Türkiye geçtiğimiz haftayı Balyoz darbe planı kapsamında yapılan (ve yarım kalan) operasyonlarla geçirdi. Nöbetçi hakimin serbest bıraktıklarını nöbetçi olmayanlar tekrar tutukladı. Peki bütün bunların anlamı ne? Bu planı ortaya çıkaran gazeteci arkadaşımız Mehmet Baransu'ya sorduk. Türkiye yakın geçmişe dair birçok haberi onun kaleminden öğrendi. İrtica ile eylem planından Balyoz darbe planına, Lahika'dan Elazığ'da eline bomba verilerek ölen askerlerin dramının ortaya çıkmasına kadar pekçok haberi Türkiye ondan öğrendi. "Pimi Çekilmiş El Bombası" haberiyle 2009 yılı Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü'nü kazandı. Mehmet Baransu, Taraf'ta yaptığı bazı haberleri ve gazeteye yazmadığı kimi dosyaları bir kitapta topladı: Karargah. Kitabı okuduğunuzda Türkiye'de "karargah"ın içine girmeden ne olduğunu, ne yaptığını, nasıl işlediğini öğreniyorsunuz.
2003 yılında Çetin Doğan ve çevresi birtakım şeyler yapmaya çalışıyorlar. Edindiğim izlenim; bu planı bozanlardan birisinin Hilmi Özkök ve kendisine bilgi veren seminere katılan birtakım kişi veya kişilerin olması. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman da önce darbenin içinde yer alıyor ama sonra bilmediğimiz bir şeyler oluyor ve Yalman bu hareketlere soğuk bakıyor. Onu da nereden biliyoruz Levent Ersöz'ün internete düşen ses kaydından. Ersöz diyor ki; "19 Mart 2003 TSK için önemli bir gündür. Aytaç Paşa gitti bizi Hilmi Özkök'e karşı sattı". 19 Mart, Balyoz Darbe Planı'nın yapılacağı gündür. Aytaç Paşa'ya darbecilerin bir güvensizliğinin olduğu açık.
Ayışığı, Sarıkız, Eldiven, bütün bunlar, Balyoz planının artıkları. Balyoz planında herkes fişlenmiş. Gözaltına alınacaklar, tutuklanacaklar falan. O fişlemeleri Çetin Doğan yaptırmış. Tüm sıkıyönetim ve olağanüstü hal planları da hazırlanmış. Hilmi Özkök ve çevresinin etkisiyle darbe planı yapılmayınca, elde hazır olan bu darbe planlarını daha sonra Özden Örnek ve Şener Eruygur kendi darbe planlarında kullanmışlar. Örnek ve Eruygur Balyoz darbe planlarının zaten içerisindeler ve darbeye destek verecekleri de notlarda belirtiliyor. Levent Ersöz, Balyoz'un her adımını Eruygur'a bildiriyor.
Muhtemelen korku. Hukuk önüne çıkma korkusu. Çünkü göreve geldikleri zaman verdikleri emirler ve yaptıkları sorunlu. Geçmişte darbe planlarına karşı çıktıkları iddiası da önemli. Evet her iki isim de o dönem bu darbe planlarına nötr kalmayı tercih ettiler ama demokratlıklarından ya da darbeye karşı oldukları için değildi bu hareketleri.
2002 yılında Hilmi Özkök'ün Genelkurmay Başkanı olması ile 2010 yılına kadar ki komuta kademesi şekillenmişti. Yani Özkök'ten sonra, Yaşar Paşa, sonra İlker Paşa'nın Genelkurmay Başkanı olacakları kesindi. İşte bu yüzden darbe planlarına karşı çıktılar. Eğer o dönem darbe olsaydı, kendileri Genelkurmay Başkanı olamayacaklardı. Yani yaptıkları tek şey geleceklerini korumak oldu, darbeye karşı çıkmak değil. Her iki isim de demokrat değil zaten. Kameralar önünde demokrat olduklarını söylerler ama karargahın kapılarının kapanmasıyla her iki ismin de gerçek yüzleri ortaya çıkar. Yaptırdıkları planlar da demokrat olmadıkların en büyük delili. Zaten son aylarda demokrat olmadıklarını da verdikleri beyanatlarla ortaya koydular. Her ikisi de sözde demokrat.
Bu süreçte yargı da yaptığının hesabını verecek. Türkiye'de yargı siyasallaşıyor, bağımsızlığı zedeleniyor diyenler, yargının rezilliğinin devam etmesini isteyenler. Siyasallaşma argümanını kullananlar, 367'yi açıklamalılar. Ya da İstanbul Başsavcısı Aykut Cengiz Engin'in yazdığı yazıyı, yaptığı uygulamayı açıklamalılar. Emniyet'e ve merkez komutanlığına diyor ki arama kararı olursa altında başsavcı vekilinin imzası olmazsa bunu uygulamayın. Bu anayasal suçtur. Hesabını verecek. Genelkurmay'ın emriyle beni tutuklatmaya çalışan savcı da hesap verecek. Tutuklanmamı isteten Genelkurmay Adli Müşaviri Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu da hesap verecek. Vermeyeceklerini düşünüyorlarsa yanılıyorlar.
Hem de anayasal suç. Arama kararını kim verir savcı mı verir, hayır. Arama kararını savcı talep eder mahkeme verir. Mahkeme kararı polisin ve askerin önüne gider. İstanbul'daki savcıların başı diyor ki, mahkeme kararına uymayın. Hani mahkemeler bağımsızdı. Mahkeme kararını takmayın diyen bir başsavcımız var. Bu, ben mahkemenin de üzerindeyim mesajıdır. İstanbul Başsavcısı Anayasa'yı ihlal etmiştir.
Türkiye'de bir kavga var. İçerisinde cinayetlerin de olduğu her yolu mübah gören statükocularla, bunların karşısında olanların kavgası. Devletin özellikle de TSK'nın içerisindeki büyük bir çoğunluk bütün bu kirli işleri temizlemeye kararlı. Gazeteciler kararlı, biz kararlıyız ve toplum kararlı. 28 Şubat sürecindeki gibi bir medya yok en azından. Olayları kapatamayacaklar. TSK mayınıyla şehit olan askerleri ancak bir ay kapatabilirdiler. Pimi çekilmiş el bombası yalanları 10 gün sürdü. Adi Başbakan parolası ortaya saçıldı. Toplum artık olaylardan haberdar ediliyor. Biz çocuklarımıza böyle yalanların olduğu rezil bir ülke bırakmayacağız. Ve şunu da hissediyorum; herkes yaptığının hesabını vereceğini artık bilmeye başladı. Türkiye'de çözülmesi gereken birkaç ilmiğin kaldığını düşünüyorum. Ergenekoncular da ilmiklerin tek tek çözüldüğünü görünce perde arkasında ilmiğin kördüğüm olması için çalışıyorlar. Tek dert kalan birkaç ilmiği açtırmamak. Direnç tamamen bu. Son ilmik de açılırsa göreceksiniz, birçok kişi vicdanlarını rahatlatmak için şahit olduğu hukuksuz işleri anlatacak. Çorap söküğü gibi devletin bütün karanlık yüzü ortaya çıkacak. Ortaya çıkanları gölgede bırakacak çok şaşıracağımız olay çıkabilir.
Hem başka darbe planları hem cinayetler hem de savunma sanayiindeki yolsuzluklar gibi.
Bence gelir, çünkü insanlar rahatsızlar. Hukuksuz işlere imza atanlara çok ama çok öfkeliler. Ellerindeki belge ve bilgileri gazetecilerle, savcılarla paylaşabilirler. Genelkurmay, HSYK, Yargıtay, Danıştay farkında değil ama toplum onların yaptıkları hukuksuz işlemlere ve açıklamalara çok öfkeli ve tepkili. Öfkeli bir insanı durdurmak zordur. Öfke ve tepkinin olduğu yerde de belge ve bilgi çok dışarı sızar.
Hayır, birden fazla kaynaktan geliyor. Ordu içindeki cuntacılardan rahatsız olanlar gelip bizi buluyor.
Evet. Generaller, albaylar, yarbaylar, binbaşılar, astsubaylar hemen her rütbeden asker cuntacılardan rahatsız. Terfilerin bazılarını cuntacılar belirliyor. General çok başarılı, terfi alacak ama cuntacıların planlarından dolayı emekliye sevkediliyor. Ya da albay general olmayı bekliyor ama terfide komutanın yüzde 60 kanaati oluyor. Cuntacılar kendisini eliyor. Bu kişi yaşadıklarını, gördüklerin anlatacak bir isim arıyor.
Ben geçmişte de önemli yolsuzluk dosyalarına imza attım. Asker, genelkurmay, yolsuzluk denince akla gelen ilk isimlerden biri olduğum için sanırım. Tabii bir de Taraf. Geçen emekli bir asker bana yolsuzluk haberi getirdi. Bana dediği şey şu: Birçok arkadaşım görevde halen, inanılmaz yolsuzluk olaylarına şahit oluyorlar. Askeri yargı bu olayları kapatıyor. Kendilerini güvende hissettiklerinde bunu kamuoyuyla paylaşacaklar.
Önce ya da sonra ama burada çok acı bir durum söz konusu. Asker görev yaptığı kuruma güvenmediği gibi inanmıyor. Hukuksuz bir işlem görüyor, şikayet ediyor ama bunun kapatıldığına şahit oluyor. Olay ortaya çıksın, sorumlular ceza alsın diye de beni buluyor. Genelkurmay Başkanı ve askeri yargının bu olayı iyi değerlendirmesi gerekiyor. Kendilerine güvenmeyen ve inanmayan askerleri o kadar çok ki.
Görevde, zaten Balyoz darbe planındaki listede de açık açık görülüyorlar. Kitabın son bölümünde bu listeler var.
Hukukçu olmadığım için süreyle ilgili bir şey diyemem. Kimsenin tutuklu yargılanmasını da istemem. Özden Örnek, Şener Eruygur'un dışarıda, Mustafa Balbay'ın içeriden olmasına üzülüyorum. Onlar dışarıda, Mustafa Balbay içeride. Açıkçası gazeteci olarak benim kanıma dokunuyor. Ya onların da içeride olması gerekiyor ya da Mustafa Balbay'ın dışarıda olması. Bu beni inanılmaz rahatsız eden bir olay.
Korktuklarını düşünmüyorum. Bence perde arkasında korkudan daha farklı şeyler var. Örneğin hesap veremeyecekleri işler var. Askeri ihaleleri incelemek gerekiyor. Bunun altından kalkamazlar. Kendi döşedikleri mayınla 7 asker ölüyor, PKK yaptı diyorlar. Pimi çekip askerin eline el bombası veriliyor, bize olay farklı yansıtılıyor. O kadar çok yalan söylendi ki. Hesap soran ve hesap veren yok. İsrail'e tank modernizasyonu yaptırılıyor. İhale öncesi bu işi İsrail'e vermeyin, tanklar geri geri gitmez deniyor, kimse kulak asmıyor. Tank geri geri gitmiyor.
Çünkü bu konular askeri yargıda sözde araştırılıyor. Yolsuzluğu yapan veya göz yumanın emriyle bir soruşturma açılabilir mi? Askeri hakim ya da savcı sicil notunu belirleyen komutanlarla ilgili nasıl dava açabilirler ya da soruşturma yapabilirler. Askeri yargının verdiği bazı kararlar var. Evet yolsuzluk yapılmıştır ama bunlar küçük kalemdir deyip kapattığı yüzlerce olay var. Yani yolsuzluğu kabul ediyor ama kalem miktarı az olduğu için kovuşturmaya gerek olmadığına karar veriyor. Az dediği kalemlerin yıllık limitini alt alta koyduğunuzda trilyonlar ediyor. Askere sivil yargı yolu açılsın karargahta adam kalmaz. Sivil savcılık ortaklaşa yapılan suçla ilgili sivillere 20 yıl hapis veriyor. Onun ortaklığını yapan asker askeri mahkemede yargılanıyor. Karar beraat.
Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök olmasaydı, Erdil, değil soruşturma geçirmek, hakkında bu iddiaları ortaya atan kişi linç edilirdi. Komutanına iftira atmaktan ve hakkında kötü düşünmekten ceza alırdı. Hilmi Özkök bugün Genelkurmay Başkanı olsaydı yazdığımız her konu hakkında derhal soruşturma açtırırdı.
Hukuk dışına çıkılan olaylar ve akçeli işler. 28 Şubat sürecinde bize irtica geliyor dediler, bizi korkuttular. Şimdi de Fethullah Gülen'le korkutmaya çalışıyorlar. Ama biliyoruz ki 28 Şubat sürecinde cumhuriyet tarihinde olmayan soygun gerçekleşti. Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar hayali ihracat oldu. Perde önünde halka irtica tiyatrosu izletilirken, kuliste milletin paraları nasıl cukka yapılırın mal paylaşımı yapılıyordu. Kimine sus payı olarak başbakanlık, kimine bakanlık, kimine medya patronluğu rolü verilmişti. Muvazzaf ve emekli askerler de bu pastadan pay aldılar. Bugün de hukuksuz eylemlerin ve yaptıkları yolsuzlukların ortaya çıkmaması için Fettullah Gülen dezenformasyonuna sarıldılar. Tıpkı 28 Şubat sürecinde ileri sürülen sözde irtica paranoyası gibi. Ama bu kez bunu örtemeyecekler.
Kahramanlık gibi bir amacım yok. Gazete ve gazeteci zaten araçtır. Topluma bir şeyler iletir. Ben sadece işimi yapıyorum. Biz seninle de kısa bir süre Taraf'ta beraber çalıştık. Benim haberle-rimden sonra kahraman edasında olmadığımın en yakın şahidi sensin. Hatta ben haberin mutluluğunu bile yaşamam. Türkiye adına üzülürüm. Gördüğüm şey mutlu olunabilecek bir şey değil. Cuntacıların yaptıkları olayları görünce çocuklarımızın geleceği adına üzülürüm. Bez işimi yapıyorum, kahramanlık derdim de, niyetim de, düşüncem de yok.
Hayır.
Yazdıklarımızın doğru olduğunu bizim kadar onlar da biliyor.
Yok, hiçbiri deşifre olmadı. Bir tane bile deşifre olmadı. Bulmaları da çok zor.
Zor tabii. Öyle bir noktaya gelindi ki, Albay Dursun Çiçek en yakın arkadaşına güvenmiyor. Ondan dolayı bilginin nereden kimden çıktığını bilemiyorlar. Bize ya da başka bir gazeteye bilgi ulaştırmak isteyen kişi araya aracılar koyar yine o bilgiyi gönderir. Bu yüzden bulmaları zor olabilir. Gazeteye açık kimliğiyle gelenler ve beni arayıp bilgi verenler de var. Bu kişilerin de korkusu ve bulunmak gibi bir sorunları yok. Açık kimlikleriyle beni arıyorlar. Bunu beni ve gazetenin telefonlarını dinleyenler de biliyordur. Gazeteye bilgi verenleri bulamadıkları zaman da akıllarında şöyle bir şey oluyor. Uydudan giriyorlar bilgisayarlarımıza müdahale ediyorlar. Bunları ciddi ciddi karargahtakiler tartışıyor. Kurmay generallerimizin konuştukları seviye de bu aslında. Islak imzalı orijinal belgelerin uydudan alınamayacağını düşünemiyorlar.