|

Bizde aileye baba değil anne hakim

Profesör Şeyma Güngör, Türk toplumunda öyle değilmiş gibi görünmesine rağmen aslında aileye annenin hakim olduğunu, kararları kadınların, özellikle büyükannelerin verdiğini söylüyor.

Emeti Saruhan
00:00 - 18/09/2011 Pazar
Güncelleme: 23:23 - 17/09/2011 Cumartesi
Yeni Şafak
Bizde aileye baba  değil anne hakim
Bizde aileye baba değil anne hakim

Kadınlar çalışmalı


İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Başkanı olan Prof. Şeyma Güngör Eski Edebiyat, Halk Edebiyatı, kadın ve aile üzerine olan çalışmalarıyla öne çıkıyor. Genç yaşta kaybettiğimiz Prof. Erol Güngör'ün de eşi olan Şeyma Güngör, çok eser meydana getiren bir eş ile evli olmanın zorluklarını yaşamış. Eşini kaybettikten sonra da tek başına üstelik çalışan bir anne olarak çocuk büyütmenin sıkıntılarını alt etmiş. Kadınların çalışmasının önemine vurgu yapan Güngör, çalışan kadının daha çok saygı gördüğüne inanıyor.

Eski Edebiyat alanında çalışmaya nasıl başladınız?

Yahya Kemal üzerinde çalıştığım için doktoramı Yahya Kemal üzerine hazırlamak istedim fakat Banarlı Eski Edebiyat öğrenilmeden yeni edebiyatın kavranılamayacağını söyledi ve bu alanda doktora yapmamı tavsiye etti. Böylece Eski Türk Edebiyatı kürsüsünde doktora yapmaya başladım. Fuzuli'nin Hadikatü's-Süada adlı eseri doktora tezimdi. Bu eser peygamberlerin başına gelen sıkıntıları ve özellikle Kerbela olayını anlatan bir eserdir. Bu sırada Nihad Sami Banarlı vefat etti. Lise hocalığı yapayım dedim fakat o zamanlar, evli olmama rağmen İstanbul'da öğretmenliğe başlayamadım, Adapazarı Lisesi'ne tayin oldum. Sonra Hasköy ve Galatasaray liselerinde öğretmenlik yaptım. Bir taraftan da doktora çalışmamı sürdürüyordum. O esnada Eski Edebiyat fakültesinde asistanlık kadrosu açıldı ve buraya geldim.

Halk Edebiyatı alanı nasıl ortaya çıktı?

1983'te YÖK bütün Türk Dili Edebiyatı bölümlerinde, Halk Edebiyatı dersi okutulması şartını getirdi. O vesileyle Halk Edebiyatı dersleri vermeye başladım. Ders vermek için çalışırken önemini idrak ederek İstanbul'da bir Halk Edebiyatı kürsüsünün olması gerektiğini anladım. Böyle bir çalışmaya başladım. Bu kürsü İstanbul'daki ilk halk edebiyatı kürsüsüdür. Hala bağımsız bir kürsü olarak tek. Hemen yüksek lisans açtım. Doktoram ve doçentliğim Eski Edebiyat'tan, profesörlüğüm Halk Edebiyatı'ndan. Oldukça etraflı ders konularımız var. Başlangıçtan beri devam eden konferanslar, etraflı programlar yapıyoruz, küçük çapta akademik seminerler veriyoruz, dışarıya projeler yapıyoruz. Alan araştırmalarına, özellikle İstanbul'da faaliyette olan tek Halk Edebiyatı Kürsüsü olduğu için İstanbul kültürüne önem verdik. Tezlerimizin önemli kısmını İstanbul üzerine yaptırıyoruz. Önemli bir arşiv oluştu, büyük iş yaptığımız kanaatindeyim.

KADINLAR ÇOK VASIFLIYDI

Kadın ve aileye yönelik çalışmalarınızla biliniyorsunuz. Neden bu alanı seçtiniz?

Türk kültüründe kadın meselesi çok işlenen bir konu gibi gözüküyorsa da akademik anlamda ve Türk tarihinin tamamını içine alan, kastettiğim edebi eserler. Yapılan çalışmalarda daha ziyade Batı temel alınıyor ve Batı'da feminizm ne ise bu noktadan hareket edilerek Türk kültürüne bakılıyor. Buradan ulaşılan sonuçlar ile benim metinlerde karşılaştığım sonuçlar arasında büyük farklılık vardı. Bu sebeple yazılı ve sözlü eserlerde kadının nasıl ele alındığına eğilmek istedim. Sonra baktım ki kadın tek başına olmuyor, aile içinde kadını ele almak gerekiyor. Dikkatim bu sefer aileye ve aile içinde kadına yöneldi. Bu konuyla ilgili de Dede Korkut'ta aile diye etraflı, uzunca bir yazı yazdım. Gönlümden geçen bu tür eserleri ele alıp aileyi tek tek inceleyebilmek.

Dede Korkut'ta kadının yeri desem?

Ailede kadının rolü yaşanılan hayata da çok bağlı. Dede Korkut'ta göçebe veya yarı göçebe hayat tarzı anlatılıyor. Mukaddime'de geçen 4 kadın tipinden 1 tanesi iyidir fakat metinlerde olumsuz kadın tipi hemen hemen yoktur. Erkekler genelde avda ya da savaştadır. Çadırlarda çocuklar, yaşlılar ve kadınlar kalır. Bu nedenle kadının çok vasıflı olması gerekir. Mutlaka ata binmeli silah kullanmalı, halk tıbbı bilmeli. Pek çok konuda bilgi sahibi olmalı. Böyle seçkin ve donanımlı kadınlar söz konusu. O yüzden kocalar karılarına saygılıdır, kadınlar da kocalarına karşı son derece saygılılar.

ERKEKLER HEYECANLIDIR

Bu hanımlar çok az konuşan kadınlardır. Genel temayül kadınların heyecanlı oldukları, karar verirken subjektif davrandıkları, erkeklerin çok daha aklı selimle hareket ettikleri şeklindeyken, Dede Korkut hikayelerinde ise, ki bu hikayeler çok geniş bir zaman diliminin süzülmüş sonucudur adeta, kadınlar çok aklı selim sahibidir, az konuşurlar, heyecansızdırlar. Erkekler heyecanlı tiplerdir, yeri gelir ağlarlar, duygularıyla hareket ederler, abartılı davranışlarda bulunurlar. Onların o heyecanına karşın hayatı gerçek anlamda sürdüren orta noktayı bulan kadınlardır.

Bizim ataerkil aile yapısına sahip gibi gözükmemize rağmen kadınların sözünün geçmesi gibi mi?

Türk toplumunda, Anadolu'da da böyledir aileye aslında anne hakimdir. Öyle değilmiş gibi yansımasına rağmen kararı hanımlar verir. Özellikle büyükanne. Ama bu kararlar uçuk kaçık, subjektif kararlar değildir. Bunlar sözlü kültürle kadına akan kararlardır. Bunlar tecrübenin sonucunda verilmiş kararlardır. Sözlü kültür erkekten çok kadına akar. Kadının mitolojik devirlerden itibaren gelen manevi bir tarafı vardır. Bakın Dede Korkut'ta da, Manas'ta da karısını dinlemeyen erkek ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Kadının verdiği kararlar geleneksel kararlardır. Cenupta Türkmen oymaklarında, köylerde son kararı köyün en yaşlı hanımına sorarlar.

CAHİL KADIN KAN EMZİRİR

Kadın gelenekle mi eşleştiriliyor?

Büyük çapta ben öyle düşünüyorum ama gelenek taşlaşmış hiç değişmeyen bir sonuç değil. Gelenek zaman içinde şartlar içinde şartlar değiştikçe değişir. Ana kültür unsurları değişmiyor.

Daha sonra kadının rolü nasıl değişiyor?

Yerleşik hayata geçince kadın toplum için bu derece hayati olmaktan çıkıyor ve vasıfları da değişmeye başlıyor. Divan edebiyatı yerleşik bir hayatı anlatan bir gelenektir. Burada kadınlar çok farklı tiplerdir. Güzeldirler, uzun boyludurlar, naiflerdir. Oysa göçebe toplumlarda güçlü kuvvetli hanımlar makbuldür. Yaşam şartları nasıl tipe ihtiyaç duyuyorsa o tip topluma hakim oluyor.

Osmanlı kadınının geri planda bırakıldığı yönünde eleştiriler var.

Hayat dolayısıyle. Fuzuli'nin eserlerine baktığımızda kadına bakışı pek fazla olumlu değil. Bir eserinde “Ey olgun kişi, cahil kadın çocuğuna süt veriyor zannetme, o kan emdiriyor” diyor. Cahil okumamış değil, gerçekten bilgisiz kişi demektir. Burada kültürü bilgisi olmayan kişi kastediliyor. Yoksa sözlü kültür çok zengindir. Kadınlar kendi şartları içinde bilgili olmak mecburiyetinde ler. Eğitim öğretim aşağıya doğru akar. Genç bir hanımın büyük annem, annem ne yaptı diye dönüp arkasına bakması gerek.


Prof. Erol Güngör'ün eşiydiniz. Ülkenin en genç rektörüydü. Bir düşünürdü. Onun eşi olmanın getirdiği zorluklar nelerdi?

Evlilikte eşler arasındaki şartlara yaşantı karar veriyor. Evlenmeden önce bir kalp krizi geçirmişti. Sıhhi sebeple yemeğine, uykusuna çok dikkat ediliyordu. Fakültede hocaydı, konferanslar veriyordu, bu arada hergün gazeteye yazı yazıyordu. Kısa ömründe pek çok makale yazdı. Kitapları neşredildi. O kitaplardaki kelimelerin yazılış zamanları hesap edilirse ve uyuma, yemek yeme gibi günlük rutinleri de çıkarılırsa, evin yürümesi için alışveriş gibi hususlarda ne kadar zamanını harcadığını hesap etmek çok kolaydır. Bunu sadece kendim için söylemiyorum. Bu kadar kısa zamanda bu kadar çok eser meydana getiren bir eş ile evliyseniz bunun şuuruna varmak zorundasınız. Eğer eşinize hürmet ediyorsanız, ona saygı gösteriyorsanız hayatınızı ona göre ayarlamak mecburiyetindesiniz. Çalışıyordum, evi yürütüyordum ve çocuk büyütüyordum. Zordur bu, hakikaten çok zordur.

Erol Güngör'ün kişiliği nasıldı?

Kişilik olarak sakin bir insandı. Az konuşurdu, az gülerdi ama aile toplantılarında neşeli, fıkralar anlatan, kahkaha atan bir insandı. Zihninde sürekli yazacağı şeyle meşguldü ya da yazıyordu. Tabi bunun bir kabiliyet olduğu muhakkak; çok kolay yazı yazardı. Daktiloyu koyar, televizyon çalışır, çocuk orada, o durumda mükemmelen makalesini hemen hemen tashih yapmadan yazardı. Tercümelerini de böyle yapardı. Küçük bir İngilizceden Fransızcaya sözlüğü vardı. Fransızcadan da İngilizceden de tercüme yaparken aynı sözlüğü kullanırdı.

Evlenmeniz nasıl oldu?

Ahmet Kabaklı Hoca'nın vakfının çay toplantısı vardı Topkapı Sarayı'nda. Orada karşılaştık. Ben Erol Güngör ismini biliyordum, kitabını almıştım. Orada görmüş beni. Sonra hakkımda araştırma yapılmış. Benim çok saygı duyduğum bir hocam nakletti. Bir nevi hocalar vasıtasıyla tanıştık.

Erol Güngör'ün milliyetçi ideolojinin görünmeyen fakat önde gelen bir lideri olduğu söyleniyor. Siz katılıyor musunuz buna?

Ben özür dileyerek kendisi ile yaşamış, Erol Güngör üzerine düşünmüş biri olarak, Erol Güngör'ün gerçek anlamda az kişi tarafından kavrandığı görüşündeyim. Ailesini tanıyorum, davranışlarını, olaylar karşısındaki tepkisi biliyorum, yazılarını biliyorum, yazılar oluşmadan önceki konuşmalarını biliyorum, araştırdığı kitapları biliyorum. Gençleri dinliyorum. Biraz üstünkörü okunuyor. “Ne diyor”dan ziyade kendi fikirlerini o satırlarda arayıp buluyorlar. Bunları hayatımda ilk kez söylüyorum. Eşim hakkında kesinlikle konuşmam, bunu herkes bilir ama artık çok yaşlandım ve çok üzülüyorum. Gerek Doğu'da gerek Batı'da, gerek ülkemizde, Erol Güngör'ün çok daha iyi tanınması gerektiği kanaatindeyim.

Erol Güngör'le ilgilenenlere ne tavsiye edersiniz?

Erol Güngör çok objektif bir insandı. Tavsiye edeceğim bir röportajı var. Kendisiyle hocası Mümtaz Turhan hakkında yapılmış. Hocası hakkında söyledikleri son derece önemli. O Erol Güngör aslında. İmkan olsa da o röportaj tekrar yayınlansa. Diyorlar ki “Hocanızı çok seviyordunuz, neden vefatı üzerinden 15 sene geçti hakkında bir satır yazmadınız?”. Diyor ki “Benim hocam fikirde subjektif olanı kesinlikle reddeden bir insandı. Onun için daha erken konuşsaydım hocam hakkında hüküm verirken duygularını incitebilirdim” diyor. Erol Güngör'ün özelliği Doğu ve Batıyı çok iyi bilmesi ve iyi sentez yapmasıdır. Biz ya Doğu'yu ya Batı'yı biliyoruz ve bir araya getirip değerlendiremiyoruz.


asıl bir aile içinde büyüdünüz?

Annem Rumeli kökenli, İzmir'de doğmuş. Babam Sivas'lı. Ben 1946'da İstanbul doğumluyum. Babam ilkokul müdürüydü, annem çalışmıyordu. Tek çocuğum. İlkokul ve orta tahsilimi Beşiktaş Kız Lisesi'nde yaptım. Sonra İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne girdim.

Türk Dili'ni seçmenizin özel bir nedeni var mıydı?

Elbette. Aslında Fen'e meraklıydım. Biz öğrenci iken okulumuz pilot okul olarak seçilmişti ve filmle Fizik dersi veriliyordu. Gerçekten çok enteresandı. Müthiş bir ilgi duydum Fizik dersine. Fizikçi olma kararında idim fakat okulumuza bir edebiyat öğretmeni geldi. Suzan Karamanlıoğlu. O hoca benim edebiyatla ilgili bütün görüşümü, zevkimi değiştirdi ve mutlaka onun okuduğu yerde okumak istedim. Öğretmenliğimde de gerek ders anlatış tarzım, gerek sınav kağıtlarını puanlamam, hepsinde hocamın çok etkisi olduğunu düşünüyorum.

Nihad Sami Banarlı ile nasıl tanıştınız?

Lisedeyken Nihad Sami Banarlı'nın kitaplarını okumuştum. Hayranıydım ama şahsen tanımıyordum. Ben eğitimle başka çalışmaları da beraber yürüten bir insandım. Konservatuara gidiyordum ortaokuldan beri. Onun devamı olarak polifonik koroya da girmiştim. Banarlı'nın Fetih Cemiyeti'nde kitap takdim törenleri yapılırdı. Orada bir törende koro elemanlarına ihtiyaç varmış. Orada tanıştık. Sonra arkadaşımla ziyaretine gittiğimizde bize iş teklifinde bulundu. Üniversite 1. sınıfın yaz ayında Banarlı'nın yanında part time olarak çalışmaya başladık. Bu 1965'ten hocanın vefatına kadar sürdü.

Nasıl çalışmalar yapıyordunuz?

Fetih Cemiyeti Yahya Kemal Enstitüsü ve İstanbul Enstitüsü'nden oluşur. Araştırma yapar ve kitap yayınlardı. Banarlı her ikisinin de müdürüydü. Fetih cemiyetinin en önemli faaliyeti Yahya Kemal'in kitaplarını neşretmektir. Yahya Kemal'in eserleri, makaleleri, şiirlerinin pek azı neşredilmiştir. Özellikle düz yazıları çok dağınıktı. Bazılarını kendisi yırtmış ama atmamış. O yırtık parçalar bir araya getirildi.

Bir dönem de halkla ilişkiler alanında çalışmışsınız. Nasıl oldu?

Nihad Bey'le çalışırken, İktisat ve İşletme'den arkadaşlarım İşletme İktisadı Enstitüsü'nün açtığı sınava gireceklerdi. Onlar sınava kayıt olurken şakayla karışık beni de kaydettiler. 10 kişi kadar vardık. 2 kişi kazandık. Kazanan arkadaşım da mülakatı kaybetti. Böylece İşletme İktisadı Enstitüsü'nü bitirdim. Orada okurken Koç Holding Halkla İlişkiler Bölümü'nde staj yaptım. Bana iş teklif ettiler. Part time çalışmaya başladım. İşler yoğunlaşınca devamlı çalışmamı istediler fakat Nihad Sami Banarlı'nın yanında da çalışıyordum. O nedenle bırakıp Koç Holding'e gitmedim. Hocam 1 sene önce vefat etseydi şimdi bambaşka bir istikamette olacaktım.


Pedagojide geleneği önemsiyorsunuz değil mi?

Pedagojide modern görüşler geldi, şimdi bir bakıyorsunuz eski sisteme dönülüyor. Çocuk kucağa alınmayacaktı, 4 saatte bir emzirilecekti. Baktılar ki bu çok yanlış. Halbuki gelenek hiç böyle değildir. Modern pedagojik yöntemler ortaya konurken geleneksel yöntemlere de dikkat edilmesini söylüyorum. Akademik çalışmalar yapılırken de kendi toplumumuzda yapılmalı.

Bizim geleneğimizde hatıra var mı?

Var, yok değil. Eski Edebiyat üzerine yapılan araştırmalarda genelde 1. Sınıf 2. Sınıf şairler ele alındı. Bunlar azalınca 3. Sınıf şairlere yahut gözden kaçan metinler ele alınmaya başlandı. Bunlar arasında bizi şaşırtan hatıralara da rastlıyoruz. Kadının ağzından yazılan, kadının kendi yazdığı hatıralara da rastlıyoruz. Bunlara rağmen hatıra bizde Batı'daki gibi değildir. Bir kere İslamiyet ve töremiz sebebiyle kendimizden söz etmemiz ayıptır. Bu gibi sayabileceğim bir çok sebep yüzünden hatıra türü bizde pek işlenmemiş bir konudur. Tanzimattan sonra yazılmaya başlamıştır. Günümüzde çok popüler. Ben kesinlikle hatıra türünün günümüzde dahi olsun işlenmesi taraftarıyım çünkü bir vesikadır hatıra türü. Olumsuzlukların da geçmesini doğru buluyorum. Çünkü insan sadece olumlu yönleri olan bir mahluk değildir. Hatalarımızdan ders ala ala hayatımızı tamamlıyoruz. Ne şekilde hareket edilmesinin daha doğru olduğunu gençliğe anlatıyoruz. Ben bu konuda çok dikkat etmeye çalışıyorum.

Evet, öğrencilerinize yakın ilgi gösterdiğiniz ve çok yardımcı olduğunuz söyleniyor. Nasıl bir motivasyonunuz var?

Bir mizaç meselesi zannediyorum. Annelik vasfım daha güçlü. Başkalarından evladıma nasıl davranmasını bekliyorsam öğrencilerime öyle davranıyorum. Öğrencilerimi severim, yakınlık kurarım ama hiçbir zaman belli sınırları geçmez. Milletimi seviyorum bir kere, kültürümü, tarihimi. Ortaokulda mezarlıkları severdim, camileri severdim, çok severdim. Çok sevdiğim Fizik dersinde bile kitaba Yahya Kemal'in Süleymaniye'de Bayram Sabahı şiirinden mısralar yazmışım. Demek ki ezberlemişim. Benden sonra gelecek nesilin vatana millete faydalı olmalarını çok istiyorum.

Yapı olarak çok disiplinliymişsiniz?

Öyle mi söylüyorlar (gülüyor) Evet, ben ikizler burcuyum. Hem çok disiplinli, bir taraftan da çok serbest, yumuşak ve hoş görülüyümdür.



13 yıl önce
default-profile-img