|

Başörtüsü yasağını savunmak artık utanç vesilesi

Yazar Yıldız Ramazanoğlu, başörtüsü yasaklarına karşı ön saflarda yer alanlardan biriydi. Bugün görece bir iyileşme olduğunu söyleyen Ramazanoğlu, “Artık insanların başörtüsü yasaklarını savunmaktan utandığını görüyoruz. Kimse başörtüsünü yasaklayan kişi olarak anılmak istemiyor. Bence bu çok iyi bir aşama” diyor.

Emeti Saruhan
00:00 - 18/12/2011 Pazar
Güncelleme: 00:17 - 18/12/2011 Pazar
Yeni Şafak
Başörtüsü yasağını savunmak artık utanç vesilesi
Başörtüsü yasağını savunmak artık utanç vesilesi
Sizi yazar kimliğinizin yanısıra, aktivist kimliğinizle de ön saflarda görüyoruz. Başörtüsü konusundaki hak ihlallerinde de öyleydi. Başörtüsüyle tanışmanız nasıl oldu?

Gerçekten uzun süreçlerden geçerek başımı örttüm. Bir sorgulama dönemi ve yıllarca süren okumalardan yola çıkarak, üniversite yıllarında oldu. Başörtülü insanlarla karşılaşarak, birtakım örnekliklerden yola çıkarak olmadı. Çünkü çocukluğum Ankara'da, daha çok seküler zihniyetin, İslam sevgisizliğinin, cumhuriyet kadını prototipinin var olduğu mahallelerde geçti. Kavaklıdere'de yetiştim. Okuduğum kitaplardan yola çıkarak İslami birikimle buluştuğumu biliyorum. Biz 10 civarında genç üniversite öğrencisi ortaklaşa okumalarımız ve uzun tartışmalar sonunda hep beraber başımızı örtüp başörtülü olarak okula gelme kararı verdik bir yaz ayrılırken. O safiyane sadakat duygumuzun artık zirve yapması neticesinde bunu yapmalıyız diye düşündük. İyi ki de yapmışız genç yaşımızda. Çünkü daha sonra çok fazla sorgulayıp bütün bu dünyevi kayıpları gördükten sonra insanların bunu yapması hiç kolay değil. Benim için hayatımın altın çağlarıydı. O safiyane sadakat, o canfeda hisler tekrar o yoğunlukta yaşanamıyor ne yazık ki.

KADINLAR ARADA KALDI

Başörtüsü bir hak ve özgürlük mü yoksa inanç özgürlüğü kapsamında mı değerlendirilmeli?

Aslında başörtüsü yaşamın biricikliği ile alakalı en başta... Herkesin bir kere yaşayacağı ve tekrarı olmayan hayatını, içine sinen şekilde yaşama hakkı var. En temel hak budur. Benim içime sinen şey başörtülü olarak hayatını sürdürmek, başörtüsünün içini de Allah'a sadakatle doldurmak. Kimse bunu benden alamaz. Kimsenin böyle bir hakkı olamaz. Benim için arkamda büyük bir duygu bu. O yüzden hiçbir zaman kendimizi yalnız hissetmeyiz. Bizi çevreleyen, kuşatan, her zaman kendimizi dolu dolu hissettiğimiz öte yandan çok da derinden içten yaşadığımız bir haleyle kuşatılmış durumdayız. Bu hale gizli bir aşkın gücü, her an bizi teselli eden, tahkim eden..

Kadınların sığdırılmak istendiği kamusal alan nasıl bir yer?

Ben başımı örtene kadar hiçbir zaman cinsiyetin büyük farklılık yarattığı inancına dair düşüncelerle karşılaşmadım ve bunlara kafa yormadım. Çünkü kız ya da kadın diye fişlenmedim hiçbir zaman aile içinde. Kadın olmanın eksiltici bir statü olarak altının çizilmesi benim için travmatik oldu. Böyle bir söylemle maalesef başımı örttükten sonra karşılaştım. Tam da özgürleşmek için, bütün dünyadaki hükümranlıklardan, şiddetten, tanımlamalardan kurtulmak ve yüreğimi sonuna kadar yüksek duygu ve fikirlere taşımak için başımı örtmüşken, çift yönlü kısıtlamayla karşılaştım. Her iki taraftan da. Kamu alanının laik kesim tarafından sınıflandıran, aşağılayan, ayrımcılığa tabi tutan, bütün haklarını gasp eden bir alan haline dönüştürülmesi, dindar kesim tarafından da sürekli haddinin hududunun bildirilmesini gerektiren bir konsepte dönüştürülmesi gerçekten şok edici gelişmeler oldu. Anladığım Kur'ani söylemi, üstünlükleri yerle bir eden takvayı zirveye koyan yaklaşımın karşılığını bulamadım hiçbir yerde.

İki arada bir derede

Evet. Şaka gibi. Ben yıllarca aşağılamaların çok yanlış şeyler olduğu için bertaraf edilip hayatımızdan çıkıp gideceğini düşündüm. Ama o kadar kalıcıydı ki bir türlü gitmedi. Çocuklarımıza da sirayet etti. Ancak benim için önemli olan İslam'ın neyi öngördüğü. Böyle bir referansımızın olması çok kıymetli. Çünkü orada bizi azaltan değil çoğaltan, bize statü kaybettiren değil, doruklara, zirvelere, çok yücelere taşıyan bir söylem var. Varoluşumuzu inşa etmemizde önümüzü sonuna kadar açan vaatler. Bu ilahi irade arkamızda olduktan sonra diğer dünyevi sözler köpük gibi hayatımızdan çekilip gitmek durumunda.

Kadınlar iki arada dedik ama haklarını aramak için seslerini çıkardıklarında hemen feminist damgası yiyorlar. Feminist kelimesinin sizdeki karşılığı ne ve neden feminist kelimesi geçince tüyler diken diken oluyor?

Feminist kelimesi kullanışlı bir sığınak. Bir kaçma yeri. Karşınızda gerçekten birebir eşitlik, hakkaniyet duygusu içinde bir yol arkadaşlığı talebiyle, birlikte aynı hedeflere yol almak isteyen kadınlar var. Bu kadınların nasıl bir yol izlediğini değerlendiremeden susturmak istediğinizde gerçekten elverişli bir kelime. Aslında feminist hareketlerin başlangıcına baktığınız zaman bunu İslam'ın söylemiyle buluşamayan kadınları İslam'ın vaat ettikleriyle karşılaştırmak için bir fırsat karşılıklı kardeşçe bir diyalog için imkan olarak da görebilirsiniz, varsa bir sözünüz elbette. İslam yeryüzündeki bütün insanların diğer bir insan tekine üstün olmadığını, hakkaniyetli bir şekilde insan eşitliğini ortaya koymuş bir dinken, hak arayışında ortaklaşmak yerine sürekli bir dışlama, bazı kadınları bu arayışın dışında bırakma, onları işaretleme, bence olgunlaşmış Müslüman bir entelektüel zihnin yapacağı şeyler değil.

CESUR BİR ADIM GEREK

Başörtüsü konusunda gelinen noktada neler söylemek gerekir?

Gülnur Güner'in 'kod 333' sergisini gördükten sonra insanların bireysel yaşamda yaşadıkları kayıpların kişisel düzeyde kalmayıp ülkenin geleceğine kastettiğini de fark ettim. Ülkenin yetişmiş, milletine, halkına, ailesine ve dünyada olup bitenlere sahip çıkacak kapasitedeki insanlarını nasıl büyük bir kıyımdan geçirdiğini fark ettim. Görece bir iyileşme tabii ki var. Artık insanların başörtüsü yasaklarını savunmaktan utandığını görüyoruz. Kimse başörtüsünü yasaklayan kişi olarak anılmak istemiyor. Bence bu çok iyi bir aşama. Öte yandan daha cesur adımların atılması lazım. Kadınların seçilme hakkının olmaması gerçekten düşünülemez. Bizim kadınlar çok daha hakkaniyetli, zulümden daha uzak, meleksi diye bir iddiamız yok. İyi yapacak, kötü yapacak, başarılı olup olmayacak da sonraki mevzu. Bu milletvekilliğine çok büyük bir önem atfetmemizden de kaynaklanmıyor. Gürültü kopararak gasbedilen bir hak tesliminden ibaret. Bütün ülkedeki yurttaşların seçilme hakkı varsa başörtülü kadınların da olacak.


Dünya kadın zirvelerine katıldınız. Müslüman kadın için çizilen aydınlanma projeleri nasıl?

Batılıların kafasında İslam'ın kadına nasıl yaklaştığı ile ilgili bir netlik ayarı yok. Bu aslında kötü bir şey. İslam adına konan pratiklerin bir uçtan bir uca aşırı derece farklılıklar göstermesinden kaynaklanıyor. Dünya kadın zirvelerine Mısır'dan, Lübnan'dan inanılmaz güçlü kadınlar geliyorlar; çok güzel ürünler ortaya koymuş, 5 çocuk büyütmüş, dünya hakkında olup bitenler hakkında çözüme yönelik fikirleri olan. Öte yandan, 'Kadınların evden çıkmaması gerekiyor, namazını kılan, kocasına itaat eden cennete gider' gibi kadını erkek dolayımından tanımlayan kişiler de geliyor. Öyle ki sanki kadının topluma karşı hiçbir sorumluluğu yok, ayetlerin hiçbirinin muhatabı değil. Afganistan, Pakistan'da İslam adına ortaya konan pratiklere baktığınızda çok yıkıcı, kıyıcı şeylerle karşılaşıyorsunuz. Öte yandan İslami toplumlarda ahenkli mutlu herkesin yerinin değerli olduğu örnekler de azımsanmayacak kadar çok. Fakat emperyalist söylem kasıtlı bir şekilde kötü örnekleri ileri sürerek çıkarları için zemin hazırlıyor. Bu şartlar altında buradan da Müslüman kadını kurtarma misyonu gibi emperyal fikirler oluşuyor.

Dünyadaki birçok hak ihlaline karşı çalışmalar yapıyorsunuz. Bu duyarlılığı nasıl geliştirebiliyorsunuz?

Bütün dünyada bunu yapan, haksızlıklara karşı koyan gerçekten erdemli insanlar var, bu da başka bir küreselleşme. Bu dünyadaki iyi insanların bir parçası olmak hepimizin hem hakkı hem görevi. O yüzden bana aktivist denince biraz içim burkuluyor, gerçek aktivistlere haksızlık. Bu hepimizin içinde var ama ne işe yarar duygusu, bazen de öteki acılar için verecek bir dilim enerjisi olmaması insanları durduruyor.


Nasıl bir ortamda büyüdünüz. Ailede yazan kimse var mıydı?

Edebiyat anlamında kitap yayınlayan olmadı. Çok özgür bir ortamda büyüdüm. İki kız bir erkek kardeşiz ve bir nokta kadar ayrım görmedim. Hatta çok şanslı kızım ben, kuvvetli bir baba rüzgarı aldım. Bunu çok önemsiyorum, çünkü benim hayatımı belirleyen biraz da bu oldu. Babam tek başıma Fizan'a kadar gidebileceğimi söylerdi. Çantamı omzuma takıp dünyanın her tarafına gidebileceğim özgüveni her zaman verilmiştir.

Yazmaya yeteneğiniz olduğunu nasıl keşfettiniz?

Yetenek mi bilemiyorum ama yazmak karşı koymaktı benim için. Çocuk yaşlarımda şiir yazıyordum, yapmak istediğim şey çocukken bile bu dünyada olup bitenleri yazarak anlamaktı. Yazarak üzerine düşündüğümde bir şeyin daha çabuk açıldığını keşfettim kendimce. Birisine bir şey anlatmanın ötesinde öncelikle durumu kendime anlatmak.

Bir nevi terapi gibi mi?

Terapi denemez buna, daha sistemli şekilde düşünmek, üzerimizden hızla geçip giden şeyleri biraz berraklaştırmak, geri dönüp yaşadığımız şey üzerine yoğunlukla eğilmek, onu yakın plana almak, bu kadar hızlı geçip gitmesine izin vermemek gibi bir şey.

Şiirle başladınız ama şiirle devam etmediniz?

Hep hikaye anlatmak istedim aslında. Lisedeyken de hep insanların hikayelerine odaklanırdım. Kitap yayınlamak fikri çok sonra geldi bana. Çünkü yazmanın kendisi ilgilendiriyor beni daha çok. Kitap olmuş olmamış bu daha sonraki bir şey. Kendimi gerçekleştirdiğim, varoluşa daha yakından baktığım bir an yazma anı. Şu anda da böyle. Yazarak tanıklığımı ortaya koyabilmek benim için çok önemli.

Eczacılık gündeminize nasıl girdi?

Eczacılık aslında annemin hayaliydi. Annemin üzerimize kurduğu hayaller vardı. Abimin mühendis, benim doktor, kızkardeşimin de eczacı olmasını isterdi.

Her anne babanın kurduğu gibi.

Evet. Benim ilkokulda edebiyata, sanata, sosyal bilimlere olan ilgim görülüyordu ama bunları eğitimini almadan, kendi okumalarımla da yapabileceğim fikri vardı ailemde. Bunun pek de geçerli olmadığını gördüm hayatımda. Eczacılık da bana çok şey kattı. Fakat öte yandan insanları şaşırtan bir şey eczacı olup da hikaye yazmak.

Ecza ve öykü nerede kesişiyor?

Ben yıllarca eczacılık yaptım. Bu esnada gelip giden insanların her biri birer hikaye kahramanıydı. Kayıt altına alınması bile mümkün değil. Önümden o kadar çok insan, o kadar çok hikaye, o kadar çok yaşam tecrübesi akıp gitti ki! Çalışma temposunun ağırlığı bunların bir çoğunun sadece geçip gitmesine neden oldu. Yine de bıraktıkları izler çok değerli çok şey kattı hayatı anlamama. Zenginleştirici oldu benim için.

Yazmaya yeltenen kadın neden işe özür dilemekle başlamalı? Kadınların yazması daha mı zor?

Geriye dönüp de tekrar yaşananların üzerinde düşünme, yazma gibi bir imkana hayat izin vermez. Erkek de kadın da olsanız, bu iş kuşatmayı yarma harekatı gerektiriyor. Hakikaten kendimiz üzerine, olup bitenler üzerine, hayat, dünya ve varoluş üzerine geriye çekilip düşünmek çok büyük emek istiyor. Kadın olduğunuz zaman bu biraz daha katlanabilir. Özellikle bizimki gibi toplumlarda. Çünkü bunun toplumda bir karşılığı yok. Yıllarca ne yapmaya çalıştığınızı bile anlamıyor insanlar. Hikaye yazmak para kazandırmayan boş işler manzumesindendir. Çok fazla da muteber bir şey değil bir kadının abesle iştigal etmesi bu anlamda.

Neden muteber değil?

Tek başınıza kalmanız, yalnızlaşmanız gerekiyor. Müstakil varlığınıza saygı duyan bir aile yapısı yoksa gerekli ortamı sağlamanız mümkün değil. Aile çevre ve toplumsal sorumluluklarımız gerçekten çok ağır. Bir yandan kafamda hikayeler dönüp dolaşıyor, bir yandan çalışıyorum, evde çocuklar beni bekliyor... Bu şartlar altında hala kendimize yazmak için boş bir alan açmak, ateşten gömlek gibi.

Yazmak ne ifade ediyor sizin için?

Ben 'Hak ve adalet yolunda kendimi sonuna kadar sarf edip nasıl tüketebilirim şu dünyadan gitmeden' diye düşünürüm hep. Neden iyilik güzellik için, zulmün yer yüzünden kalkması için elimizde ne var yoksa sarfetmeyelim ki? Çünkü bir gün bir şekilde gideceğiz. Yazma da bunun bir parçası. Yazmak benim için bir oyun, eğlence, terapi alanı değil. Direnme, karşı koyma gördüğümü anlatma anlatırken kötülükleri aşındırma alanı. Görüyorum bu yolla aşındırabildiğimizi. İnsan bunu fark ettikten sonra da yazmaya daha çok önem atfediyor ve giderek hayat memat meselesine dönüşüyor. Bir meselem olmasa yazmazdım. Hikaye konularını seçerken ayrıntıyı önemsiyorum, gözden kaçmış, dikkatten uzak, son derece sıradan görünen sönük bir anın benim için çok önemi var. O anı biraz nazara vermek oradaki duygu yoğunluğunu, çatışmayı, çelişkiyi, dayanılmaz olanı ortaya çıkarıp parlatmak, dayanmak için neler icat edildiğine bakmak yazma biçimim.


Rachel Corrie'nin fotoğrafının mutfağınızda asılı olduğunu biliyorum. Ne ifade ediyor sizin için Rachel Corrie?

Benim için gezegenin sesi. Gezegen zaman zaman birilerinin yüksek bir platforma çıkıp herkesin duyacağı bir ses vermesini istiyor. Bu Allah'ın bir nasibi. Bazı insanlar çıkıyor ve bütün insanlığı sarsacak etkileyecek doğrudan kemiğine işleyecek bir eylem yapıyor bir söz söylüyor. Tayyip Erdoğan da “one minute” derken bize bu duyguyu yaşattı, “Bu oku sen atmadın, Allah attı” ayetinin tecellisiydi bir kul üzerinden. Corrie de öyle. Mutfağımda asılıdır resmi, konuşurum onunla.

Başka kimler konuk oluyor mutfağınıza?

Cahar Dudayev, Rojbin Tugan, Virginia Woolf'un çok naif bir resmi vardır, Sohrab Sepehri, Ceylan Önkol... Değişir bunlar. Yemek yaparken, müzik dinlerken kendi kendime hasbihal edeceğim insanlar vardır.

Doğu Konferansı çerçevesinde Doğu ülkelerine seyahatler yaptınız. Bu ülkeler için en öne çıkan tespitiniz neydi?

Aslında en acıtıcı olanı Ortadoğu halklarının birbirinden haberdar olmak için Batı'nın dolayımını kullanmalarıydı. Onların geçtiği haberler, özellikle işlenmiş haberler üzerinden birbirimizi tanımamız. Bu seyahatlerin amacı da zaten aradan aracıları uzun dolambaçlı yolları çıkartmak ve ru be ru bir araya gelmekti. Benim için okul gibi oldu, çok şey öğrendim.

Bu son gelişmeler nereye oturuyor? Arap Baharı'nı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu yılların birikimi, belki son 100 yıl boyunca insanların içinde biriktirdiği taleplerin, beklentilerin, bir türlü açığa vurulamayan seslerin dışa vurumu. Bunun bazı dış müdahaleler tarafından gerçekleştiğini söyleyenler var ama bence bu çok incitici. Dış müdahale olabilir ama halkların kendi iradesini hiçe saymak bence haksızlık. Tunus'ta Mısır'da dış müdahale hiç de etkin değil ve bilakis üzgün bütün hegemonlar. Tabii ki emperyal hedefleri olanlar, bu acıları yaşatanlar sömürenler hemen vazgeçecek değil, Ortadoğu'da kendi çıkarları, kendi hedefleri olan güçler bütün bu kalkışmaları kendi lehlerine çevirmek, menfaat elde etmek için harekete geçecekler. Nitekim geçtiler. Fakat bir çok yerde geri adım atmak zorunda kaldılar. Mesela Mısır'ı ele geçiremedi bu dış güçler. İstedikleri yönde ilerlemedi meydanların nabzı.

Kürt kimliğinden dolayı ezilen insanların da yanında oldunuz. Bu mesele nasıl çözülür?

Hakların teslim edilmesiyle, daha güven verici, kararlı tutarlı politikalarla. İnsanların dağa çıkma, eline silah alma gerekçelerinin ortadan kaldırılması lazım. Bu da Kürt halkına yaşatılan acıları ikrar ve tazminle olacak bir şey. Bundan sonra artık karşılıklı silahlı hareketin hiçbir anlamı yok. Toplumsal bir karşılığı da yok. Bir zamanlar PKK'yı kurtarıcı olarak düşünenler artık öyle düşünmüyor. Devlet de operasyon desteğini yitirdi. Artık herkes konuşarak aşındırma, hakların teslimi yoluyla çözüleceğini düşünüyor. Silahın gerekçesi kalmadı.




12 yıl önce