Eski Demokrat Parti Genel Başkanı, yeni AK Partili Süleyman Soylu Başbakan Erdoğan'ın yerel seçimler öncesinde partisine davet ettiği birkaç siyasetçiden biri. “AK Parti'ye geçti mi, geçecek mi” diye konuşulurken Çarşamba günü AK Parti rozetini takarak kafalardaki soru işaretlerine son veren genç siyasetçiyle neden DP'den ayrıldığını, AK Parti'den beklentilerini, siyasetin anlamını ve projelerini konuştuk. Soylu'nun sorularımıza verdiği cevaplar şu şekilde:
Aileden gelen bir Demokrat Parti (DP) kimliğimiz olduğu doğru. Çok açık yüreklilikle söyleyebilirim ki Demokrat Parti kimliğinin dışında bir mücadelemiz de olmadı. Siyasete talip olan bizim gibi insanların en temel isteklerinden biri iyi insanlar kervanına katılmaktır. Çünkü siyaset Türkiye'de istismara müsaittir. İnandırıcı olmak, ülkenin geleceğinin çok daha iyi bir konuma taşınması için gayret göstermek gerekir.
Benim sahiplendiğim DP, 1960'ların DP'siydi. 1950-60 döneminin DP'si milletin beklentilerine uygun bir şekilde kuruldu. DP milletin sığınacağı bir limandı, beklentilerinin karşılığı, isyanının adıydı. Maalesef bu parti 1960 darbesi sonrası başkaları tarafından kontrol edilmeye başlandı.
Türkiye'de vesayet sistemi dediğimiz sistemden bahsediyorum. 1950-60 arası milletin gücünü görenler “artık bu yetkiyi millete vermeyelim kontrol bizde olsun” dediler ve Demokrat Parti gibi milletin kurduğu bir partiyi kontrol altına almaya çalıştılar. Ona musallat oldular ve kendi adamlarını yerleştirdiler. Nitekim 28 Şubat sürecinde de yine siyaset ve ordu ikilisinin birlikteliği devam etti. 28 Şubat DP'nin temel kırılma noktalarından biri oldu.
28 Şubat'ta yıllarca bu misyona ev sahipliği yapan insanların, 1960 darbesini, 1971 muhtırasını kim gerçekleştirmişse onlarla kol kola girdiğini gördüm. Partililerin hafızasındaki en önemli süreç şüphesiz ki Yassıada sürecidir. Bazılarının Silivri'dekilere meşruiyet sağlamak için Yassıada'yı Silivri ile kıyaslamaları benim için son noktaydı. Demokrat Parti'nin 1960 darbesini yapan insanların ruhuyla hareket ettiğini hepimiz gördük.
Hepimiz bu memleketin çocuklarıyız. Bazen nefsimiz, bazen kişisel geçmişimiz, bazen de söylediklerimiz bizi bulunduğumuz yerden doğru adreslere gitmeyi engelleyebiliyor. Bu sadece siyasette değil hayatın her alanında böyle. Oysa bilinmelidir ki hicret Allah'ın insana verdiği en önemli yenilenme halidir. Türk toplumunun bugün dinamik olmasının bir tek sebebi çok hicret eden bir topluluk olmasıdır ve bu topluluğa hizmet her şeyin üstündedir. Sayın Başbakan Erdoğan da bunu görerek küçük beyliklerde aynı gayeyi hedef edinen insanlara davet çıkardı. Eğer partisine davet etmeseydi, biz yine savrulmaya devam edecektik. Bu davet memleketin savrulan evlatlarını büyük hizmet odağında toplama davetidir.
1950-60 dönemi Türkiye'nin ekonomik ve siyasi anlamda sıçrama yaptığı bir dönemdi. Siyasetçiler sınırlandırıldı ve Türkiye maalesef ikinci sıçramasını gerçekleştiremedi. Rahmetli Özal 1983-87 yılları arasındaki büyük uçuşu sürdüremedi. Özal'a pranga vuruldu, DP'nin önü kesildi ve Adalet Partisi'ne de musallat olundu. Bugün milletin desteğiyle büyüyen AK Parti tam da ihtiyacımız olan ikinci sıçramaya hazırlanıyor. Türkiye hem demokratik hem de ekonomik anlamda ikinci sıçramayı yakalarsa beklentime kavuşmuş olacağım. Tek korkum “acaba bu kesilebilir mi?” endişesi. Böyle bir ihtimal yok ama biz halk olarak bu konudaki endişemizi sürdürmeliyiz. Artık herkes AK Parti'yi tahkim etmelidir çünkü bu fırsatı bir daha yakalayamayız. İkinci sıçrama, ikinci zenginleşme sadece AK Parti ile olabilir. Sahip olduğumuz değerleri paylaşmaktan çekinmemeliyiz.
Hayır, kesinlikle böyle düşünmüyorum. Belki siyasi figürlerimizle toplumda rol aldığımız yerler olabilir ama bizden çok daha kıymetli insanlar var. AK Parti'ye davet edilmesek de AK Parti kendi gündemini ortaya koyacaktı.
CHP milletin değerlerine samimi şekilde yaklaşan, onları anlayan, onları içlerine nüfuz edebilen ve dönüştürebilen bir siyasi parti henüz değil. CHP milletten korkuyor, devlet orijinli siyasetten millet odaklı siyasete maalesef geçemiyor. CHP hâlâ tek parti döneminin gölgesi altında ve bir Arap Baharı'na ihtiyacı var.
CHP lideri Kılıçdaroğlu'ndan beklentim yüksekti. Kılıçdaroğlu siyasi hayatımın en temel öngörüsüzlüklerinden bir tanesidir. Alevi bir siyasetçi olması Türkiye'nin toplumsal başarısı açısından büyük bir şanstı. Alevi toplumunun bugüne kadar yaşamış olduğu ezilmişliği çok büyük bir kardeşlik hikâyesi ile öne çıkarabilirdi ama Kılıçdaroğlu Türkiye'de Ergenekon'un malzemesi haline geldi. Maalesef tacizlere teslim oldu. Türkiye'nin yeni sosyal demokrat siyasetinin temsilcisi olabilirdi ama milletin karşısındaki kredisini tüketti.
Bakın rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu bir helikopter kazasında öldü, kazanın nedenlerinden biri de hava şartlarıydı. Aynı helikoptere rahmetli Yazıcıoğlu'ndan sonra Of-Gümüşhane-Bayburt arasında ben binecektim. Peki neden o helikopteri kiralamıştık biliyor musunuz? Çünkü o helikopter Türkiye'deki en ucuz helikopterdi. Parasızlıktan bunu yaptık. Daha güvenli bir helikopterde uçsaydı belki de Yazıcıoğlu bugün ölmemiş olacaktı ya da böylesi bir sabotaja kurban gitmeyecekti. Bu nedenle mart aylarında Türkiye'de seçim olmaz. Yerel seçiler ekim veya kasım aylarında yapılmalıdır.
Savrulma derken bunu kastediyordum. Kaderin savrulma çizgisinden insanları çekip almak kolay değildir. Başbakan bizi kaderin o savrulma çizgisinden çekip aldı. Ayrıca siyaset yaptığım dönemde şu anlattıklarımın dışında bir şey söylemedim. Üstelik DP Genel Başkanı olduğum dönemde en çok DYP ve DP'yi eleştirdim. Derdimiz AK Parti ile değildi. Derdimiz insandı, milletti, demokrasiydi, adaletti. Tersine AK Parti'ye sert muhalefet yapmadığım için eleştiriliyordum ama bunlar olacak.
Türkiye 1925'ten itibaren Kürtler konusunda bir parantez açtı ve Türkler ile Kürtlerin mutabakatı ortadan kalktı. Bu parantezi bir dönem DP, bir dönem rahmetli Özal kapatmaya çalıştı. Bugün de büyük bir iradeyle AK Parti açılımlar yapıyor. Birkaç ay önce Güneydoğu'ya gittim. Oraları avucumun içi gibi bilirim. Onlara karşı suçluluk duyuyorum çünkü geçmiş dönemde samimi davranmadığımız kanısındayım. Hâlâ onlara karşı kafamızın içine enjekte edilen ön yargılarla hareket ettiğimizi düşünüyorum. Bu suçluluk beni onlara karşı yaklaştırıyor. AK Parti'nin tüm bunları tamir etmek adına samimi bir iradesi olduğu kanısındayım. Kürt meselesi Kürtlerle Türkler arasındaki güven meselesidir. Başbakan Kürt meselesinin çözümünde Türkiye'nin en önemli şansıdır. Çünkü ortak paydada Türkiye'nin güvendiği tek isimdir. Ve bu mesele Türkiye toplumun tamamının meselesidir. Bu mesele demokrasi, kardeşlik, kalkınma meselesidir.
Bölgeyi iyi bilen insanlardan biriyim. Güneydoğu'da yerel seçimlerde AK Parti'nin 2009'daki yerel ve 2011'deki genel seçimlerden daha iyi sonuç alacağına inanıyorum. Güneydoğu halkının AK Parti'ye yönelik samimiyetinin ne denli gerçek olduğunu göreceğiz. Onları sıkıştıran, taciz eden, öldüren özellikle yaşanan son olaylarla maskesini kaldıran güçlere karşı cevapları çok net olacak. İnanıyorum ki gerçekleri gören bölge insanının vicdanı bizim vicdanımızdan çok daha duyarlıdır.