|

BDP ve Pkk çözümsüzlükten nemalanıyor

BDP'nin açılıma yeterli katkıyı vermediğini söyleyen Başbakan Başmüşaviri Doç. Dr. Yalçın Akdoğan; “BDP hem çözümsüzlükten nemalanıyor, hem AK Parti'nin çözüme ulaşmasını istemiyor, hem de demokratik sistem içinde bir çözümü yeterli görmüyor” dedi.

Murat Aksoy
00:00 - 13/09/2010 Pazartesi
Güncelleme: 23:04 - 12/09/2010 Pazar
Yeni Şafak
BDP ve Pkk çözümsüzlükten  nemalanıyor
BDP ve Pkk çözümsüzlükten nemalanıyor
Bazı söyleşilerde konuşacağınız kişinin farklı şapkaları sizi zorladığı kadar, söyleşiyi vereni de zorlar. Taşıdığı şapka(lar) gereği sorduğunuz soruya cevap alamayabilirsiniz. Cevap veremeyeceğinden değil, söyleyeceklerinin manipüle edilmesinden çekinir, söyleşi veren kişi. Hele 12 Eylül'de yapılan referandum öncesi Başbakan Başmüşaviri ile söyleşi yapıyorsanız işiniz daha zordur.

Bu hafta Söyleşi-Yorum'da Başbakan Maşmüşaviri ve Siyaset Bilimci Doç. Dr. Yalçın Akdoğan var. Akdoğan'ın geçen hafta Meydan Yayınevi'nden “İnsanı Yaşat ki Devlet Yaşasın -Demokratik Açılım Sürecinde Yaşananlar-” adıyla bir kitabı yayınlandı. Bu kitapta Akdoğan Türkiye'nin en önemli demokratikleşme hamlesi olan Demokratik Açılım sürecinde yaşananları anlatıyor. Biz de bu hafta Akdoğan ile kitap üzerinden Demokratik Açılımı, Kürt sorununun ne olduğunu, nasıl çözüleceğini konuştuk.



Siz bir siyaset bilimci olarak Kürt sorununu nasıl tanımlıyorsunuz?

Türkiye'de birçok meselenin temelini 'sorun üreten siyasi zihniyet' ile 'sorun çözme kabiliyeti gelişmeyen siyasal sistem' oluşturmuştur. Bakış açısı ve zihniyet, bırakın farklı toplum kesimlerinin var olan sorunlarını çözecek bir anlayış ortaya koymayı, bu sorunları üreten ve derinleştiren bir mahiyet taşımıştır. Dışlayan, inkâr eden, tahammül edemeyen, hor gören zihniyet, otoriter ve tek tipçi bir yönetim anlayışı sergilemiştir. Sistemin sorun çözme kabiliyetinin gelişmemesi ise demokrasi ve hukuk eksikliğiyle ilgilidir. Kürt meselesi de hem ortaya çıkışı, hem çok boyutlu bir hal alarak kangrene dönümüş olmasıyla bu durumun bir yansımasıdır.

Kürt sorununun en önemli boyutu nedir sizce?

Kürt meselesinin bir boyutu ilgisizlik ve geri kalmışlıkla alakalıdır. Toplumun bütün kesimlerini ilgilendiren bu boyut sosyo-ekonomik politikalardaki yanlışlığın bir neticesidir. Çözümü de yine bu politikaların gözden geçirilmesini gerektirir. Ancak Kürt meselesi diye anılan olgu, sosyo-ekonomik değil, daha çok siyasi bir boyut taşır. İşin siyasi boyutunu göstermek istemeyen iktidarlar, sosyal ve ekonomik projelerle konuyu gündeme getirmişler, ancak başarılı olamamışlardır. Meselenin önemli boyutu ayrımcılık ve dışlayıcılıkla yoğrulan siyasi zihniyet kısmıdır. Hak, hukuk ve kimlik boyutu, Kürt meselesinin en önemli boyutudur ve ancak demokratik transformasyonla düzelebilir.

SORUNUN TEMELİ SİYASİ

Siyasi boyutları zamanında yeterince görülemedi mi?

Hayır. Siyasi boyutları bastırılmaya çalışılan Kürt meselesi farklı şekilde bir 'siyasallaşma'ya sebep olmuştur. Bastırılan kesimlerin tepkisellikleri daha tehlikeli bir bakış açısını tetiklemiştir. Bu noktada ayrılıkçılık düşüncesi, silahlı bir hareketin ideolojisi olarak ortaya çıkmıştır. Etnik milliyetçiliğin ayrılıkçı ve bölücü hedefler taşıyarak silahlı mücadeleye sarılması, Kürt meselesinin temel bileşenlerinden biri haline gelmiştir. Terörü bir yöntem olarak seçerek siyasi hedeflerini gerçekleştirmek isteyenler, aynı zamanda etnik milliyetçiliği siyasallaştırmış ve Kürt meselesini farklı bir düzleme taşımıştır. Bu çerçevede terör ve PKK, başlı başına bir sorun haline gelmiştir.

Demokratik açılım sürecinde PKK'yı sorun olarak mı görüyorsunuz?

PKK, Kürt meselesinin birçok yönden içinde yer alan ama en fazla da terör boyutuyla sorunu derinleştiren bir parçasıdır. 1984-2010 yılları arasında 8 binden fazla güvenlik görevlisinin ve vatandaşın şehit olduğu, 30 bine yakın PKK'lının etkisiz hale getirildiği, 20 bine yakın örgüt üyesinin yakalandığı veya teslim olduğu büyük bir travma yaşanmıştır. Kanaatimce geçmiş dönemlerde bağımsız Kürdistan hedefiyle ve devrim yöntemiyle amacına ulaşmak isteyen ancak gelinen noktada bunun imkânsız olduğu gören PKK, yeni yöntem ve hedeflerle varlığını devam ettirmeye çalışmakta, birçok yönden çözüm süreçlerini kilitlemeye çaba göstermektedir.

Peki BDP açılım sürecinin neresinde?

Demokratik Açılım sürecinde yaşananlar, PKK'nın nasıl çözüm süreçlerini sabote ettiğini, Anayasa değişikliği sürecinde yaşananlar ise, PKK ve BDP'nin nasıl statükonun amacına hizmet eden aktörler olduğunu ortaya koydu. PKK, kanlı hesaplarıyla, nasıl bir kirli oyunun parçası olduğunu gösterdi. BDP'nin samimiyetsiz tavırları ise Kürt meselesinin yıllarca niçin çözülemediğini gözler önüne serdi.

ÇÖZÜM DEMOKRATİKLEŞMEDE

Çözüm nasıl olacak?

Çözümün olabilmesi için öncelikle çözüm iradesinin ortaya çıkması, sorunu çözebilecek bir siyasi zihniyetin devreye girmesi ve siyasal sistemin sorun çözme kabiliyetinin daha çok gelişmesi gerekiyordu. AK Parti'nin böyle bir irade ortaya koyduğunu gördük. Ancak sadece irade meseleyi çözmüyor. Bunu gören AK Parti siyasal sistemi demokratikleştirecek adımları atmaya yöneldi. Anayasa değişikliği her türlü sorunun çözümünü engelleyen statükocu direnci kırmaya yönelikti. İktidarın çözmek istemesi ve siyasal sistemin bu kabiliyete sahip olması da yetmiyor. Aynı zamanda sorunu kaşıyan, kirli oyunlarla çözümü engelleyen mihrakların da devre dışı bırakılması gerekiyor. Ergenekon süreci, bu açıdan anlamlıdır. AK Parti bu noktada da mesafe aldı. Ancak tüm bunlara ek olarak sorunun parçası olan kesimlerin tutum ve tavırları da çözümü zorlaştırıyor veya kolaylaştırıyor. PKK ve BDP açıkça çözüm sürecini sabote etti.

Bu kesimler çözüm istemiyorlar mı?

Bunda kimileri statüko ile bu kesimler arasındaki kirli ilişkilerin etkili olduğunu söylüyor, bu spekülasyonlara girmesek de şunu görüyoruz: Bu aktörlerin hedef ve amaçları ile çözüm süreci örtüşmüyor. BDP hem çözüm-süzlükten nemalanıyor, hem AK Parti'nin çözüme ulaşmasını istemiyor, hem de demokratik sistem içinde bir çözümü yeterli görmüyor.

Vatandaşların en geniş hak ve özgürlüklere sahip olarak demokratik bir sistem içinde kendilerini ve kimliklerini ortaya koyabilmeleri, siyasi süreçlere katılarak meşru taleplerini gerçekleştirebilmeleri; adalet, özgürlük, refah ve kardeşlik içinde bir yaşam sürebilmeleri demokratik çözümün hayata geçmesiyle mümkündür. Ancak bunun BDP tarafından yeterli bir çözüm olarak görüleceği kanatinde değilim. Demokratik sistem, özgür birey, mü-reffeh yaşam, adaletli düzen, farklı emelleri olan Kürt milliyetçilerini tatmin eder mi, doğrusu şüpheliyim. AK Parti iktidarının bu meseleye yaklaşımı üç yönden değerlendirilebilir: Bölgesel kalkınma açısından sosyo-ekonomik reformlar ve yatırımlar; temel haklar açısından demokratik reformlar; terör açısından güvenlik politikaları.


Başbakan'ın Ahmet Türk'le görüşmesi neden gecikti ve bu görüşmenin sürece bir katkısı oldu mu?

Kimi zaman DTP'nin toplumu rahatsız eden radikal söylemleri, kimi zaman da PKK'nın eylemleri bu görüşmeyi geciktirmiş olabilir. Görüşme çok olumlu geçmiştir, ancak kimi DTP sözcülerinin toplumu tahrik eden açıklamalarda bulunmaları süreci olumsuz etkilemiştir. Bugün de BDP'liler sadece kendi tabanlarını düşünerek kendi içlerine yönelik bir popülizmle ve hamasetle işi götürmeye çalışıyorlar. Türkiye'nin genel hassasiyetlerini ve toplumun kaygılarını gözardı ederek bir yere varılamaz. Sırf Öcalan 'aferin' desin diye, parti içindeki konumları güçlensin diye sertlik yapmak, BDP'yi marjinallikten kurtaramıyor. 'Küçük olsun benim olsun' diyenler her zaman marjinal kalmaya mahkumdur. BDP kendi içinde demokratikleşmeden, kendi bağımsız mevcudiyetine kavuşmadan bu durum değişmez. Eğer milletvekillikleri, belediye başkanlıkları İmralı'dan, Kandil'den belirleniyorsa, herkes oraya oynar, oranın radikalizmine çanak tutar.

Öcalan sürecin neresinde?

PKK'nın farklı halkaların içiçe geçmesiyle oluştuğunu görüyoruz. Kandil'dekiler, Avrupa'dakiler, Türkiye içindeki bir kısım yapılanmalar ve tabii ki İmralı. BDP bu zincirin içine sıkışmış durumda. Öcalan'ın kimi çağrıları havada kalıyor, kimi zaman diğer halkalardan çatlak sesler çıkabiliyor. Öcalan'ın cezaevinden örgütü yönettiği tezi boş bir iddiadır, ancak, Öcalan'ın belli bir kesim üzerinde hiçbir etkisinin olmadığı da söylenemez. Öcalan'ın tehdit ve şantajlarla sürece müdahil olma girişimi beyhudedir. Devletin böyle bir pazarlığın ve müzakerenin içine hiçbir dönemde gireceğini tahmin etmiyorum.


Demokratik Açılım'ın neresindeyiz?

Demokratik Açılım sürecinin ilk ayağında Habur meselesi, KCK meselesi ve DTP'nin kapatılması çok konuşulmuş, eleştirilmiştir. Bu olayların önemli bir kısmı yürütmeden çok yargıyı ilgilendiren konulardır. KCK operasyonu sürece zarar veren bir olay olarak algılanmıştır. Ancak Öcalan'ın bile eleştirdiği bu konu legal ile illegal'in iç içe geçmesi, terör örgütünün belediye başkanlarının iradelerine ipotek koymaları ve onlara talimatlar vermeleri, belediye imkânlarının örgüt için kullanılması, şehir merkezlerindeki olayların ve gösterilerin bu yapılanma tarafından yönlendirilmesi gibi kabul edilemez bir durum oluşturmuştur. Açılım süreci devam ediyor diye, bu hukuksuzluğun görmezden gelinmesi ise mümkün olmamıştır. Kanaatimce 13 Eylül, Demokratik Açılım için yeni bir sayfa açmıştır. Açılım süreci PKK'nın tehditlerinden ve sabotajlardan bağımsız olarak sürmek durumundadır. Demokratikleşmeden vazgeçmek, geri durmak mümkün değildir. PKK eylemlerine ve sabotajlarına devam etse de hükümet, demokratik reformları sürdürecektir. Bu durum, PKK'yı halk nezdinde daha zor durumda bırakacaktır. Artık PKK'nın eylemlerine, bölge halkı daha fazla tepki göstermek durumundadır.

AK Parti Kürt sorununu Kürt'süz mü çözmek istiyor?

Diyarbakır'da açıklama yapan STK'lar Kürt değil mi, HAK-PAR'daki, AK Parti'deki bölge temsilcilerinin bir çoğu Kürt değil mi? Açılıma destek açıklamaları yapan yazarların, akademisyenlerin önemli bir kısmı Kürt değil mi? Kürtlüğün ölçüsü PKK'lı olmak mıdır? Kürtleri AK Parti'deki muhafazakar, dindar, demokrat Kürtler değil de, PKK'daki, BDP'deki bir kısım ateist, Marksist Kürtler mi temsil ediyor? BDP içindeki CHP zihniyetinden gelen birçok BDP'li, normal şartlarda bölge insanının desteğini alabilir mi? Kürtsüz çözüm propagandası, Kürtleri 'iyi Kürt', 'kötü Kürt' diye ayıran şovenistlerin ucuz bir yakıştırmasıdır. Geçen haftaki avukat görüşmesinde Öcalan, 'evet' verecek Kürtleri ihanetle suçluyor, 'evet'e sıcak bakan STK'ları aşağılıyor. Kürtleri kategorize etmek, aşağılamak, suçlamak nasıl bir zihniyettir? Kürtler yıllarca aşağılandı, baskıya uğradı, bugün bunu yapan PKK ve BDP'dir. Yumruklu saldırıdan sonra popülaritesi arttı diye Ahmet Türk'ü aşağılayan Öcalan değil miydi? Zaman zaman Ahmet Türk'e bile tahammül edemeyen bir zihniyetin Kürtlerin iradesine saygı duyduğu, Kürtleri kucakladığı söylenebilir mi?


Açılım sürecinde DTP-BDP'den beklenen neydi, karşılığı alınabildi mi?

BDP, meseleyi uzlaşı zemininde gerçekleşecek bir demokratikleşme süreci gibi görmek yerine bir al-ver süreci haline getirmeye, bir pazarlık konusu yapmaya çalışıyor. Sorunun çözülmesinden çok, Öcalan'ın muhatap alınmasını, kendi hedeflerine uygun bir sürecin işlemesini istiyorlar. Oysa çözüm tüm Türkiye'nin kabul edebileceği bir çözüm olmak durumundadır. Çözümden kastedilen BDP'nin parti hedeflerini gerçekleştirmek değildir. PKK'yı meşrulaştırma çabası, çözüm sürecini zehirlemiştir. BDP, atılan demokratik adımları ya küçümsemiş ya da kendi mücadelesinin bir sonucu gibi göstermeye çalışmıştır.

DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, 7 Eylül'de PKK'nın sürece dahil edilmesini isterken, 8 Eylül'de 1, 9 Eylül'de 3 asker PKK eylemlerinde şehit olmuştur. DTP siyasi yönden ortamı gererken, PKK da eylemleriyle süreci sabote etmeyi sürdürmüştür. 2009 yılı içinde çıkan terör olaylarında veya operasyonlarda 62 güvenlik görevlisi şehit olurken, 18 vatandaş hayatını kaybetmiş, 65 terörist ölü, 167 terörist sağ ele geçirilmiş, 151 terörist ise teslim olmuştur.

Açılım sürecinde şiddet neden durmadı?

Arzusuna ulaşamayan terör örgütü PKK, Açılım'dan önce başlattığı eylemliliği, açılım süresince de devam ettirmiştir. Türkiye'nin ABD, AB ve Irak nezdindeki diplomatik atakları sebebiyle rahatsız olan PKK, eylemlerle gözdağı vermeye çalışmış, Öcalan, “muhatabı başka yerde aramayın, istediğim zaman ortalığı karıştırırım, bana rağmen hiçbir şey olmaz” mesajı vererek, kendisini sürece sokmaya çalışmıştır. Avrupa'da, Kuzey Irak'ta ve Türkiye'de kolu kanadı kırılan PKK, sansasyonel saldırılar yaparak “yıkılmadım ayaktayım” görüntüsü vermek istemiştir.

DTP, PKK'nın eylemlerinin baskısı altında çözüme katkı sağlayacak bir söylem geliştirmekte zorlanmıştır.

DTP-BDP Öcalan'ı sürece dahil ederek kendisini yok saymıyor mu?

Asıl olan siyasal mücadeledir, silahlı mücadele değil. Silahın ve terörün olduğu yerde, illegal örgütlerin yedeğine girerek demokratik mücadele iddiasında olunamaz. Eğer siz silahlı mücadeleye güvenerek, terörün yedeğine girerek, onun vesayet ve yönlendirmesiyle hareket ederseniz, demokratik çözümün önünü siz tıkıyor olursunuz. Kürtlerin hakları için mücadele ettiğini söyleyenler, Öcalan'ın imkanlarını geliştirmek için mücadele etmeye başlamışlardır.


Demokratik Açılım'ın hedefi nedir?

Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi'nin iki ayağı vardı: Demokratikleşme ve terörün son bulması. Türkiye farklı toplum kesimlerinin sorunlarını hafifletecek şekilde alabildiğince demokratikleşecek, terör ise olabildiğince en aza indirilecekti. Siyasal sistem içinde gerilim üreten kronik sorunlar, hem ülkeye topyekün enerji kaybettiriyor, hem de ülkenin birlik ve bütünlüğünü tehdit ediyordu. Vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini geliştirmek, kimlik sorunlarını hafifletmek, tüm kesimlere siyasi katılım kanallarını açmak, kimseye ayrımcılık yapmadan herkesi eşit vatandaş olarak konumlandırarak ulusal bütünleşmeyi sağlamak sistemin normalleşmesi açısından gerekliydi. Devlet-millet arasında örülen duvarların kaldırılması, sosyal restorasyonun sağlanması, birlik ve kardeşlik ikliminin güçlendirilmesi ülkenin gerilim alanlarına el atmayı, geçmişten derinleşerek bugüne taşınan meseleleri çözmeyi gerektiriyordu. Bu politika, bir yönüyle de ertelenemez, ihmal edilemez, görmezden gelinemez sorun kümelerine neşter vurulması anlamına geliyordu. Hükümet, böyle bir girişimle siyaseten büyük bir risk alıyor, ama asıl riskin, Türkiye'nin bu sorunları çözmemesi halinde ortaya çıkacağını öngörüyordu. Birbirini tetikleyen sorunlar yumağı, hem Türkiye'nin gelişim hızını kesiyor, hem de ülkenin toplumsal birliği ve siyasal bütünlüğü açısından var olan riskleri endişe verici bir biçimde tırmandırıyordu. En masum insan haklarının gelişmesine müsamaha edemeyen anlayış, kabul edilebilecekleri reddederken, ileride kabul edilemeyeceklerin kabul edilmek zorunda kalacağı bir ortam oluşmasına sebep oluyordu. Sorunun bu şekilde devam etmesi, Türkiye'nin 20-30 yıl içinde ciddi risklerle karşılaşma ihtimalini güçlendiriyordu.

Mesele, ya demokratik zeminde temel hakların hayata geçirilmesi şeklinde yumuşatılacaktı, ya da vatandaşlık haklarını aşan taleplerin ortaya çıkacağı daha gergin bir zemine sebep olunacaktı. Hükümetin girişimi, işte bu kötüye gidişi durdurmaya, sistemi normalleştirmeye, birlik ve bütünlüğü geliştirmeye yönelikti.


Açılım'ı terörle mücadelede gerekli bir adım olarak görenler de oldu…

Demokratik Açılım'ın önemli bir ayağını terörün son bulması oluşturu-yordu. Bu amaç, PKK tarafından “tasfiye”, “toplu imha” gibi yansıtıldı. Oysa hükümetin açılım politikasının temeli, sorunun sadece askeri yöntemlerle çözmenin mümkün olmadığı düşüncesine dayanıyordu. Hükümetin, açılım sürecinde, terörle mücadeleyi bir kenara bırakması mümkün değildi. Terör örgütü faaliyet içinde olduğu sürece operasyonlar devreye giriyor, terörle mücadele devam ediyordu. Operasyonları sabotaj gibi görenler olabiliyor ama tersinden düşünürsek, bir kısım operasyonların (özellikle KCK operasyonlarının) sabotajları engellemek için yapıldığı da düşünülebilir.

Hükümet için en büyük zorluk sizce ne oldu? Muhalefetin tavrı mı, çağrıların karşılıksız kalması mı? Yoksa bu girişimin çarpıtılması mı?

Demokratik Açılım süreci, doğal olarak bir anlayış ve paradigma değişimini şart koşuyordu. Statükocu kesimler, ulus devleti tektipçi, dışlayıcı, inkar edici, ayrımcı bir anlayışa indirgiyordu. Bu anlayış, vatandaşının sahip olduğu kimlik özelliklerini zenginlik değil, tehlike olarak konumlandırıyor, bu ise sistem karşıtı enerjinin birikmesine sebep oluyordu. Açılım, arı kovanına çomak sokmak, statükoyu değiştirmek, geçmişten süregelen kısır döngüye son vermek anlamını taşıyordu. AK Parti iktidarının böyle bir çalışma başlatması, hem politika değişikliği, hem de zihniyet değişikliği anlamına geliyordu. Bu ise statükocu kesimler için kabul edilemez bir durumdu. Muhalefet, irrasyonel bir tepkisellik içine girdi. Geçmişte Kürt raporları hazırlayan CHP, zihniyet değişimine engel olmaya çalışarak statükonun bekçiliğine soyundu. MHP ise aslı astarı olmayan iddialarla kaba bir hamaset yaptı. BDP, samimiyetsiz ve tutarsız bir tavırla, mevzi kaybetmemek için çözümsüzlüğü iseyenlerin ekmeğine yağ sürecek şekilde hareket etti.

MHP “Türkiye'yi bölecekler, terör örgütünü meşrulaştırıyorlar” derken, PKK çevresi “bizi tasfiye etmeye çalışıyorlar, muhatap almıyorlar” diyordu. Böylece herkes 'çözüm çözüm' derken çözüm inisiyatifi ortaya çıkınca nasıl çözümsüzlükten yana tavır alındığını ve yıllarca bu meselenin niçin çözülemediğini gördük. İyi niyet ve samimiyet olmadan hiçbir mesele çözülemez. Sadece iktidarın risk alması ve irade ortaya koyması yetmiyor. Yapmaya çalışanlar ile yıkmaya çalışanların mücadelesinde tahribattan yana olanlar her zaman daha avantajlı oluyor, çünkü yıkmak, yapmaktan daha kolay…




14 yıl önce