bu yüzden de şiddeti meşru görme eğilimi vardır.
Kritik bir durum söz konusu DTP'nin “kale”, Başbakan'ın “alacağız” demesi Diyarbakır'ı geriyor. Bu seçimler 2004'teki seçimler gibi olmayacak. O zaman Meclis'te grubu olmayan bir Kürt hareketi vardı. İnsanlar seçimlere siyasal temsil açısından bakıyorlardı. Şu anda Meclis'te bir DTP grubu var, siyaset Meclis'te yapılıyor. Şimdi seçmen kendine dönük düşünecek.
AK Parti bugüne kadar 22 Temmuz'da kendisine verilen oyun anlamını kavramadı. Bölgede bazı belediyeleri de alarak “Kürt meselesi benim dediğim tarzda çözülüyor” inancına kapıldı. AK Parti seçime bu gözle bakarsa yanılır. DTP başarılı olmak istiyorsa şiddetten uzak durmalı. Şiddeti övücü bir söylem kaybettirir. Seçimlere kadar örgütün silahsızlanmaya gideceği yolun açılacağını sanıyorum. Eğer çatışma derinleşirse zaten her yerde şiddet artar. 90'ları mumla ararız. Bölge insanında geleceğe yönelik belirsizlikle beraber bu işin hallolacağına dair kuvvetli bir inanç var. 20 yılda farklı bir kuşak ortaya çıktı, bu kuşak sokaklarda olduğu müddetçe çok farklı bir tabloyla karşı karşıya kalabiliriz.
AK Parti kazanırsa bölgenin gerçeğini iyi değerlendirmiş ve kazanmış anlamına gelir. DTP kazanırsa AK Parti gerekli adımları atmamış anlamına gelir.
1977'de Mehdi Zana Diyarbakır bağımsız belediye başkanıydı. Bölgenin başka yerlerinde de Kürt siyasetçileri belediye başkanı oldu sonra başka partilere kaptırdı ama dünyanın sonu olmadı. DTP “kalemiz giderse mücadelemiz biter” diyeceğine politikalarını gözden geçirsin.
PKK legal demokratik siyasete alan bırakmıyor. 1991'den itibaren o alanı sürekli daraltıyor. Örgüt mantığından bakıldığında bu anormal değil, “mücadeleyi biz başlattık, kimse bizim çizdiğimiz rotadan çıkıp başka bir siyaset yapamaz” diyor. Bana göre sorun örgüt değil, sorun bu siyaseti yapan insanlarda. Onlar örgüte demeliler ki; “tamam sen kendine göre bir alan yaratmış olabilirsin ama sen bizim siyasi alanımıza müdahale edemezsin.” Ama diyemiyorlar. Çelişki bundan kaynaklanıyor. Kürt siyasetçileri örgütü hesaba katarak siyaset yaptıkları için Kürt siyasi hayatı gelişmemekte.
Türkiye'de siyaset yapmanın koşulları dar da olsa var. DTP'nin genel başkanı örgüt yöneticiliğinden ceza almış, bugün baskıyla da olsa siyaset yapıyor. DTP'nin 400 kurucusunun yarıdan fazlası ceza almış insanlar. Aslında baktığımızda bir siyasallaşmayı da görüyoruz.
Evet, siyasetçi kadro PKK'lı değildi. Şiddet olmasın, siyaset yapsın diyoruz bir vesileyle yapıyor. Kendi kimlikleriyle yapsınlar bakalım o zaman ne oluyor toplum kime değer veriyor. Bu kadar oy alınıyor mu alınmıyor mu devletin bu alanı açması lazım. Şiddet oldukça siyasi alan önem kazanamıyor. Mağduriyet üzerinden siyaset bizi bir yere getirmiyor.