|

BDP'ye kapıyı kapatmadık

Başbakan Başdanışmanı Doç. Dr. Yalçın Akdoğan Türk olduğunu ama hiçbir zaman Türkçü olmadığını söyledi. Akdoğan "ne 'ver kurtul'cuyum, ne 'vur kurtul'cuyum" dedi. Akdoğan BDP ile köprülerin atılmadığını da söyleyerek; "Son kucaklaşma hadisesine katılmayan, yani toplumu ajite eden eylemlere bulaşmayan kişilerle temas her zaman sözkonusu olabilir. Biz, terör-siyaset ilişkisini doğru kuramayan ve hukuka meydan okuyan eylemlere bulaşanları eleştiriyoruz. Yoksa bu siyasi hareketin varlığını tartışmaya açmıyoruz. Buna kimsenin de hakkı olamaz" dedi.

Murat Aksoy
00:00 - 10/12/2012 Monday
Güncelleme: 22:40 - 9/12/2012 Sunday
Yeni Şafak
BDP'ye kapıyı kapatmadık
BDP'ye kapıyı kapatmadık
Açlık grevlerinin yarattığı iyimser hava dokunulmazlıkların gündeme gelmesiyle geride kaldı. Dokunulmazlıklar konusunda Başbakan Erdoğan'ın açıklamaları parti içinde de belli bir tartışma başlatmış görünüyor. Dokunulmazlıklar ve Kürt sorununda hangi noktadayız? Yeni sürecin aktörleri kimler olabilir? Tüm bu konuları Başbakan'ın en yakınındaki isme, başdanışmanı ve Ankara Milletvekili Doç. Dr. Yalçın Akdoğan'a sorduk.
Açlık grevlerinin bitmesi ile yakaladığımız iyimser hava dokunulmazlıkların gündeme gelmesi ile yok mu oldu?

Dokunulmazlık konusunda AK Parti iktidarının 11 yıldır sergilediği bir duruş söz konusu. Bugün gelinen noktada BDP'nin, tahammül sınırının aşılmasına sebep olacak eylemlere yöneldiğini, demokratik siyaseti anlamsızlaştırmaya yönelik bazı adımlar atmaya başladığını görüyoruz. Hükümetin çıkışı, sorunu rayından çıkarmaya dönük bir girişimi değil, sorunu içinden çıkılamaz hale getirmeye, iyice rayından çıkarmaya yönelik girişimlere karşı bir savunma refleksini ifade ediyor. Asıl açlık grevleri, oluşmaya başlayan olumlu havayı bozmuş, yeni süreci tehdit eder bir mahiyet taşımıştı. Hükümet açısından süreç, bu tür sıkıntılı girişimlere rağmen devam ediyor.

Dokunulmazlık konusu BDP'liler için caydırıcı olur mu?

Kürt meselesinde dikkate alınması gereken faktörlerden sadece birisi BDP'nin taşıdığı siyasi anlamdır. Tüm meseleyi buna indirgemek doğru değil. BDP, BDP'ye oy veren kitle ve BDP'li milletvekillerinin tutum ve davranışları arasında birbiriyle örtüşmeyen durumlar da sözkonusu olabiliyor. Dokunulmazlıkların oluşturabileceği tepki ile BDP'lilerin sorumsuz davranışları sebebiyle oluşan tepkiyi de aynı anda değerlendirmek durumundayız. Dokunulmazlıkların kalkması halinde demokratik siyaset alanının zarar göreceği fikrinin yanında, terör/şiddet ile güdüm altına alınmış bir siyaset tarzının demokrasiyi büyük tahribata uğratabileceğine yönelik de bir fikir var. Özellikle AİHM'nin Batasuna kararı demokrasiyi korumaya yönelik bir hassasiyeti ifade ediyor.

TERÖR-SİYASET İLİŞKİSİ MAZUR GÖRÜLEMEZ

Kamuoyunda neden tersi bir görüş hakim, hükümete destek veren bir çok yazar, dokunulmazlıkların kaldırılmamasını yazıyor...

Sadece 'sonuç' üzerinden duruş belirlemek, sürecin nasıl yürütülmesi gerektiğine dair bir fikir vermiyor. Dokunulmazlıkların kaldırılmasına yönelik samimi şekilde endişe dile getiren demokrat kalemlerin bu sorunun nasıl idare edileceğine ve bu toleransın diğer olumsuz etkilerine yönelik neler yapılması gerektiğine dair de bir görüş belirtmeleri gerekir. Dokunulmazlık tartışmasındaki tavırlar, dolaylı olarak, terör-siyaset, PKK-BDP ilişkisine yönelik bir kabule kapı açıyor. Oysa, silahı ve terörü mazur göstermek, bu ilişkiyi normalleştirmeye çalışmak, demokrasiyi zehirleyen bir etki yapıyor. Elinde silah olan adamı kucaklamak, silahı ve terörü masum göstermek, bu yöntemi onaylamak demektir. Bunun demokratik siyasetle telif edilebilir bir yanı olabilir mi?

Çözüm sürecinde bu tolere edilemez mi?

Kimisi, BDP'lilerin yaptıkları çok yanlış da olsa tolere edilmesi gerektiğini söylüyor, kimisi onların hukuk sistemine meydan okuyan eylemlerinin suç olarak tanımlanmaması gerektiğini söyleyerek eylemi meşrulaştırmaya çalışıyor. 'Dokunulmazlıklar kalkarsa ne fayda sağlayacağız' diyenlerin, terör-siyaset kucaklaşmasının kanıksanması halinde nasıl bir sonuç ortaya çıkacağını da söylemesi gerekir. Böyle bir durumda demokratik siyaset nasıl mümkün olacak, nasıl silah bıraktırılacak? Yanlış yapanın değil, yanlışın üzerine gidenin sorgulandığı bir tablo, demokrasiye hizmet etmez… 94'lere dönüş gibi ezberler, bugünü anlamlandıracak bir analiz ortaya koymuyor.

BDP, ÖCALAN'A BAKAR

Bunun bölgede toplumsal bir tepki oluşturacağı söyleniyor...

Bir çok BDP'li milletvekilinin eylem ve söylemleri de bölgede tepki oluşturuyor. Doktor döven, terörist kucaklayan milletvekili tepki çekmiyor mu? Tepki çekiyor ki, BDP Genel Başkanı bunun doğru olmadığını söylüyor veya Kandil'i eleştiren söylemlerde bulunuyor. BDP'lilerin her hareketinin bölgenin hissiyatını yansıttığı ve sineye çekilmesi gerektiği kabulü çok yanlış… Bugün toplumsal tepki diyenler, yarın Öcalan çıkıp bunları eleştirirse ne diyecekler?

Nasıl bir eleştiri?

Biliyorsunuz, Öcalan sık sık BDP'lileri eleştiriyor, hatta ağır sözler sarf ediyor, siyaseti beceremediklerini vurguluyor. Yarın çıkıp, kucaklaşma olayını veya dokunulmazlık meselesi olan milletvekillerini de eleştirirse, bugün toplumsal tepki diyen kesimler bir anda susar mı, susmaz mı? Açlık grevlerinde kimse toplumun ne dediğine bakmadı… AK Parti elbette bütün toplum kesimlerinin ne dediğini, ne düşündüğünü nazara alır. Bu tartışmalar da zaten bunun tezahürü…

Partili Kürt milletvekilleri rahatsız mı?

Bizim için partideki her arkadaşımızın iradesi ve hissiyatı değerli ve önemlidir. AK Parti başka partilere benzemez. İçeride herkes özgürce düşüncesini savunur, dile getirir, ama parti disiplini alınan karara uygun hareket etmeyi gerektirir. Nitekim geçen haftaki toplantıda farklı kanaatler serdedildi, en aykırı düşünceler bile dile getirildi. Bu konuda sadece Güneydoğu'daki milletvekilleri değil Batılı milletvekilleri de farklı düşünceye sahip olabilirler. Bu etnik değil siyasi temelli bir konu… Hukuki durum ve meselenin siyasi sonuçları tartışılır ve tüm düşünceler dikkate alınarak bir karara varılır. AK Parti'nin bütünlüğünü kimse sarsamaz.

DİNDAR KÜRTLER BDP'YE GİTMEZ

Muhafazakâr Kürtler AK Parti'den kopuyor mu, nedir anketlerde bölgedeki durum?

Bu tamamen örgütün propagandası… BDP, etnik milliyetçiliğin yetersiz kaldığı durumlarda dini istismara yönelmeye başladı. Bu çerçevede üretilen tezvirattan biri de budur ve tamamen yalandır. Nitekim anketlerde bu yönde bir bulgu sözkonusu değil… PKK, Marksist-Leninist, ateist ve kafa tasçı bir örgüt. Bunun dindar Kürtler üzerinde sempati uyandırması mümkün değildir. Bu çizginin hem ırkçı zihniyeti sorunludur, hem de totaliter, dayatmacı ve tahammülsüz zihniyeti sıkıntılıdır. Bu yüzden AK Parti sadece muhazafakâr kesimin değil tüm kesimlerin en büyük ümididir.

Grup kararı söz konusu olabilir mi?

Bu tür konularda Anayasa gereği grup kararı alınamıyor. Ancak parti içinde yapılan istişarelerde milletvekillerinin birbirine yakın fikirlere sahip olduğu görülüyor.

Hiçbir zaman 'ırkçı' olmadım

PKK sempatizanı kitlede ve medyada size yönelik 'şahin' suçlaması var, çözüme engel olduğunuz, ırkçı bir zihniyete sahip olduğunuz gibi eleştiriler…

Doğrusu, ben Türk'üm ama hiç Türkçü olmadım. İki şeyin sorgulanmasından ve istihzayla karşılanmasından rahatsız olurum. Birincisi inancım, ikincisi demokratlığım. Irkçılık ve etnik milliyetçilik bunun ikisine de aykırıdır. Kürt meselesinin konuşulmasından korkulduğu geçmiş dönemlerde bu meseleyi gündeme getiren yazılar yazmaktan çekinmedim. Her kesimin hakkını, hukukunu savunmak bizim inancımızın bir gereğidir. Bu haklar, bir lütuf falan da değildir. Bilinçaltında milliyetçi (ulusalcı-devletçi) eğilimler gösterenler belki olabilir. Ama bu düşünceler bize uzaktır. Son 10 yılda Kürt meselesinde atılan demokratik adımları savunmaktan da hiç çekinmedik. Bugün de çözüm süreci için canla başla çalışıyoruz. Ancak mesele PKK'yı eleştirmekse, bunu da gerekli görüyorum. Kürtlerin hakları için mücadele etmeye ne kadar inanıyorsam, PKK'nın hastalıklı zihniyetine karşı mücadelenin gerekliliğine de o kadar inanıyorum. Ben ne 'ver kurtul'cuyum, ne 'vur kurtul'cuyum… Demokrasiyi ne kadar önemsiyorsam, eline silah alan adamla mücadeleyi de o kadar kaçınılmaz buluyorum.

Yani...

Yani ben Kürt meselesinde 'sev ve yaşat' diyorum. Hayata kastedenlere karşı ise sempatiyle bakamıyorum. Bizim gayemiz herkes için demokratik hakların en üst düzeyde tesis edildiği adil bir ortam oluşturmaktır. PKK'nın siyasi ütopyasına çanak tutacak değiliz… Kürt meselesinde bugüne kadar atılan demokratik adımların büyük kısmını bu iktidar atmıştır, büyük riskler almıştır ve hâlâ cesur ve kararlı bir şekilde çözüm sürecini devam ettirmektedir.

BDP ile kapılar tamamen kapandı mı?

Niçin kapansın? Özellikle son kucaklaşma hadisesine katılmayan, yani toplumu ajite eden eylemlere bulaşmayan kişilerle temas her zaman sözkonusu olabilir. Nitekim birçok konuda ilgili bakanlarımızla diyalog kurabiliyorlar. BDP içinde de çözüm konusunda farklı bir süreç yaşanabileceğine inanan sağduyu sahibi milletvekilleri vardır. Biz, terör-siyaset ilişkisini doğru kuramayan ve hukuka meydan okuyan eylemlere bulaşanları eleştiriyoruz. Yoksa bu siyasi hareketin varlığını tartışmaya açmıyoruz… Buna kimsenin de hakkı olamaz. Hatta AK Parti olarak partilerin kapatılmasına tamamen karşıyız. Biliyorsunuz Batı'da belli şartlarda 'kapatma eylemi' düzenlenmiş bulunuyor. Biz diyoruz ki, kurumlar cezalandırılmasın, yanlış yapan bedelini ödesin…

Siz bu süreçte eylemlerin tırmanmasını bekliyor musunuz?

PKK'nın her zaman eylem yapma potansiyeli vardır, ancak son dönemde yürütülen başarılı operasyonlar bunu ciddi oranda minimize etmiştir. Özellikle alan hakimiyeti sağlamaya yönelik stratejiler boşa çıkarılmış ve örgüt büyük kayıplar vermiştir. Bugünlerde biraz daha 'bekle gör' politikası izledikleri anlaşılıyor. Ancak bölgesel gelişmeler nazara alındığında örgütün yeni eylemlere girişmesi pekala mümkündür. Çünkü PKK gibi örgütler, bir yandan kendi örgütsel amaç ve hedefleri için eylem yapmak durumundadırlar, diğer yandan ilişkili oldukları odakların, uluslararası güçlerin yönlendirmeleriyle eylem yapabilirler.

HAKLAR PAZARLIK KONUSU DEĞİLDİR

Kürt sorununda yeni bir açılım konuşuluyor. Neler oluyor bu konuda?

Hükümet, meseleyi PKK'ya veya BDP'ye endekslemiş değil. Kendi yol haritasını, eylem planını açıkladı, doğru bildiği yolda yürüyor. Kongrede açıkladığı reformları bir bir hayata geçiriyor. Hatta bu adımların atılmasını farklı yönden eleştirenler de çıkabiliyor. Hükümetin PKK'nın herhangi olumlu bir adım atmasını beklemeden karşılıksız olarak reform yapmasını doğru bulmayanlar çıkabiliyor. Oysa, hak-özgürlük meselesi bir 'taviz ilişkisi' değildir, pazarlık konusu da değildir. Hükümet, kendi vatandaşı için doğru olan adımı atar, gereken iyileştirmeleri yapar. Bu noktada hükümet hem sosyal alanda, hem ekonomik ve siyasi alanda hiçbir çalışmadan geri durmuyor. Terörün artışına veya azalışına göre değil, toplumsal hissiyat ve kabule göre adımlarını atıyor. Bu süreçte her türlü enstrüman kullanılıyor, her türlü imkan kanalize ediliyor.

ÖCALAN, DİĞERLERİNDEN DAHA GERÇEKÇİ DAVRANABİLİR

Buna Öcalan da dahil mi?

İmralı da, geçmişten bu yana devletin ihtiyaç görmesi halinde kullandığı bir enstrümandır. Devletin ilgili kurumları lüzumu halinde ve geçmişten dersler çıkararak gerekli tüm enstrümanları kullanabilir.

Öcalan hakkında sert bir yazı yazdınız. Ama Öcalan hem BDP hem de Kandil'den daha rasyonel...

Öcalan'ın hapiste olmasına rağmen BDP ve Kandil'den daha gerçekçi davranması elbette mümkündür. Çünkü herkes popülizm yaparak güç devşirmeye çalışıyor, ama onun kendisini otorite olarak gördüğünden böyle bir şeye ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. Geçmişten bu yana süreci en sıcak şekilde yaşadığından gelinen noktayı diğerlerinden daha iyi analiz edebilir. Ama böyle olup olmadığını tabii ki bilmiyoruz. Oslo sürecinde bir yandan terörü koz olarak kullandığı ve kendi elini güçlendirmek için yangına körükle gittiği durumlar oldu. Hem diyalog-hem terör bağlamı netice vermediği gibi, Devrimci Halk Savaşı safsatası da netice vermedi… Bundan dolayı daha farklı bir noktaya gelmiş olabilir mi? Bunu zaman içinde göreceğiz.

Eylemsizlik değil silah bırakma
Öcalan'ın açlık grevlerini bitiren müdahalesinden sonra eylemsizlik için devreye girebilir mi?

Ben bu tür eylemlerin zamanın ruhuna ters olduğunu ve sürece zarar vereceğinden Öcalan tarafından da hoş karşılanmayacağını söylemiş, hatta 'Öcalan'a rağmen Öcalancılık' diye bir yazı yazmıştım. Öcalan hala örgüt ve taban üzerinde çok etkilidir, ama Kandil'de farklı eğilim içinde olanlar, farklı yöntemleri öne çıkaranlar veya farklı odakların taşeronluğuna soyunanlar var. Bunların nasıl bir tutum takınacağını bilmiyoruz. Ama şunu söylememiz mümkün: Artık eylemsizlik türü çıkışlar tek başına bir anlam ifade etmez. Sayın Başbakanımız'ın dediği gibi asıl olan 'silahların susması' değil, 'silahların bırakılması'dır. PKK'nın sınır dışına çekilmesi ve silah bırakması bir anlam ifade eder. Böyle bir süreç gelişir mi, bunun psikolojisi ne olur, bu yönde bir çağrı karşılık bulur mu bilemiyoruz…

Farklı odaklara angaje mi Kandil?

Kandil'de farklı odaklara angaje kanatların bulunduğu biliniyor. Ortadoğu denkleminde Türkiye'nin etkisini zayıflatmaya yönelik hesaplar, PKK'yı 'taşeron' olarak sürece sokuyor. Geçmişte çok dili yanan ve Kandil'in kazığını yiyen Öcalan, boşa düşmemek için daha ihtiyatlı davranabilir.

Başbakan lider kadro için 3. ülke önerdi. Peki diğer PKK'lılar için düşünülen formül ne; af ya da pişmanlık mı?

Dağdan indirme ve silah bıraktırma bu sürecin en hayati konularından biridir. Elbette terör varolduğu sürece güvenlik güçlerimiz operasyonlarını kararlılıkla sürdürecektir. Ancak bu tür meselelerde sadece güvenlik politikasıyla netice alınamayacağını öncelikle güvenlikçiler söylüyorlar. Bu yüzden meselenin tüm boyutları ele alınmaktadır. Bugün de adam öldürmemiş, ciddi bir eyleme katılmamış PKK'lılar gelip teslim oluyor ve ilgili yasadan faydalanabiliyorlar… Hükümetimiz toplumsal hassasiyetleri görmezden gelen bir yaklaşım içine kesinlikle girmeyecektir, ama aynı zamanda yine toplumsal bir talep olan çözüm için tüm imkanları değerlendirmeye alacaktır.

Çözüm silahta değil siyasette

Selahattin Demirtaş, Brüksel konuşmasında Öcalan'la Erdoğan'ı eşitlemekten bahsediyor…

Doğrusu, Demirtaş, sürece pozitif katkı yapmak yerine gerilimi tırmandırmayı sürdürüyor. Sanki olmazı göstermeye, oluru engellemeye çalışıyor. Provokasyonu bir misyon mu biliyor anlamadım. Bunların yapıcı katkılarını bir tarafa bıraktık, bari gölge etmesinler. Diyor ki, Kürtler halk olarak kabul edilmeli ve onların temsilcisi olarak da PKK ile eşit müzakere yapılmalı. Şunu bilmemiz lazım, PKK terör örgütüdür ve hiçbir diyalog ve görüşme bunu değiştirmez. Bu tür örgütlerle görüşen devletler, bu örgütleri mazur ve meşru göstermemiştir, hatta bunlarla ilişkili partiler bile terör eylemlerini kınayan, örgütü meşru göstermeyen bir tutum içinde olmuştur.

BDP'yi çok sert eleştirmiyor musunuz?

Onlar da bizi eleştiriyorlar, hatta her türlü hakareti yapıyorlar. Ama onlara karşı tuhaf bir 'görmezden gelme durumu' var. PKK'ya laf söyleyince büyük hadise oluyor, AK Parti'ye ağır laflar söylenince normal sayılıyor. Mağduriyet istismarıyla veya kompleksle bir yere varılamaz. Biz PKK'yı eleştiriyoruz, BDP alınıyor, hatta bunu Kürtlere yönelik bir saldırı olarak lanse ediyor. Bu çarpık ilişki üzerinden sağlıklı bir siyaset çıkamaz. Biz Kürtlerle empati yaparız, Kürtleri severiz, kan döken bir terör örgütüne ise merhamet gösterecek değiliz. Hiçbir parti bir etnik kesimin, mezhep veya dini camianın temsilciliğine soyunamaz, kendisine yönelik eleştirileri bu kesimlere yapılmış gibi gösteremez. Burada siyasi görüşler arasında bir rekabet ve mücadele var, eleştiriler de bu görüşü dillendiren siyasilere yöneliyor. Bizim özetle söylediğimiz şudur: Türkiye'de demokratik sistemin imkan ve kabiliyetleri her türlü sorunun çözümü için elverişli bir noktaya evrilmiştir. Hukuka meydan okumadan ve demokrasiyi anlamsızlaştıran yöntemlere başvurmadan her türlü mesele çözüm yoluna konabilir.

11 years ago