|

Bizi sömürenlere 'evet'le dur diyelim

Türkiye'nin Kürt sorununu çözmeden bölgede güçlü bir aktör olamayacağını savunan MÜSİAD Diyarbakır Şube Başkanı Vahdettin Bahadır, referandumda 'evet' demenin, bize kan kaybettiren sisteme son vermek olduğunu söyledi. Sorunların diyalogla çözüleceğini dile getiren Bahadır, "Biz konuştukça çözüme dönük anahtarlar elimize geçer" dedi.

Murat Aksoy
00:00 - 6/09/2010 Pazartesi
Güncelleme: 22:41 - 5/09/2010 Pazar
Yeni Şafak
Bizi sömürenlere 'evet'le dur diyelim
Bizi sömürenlere 'evet'le dur diyelim

Tüm Türkiye Cuma günü Başbakan Erdoğan'ın Diyarbakır Mitingi'ne kilitlenmişti. Toplanacak kalabalıktan konuşmasında neler söyleyeceğine kadar her şey spekülasyon konusu oldu. Peki neden önemliydi Diyarbakır Mitingi? Önemli olduğunu Diyarbakır'da dolaştığınızda Erdoğan'ın isminin algısı, sözleri başka bir şeyi ettiğini anlayabiliyordunuz. Erdoğan'a sadece AK Parti lideri değil, aynı zamanda Kürt sorununu çözecek lider olarak bakıyorlar. Bu çok açık. Mitingi kalabalık bir grup coşku içinde izledi. Evet Erdoğan belki konuşmasında beklenildiği gibi çok önemli mesajlar vermedi ama kardeşlik, birliktelik ve ortak geleceğin önemini anlattı. Yeni bir anayasa ve Diyarbakır Cezaevi'nin kapatılacağını söyledi.

Bu hafta Söyleşi-Yorum'un konuğu Diyarbakır'dan, mitingi izleyenlerden birisi, MÜSİAD Diyarbakır Şube Başkanı Vahdettin Bahadır. Bahadır sadece MÜSİAD Şube Başkanı değil. Aynı zamanda Diyarbakır'daki entelektüel camianın seçkin bir üyesi ve mütefekkir, barışın en güçlü savunucularından. Kendisiyle Başbakan'ın mitingini, referandumu ve eylemsizlik sürecini konuştuk.


Cuma günü Başbakan Erdoğan Diyarbakır'daydı siz de izlediniz. Konuşmasını nasıl buldunuz?

Başbakan Erdoğan'ın gerek miting konuşmasındaki üslup ve kuşatıcılık gerekse, yaklaşık bin kişilik bir kalabalıkla iftarını açması ve konuklarla kurduğu sıcak ve samimi diyalog hem Diyarbakır'a hem de bütün Türkiye'ye verdiği mesajlar demokratikleşme ve açılımın büyük bir dikkatle devam edeceğini, daha kuşatıcı ve daha derin devam edeceğinin ifadesiydi. Konuşmasını genel hatlarıyla değerlendirdiğimiz zaman, konuşmanın Türkiye'nin bütün çoğulculuğunu kuşatan ve sivri uçları olmadığını gördük. Radikal bir nokta yoktu. Türkiye'nin bütün renklerine, bütün aidiyetlerine kuşatıcı bir dille atıf yaparak konuştu. Yani zımnen şunu söyledi; “Türkiye demokratikleşme üzerinden Kürt sorununu çözmeye mecburdur. Üçüncü bir dil inşa ederek adaletin, ahlakın, sevginin dilini tüm Türkiye'yi kuşatacak şekilde Kürt sorununu çözebileceklerini ifade etti” Ben konuşmasından bunu anladım.

Peki Diyarbakır'da beklenti bu muydu?

Kimi çevreler tarafından beklentiler referanduma bir hafta kala bilerek çok yüksek tutuldu. Bu çevreler sabah akşam Kürt meselesinin çözümü için yüreği yanan çevreler de değildir. Sadece bu beklentileri yüksek tutarak güya Başbakan'ı tuzağa düşürecekler ve batı kesimlerinde AK Parti'ye oy kaybettirerek hayır cephesini güçlendirecekler. Biz de haftalar öncesinden AK Parti'nin ve Başbakan'ın bu tuzağa düşmemesi gerektiğini ifade ettik. Bu bir oyun ve tuzaktı. Bu tuzağa düşmedi. Yürekten ve kuşatıcı bir konuşma yaptı. Hem demokratik açılıma hem yeni anayasaya hem de Türkiye'nin başka sorunlarına derinlikli ve ufuk açıcı yönlerden meseleye yaklaştı. Referanduma birkaç gün kala böyle bir konuşma gerekli ve çok önemliydi. Hem sahte ve iki yüzlü kişi ve kurumların oyununa gelmedi; ahlakın ve merhametin dilini ortaya koyaraktan hem de Kürtlere de referandum sonrası bütün sorumluluklarıyla demokratik açılımı devam ettireceğinin mesajını verdi.

CEZAEVİ MÜZE OLMALI

Katılım ve izleyici tepkilerini nasıl buldunuz?

Sıcaklığın 45 dereceye vurduğu, katılımcılarının çoğunluğunun oruçlu olduğu bir günde insanların bu kadar teveccühle Başbakan'ı dinlemeye gelmeleri son derece önemliydi. Ben mitingin kalabalıklığının yanı sıra konuşmaya verdikleri tepkiyi de çok canlı ve içten buldum.

Somut ne söyledi Başbakan?

Başbakan'ın bazı yaralara dokunması, ahlakı, merhameti, insani değerleri öne çekmesi ve onun üzerinden toplumla köprü kurması çok önemliydi. Başbakan Diyarbakır'da şunu söyledi; Ben sizi kandırmayacağım, sizi yanlışa yönlendirmeyeceğim, sizin yaşadığınız acıları sıkıntıları biliyor ve yaşıyorum. Çünkü bende yaşadım. Bu yönüyle Başbakan Türkiye'nin çoğunlunun yaşadığı sıkıntı ve sorunlara dikkat çekti. Daha somut olarak, referandumdan sonra geniş katılımlı, sivil, Türkiye'nin bütün renklerini kuşatan yeni bir Anayasa arayışına büyük bir sorumlulukla ve içtenlikle devam edeceklerinin mesajını verdi. Demokratik açılımı kesin ve net bir şekilde devam ettireceğini ifade etti. Diyarbakır caza evi ile ilgili bu ceza evini kaldıracağız somut bir adım ve çok önemli, ancak yetersiz.

Neden yetersiz?

Bir kere Diyarbakır Cezaevi sıradan bir yer değil. Orası sadece Kürt sorununu büyüten değil, insanlık ailesinin onurunun, şerefinin yok edildiği bir mekandır. O hapishane kardeş kavgasının nedenlerinden birisidir. O hapishane bedenlerin hapsedilmediği, ruhların hapsedildiği bir mekandır. O hapishane 12 Eylül zulmünün ve vahşi yöntemlerinin bugüne kadar yaşadığımız bütün katliamların ve kederlerin zeminini teşkil eden bir cehennem çukuru, bir gayya kuyusudur. Neredeyse soykırımı ima eden bir mekandır. Gerek ben gerekse buradaki STK'ların Diyarbakır Cezaevi ile ilgili önerisi net ve somut olarak insan hakları müzesine dönüştürülsün. Dünya döndükçe bu ülkede yaşayan herkes bu katliamların yaşandığı bu cehennem çukurunu unutmamak için gelecek bütün nesillerin hafızalarına ve belleklerine kazınsın ki bir daha ebediyen bu topraklarda elinde güç ve silahı bulunduran ordu asker dahil olmak üzere vesair bütün güçler ve hiçbir güç bir daha değil zülme ve işkenceye sözlü hakarete bile başvurma imkanı olmasın. Ki bu topraklar barış ve esenlik yurdu olsun.



12 Eylül'de referandum var. Anayasa paketi sizin için ne ifade ediyor?

Bizler bu ülkede yaşanan bütün acıları hisseden insanlarız. Gönül arzu ederdi ki Kürtlerin yüzde 99'9'u sandığın başına gidip evet desin. Çünkü Türkiye sadece son 30 yılın değil, son 100 yılın meselelerini çözmeye çalışıyor. Türkiye kendi pisliğini temizlemeye çalışıyor, kendi insanına yaşattığı bütün acılarla yüzleşmeye çalışıyor. Bu yüzleşme tüm Türkiye'nin geçmişiyle yüzleşmesi. Gönül isterdi ki Kürtler ezici bir çoğunlukla vicdanlarıyla sandığa gitsinler bununla hesaplaşsınlar. Bu öyle bir hesaplaşma zeminidir ki devlet adına size zulmeden her kim varsa babalarınızın, annelerinizin, kardeşlerinizin, bölgenizin, toplumunuzun kısasını alma günüdür. Despotlarla hesaplaşma ve kısas günüdür. Kim kısasını almak istiyorsa 12 Eylül'de sandık başına gitmelidir. Ve büyük bir onur ve huzurla “EVET” demelidir. Çünkü bu evet 12 Eylül'de öncesinde ve sonrasında coplarıyla,kazıklarıyla insanların ruhuyla oynayanlara münasip bir şekilde bütün kötülükleri, bu kötülükleri yapanlara geri iade etmektir. Kürt halkı yani Doğu ve Güneydoğu insanı çok daha büyük acılar ve dramlar yaşadı. Bir bayram ve şenlik havası içinde bayramların en büyük bayramını “EVET” diyerek kutlamalıdır.

Başbakan, BDP'nin boykot çağrısını antidemokratik buldu. Katılıyor musunuz buna?

Bir siyasi parti eğer ben boykota gideceğim, bu benim siyasi tercihim ve gerekçelerim şunlardır derse ve o gerekçeler bize uygun olmasa dahi müsamaha ile bakmamız lazım. Zira insanların tercihlerine karışma yetkimiz olmadığı gibi hakkımız da yoktur. Her partinin siyasi tercihlerine ve bireylerin bireysel tercihlerine saygılı olmamız lazım. Ama hiçbir birey hiçbir parti ve kurum hiçbir şekilde kendi seçmen ve mensuplarını da tehdit, korkutma ve baskıyla bir fikir veya siyasi düşünceyi ya da oy kullanma tercihini dayatmaması lazım. Bu ahlaki olmadığı gibi hukuki de değil ve demokrasiyle de uzaktan yakında yakından bir alakası yoktur.

Sizin başkanı olduğunuz STK'nın da arasında bulunduğu STK'lar referandumda evet diyeceğiniz açıkladınız diye BDP'den tepki geldi sizlere, Diyarbakır'ı, Kürtleri temsil etmiyorsunuz diye. Durum nedir şimdi?

Biz STK'lar olarak kendi adımıza o konuya nokta koyduk. Ancak bu söyleşide bir kez daha ifade etmek sanırım zorunlu. Hiçbir insanın onurunu şerefini, hiçbir grubun, siyasi partinin onur ve şerefini rencide etme niyetimiz yok ve olmayacak da. Ancak birileri bu üslubu kendine yakıştırsa dahi hakareti, tehdidi meslek haline getirse dahi biz bunu yapmayacağız. Biz bu ülkenin vicdanı olmaya çalışıyoruz. Bu ülkenin batısıyla doğusunu buluşturmaya çalışıyoruz. Bu yüzden bizim, hiçbir kimseden çekincemiz yok ve olmayacaktır. Ama herkesten de beklediğimiz edep, ahlak ve saygı kuralları içinde davranmaktır. Hiç kimsenin fikrine düşüncesine kanaatine seçim içinde ve öncesinde ve sonrasında siyasi anlamda, dini anlamda ve felsefi anlamda haddimizi aşıp saygısızlık yapmayacağız ama aynı saygıyı, edebi ve haddini bilmeyi karşı taraftan istemek bizim hakkımızdır. Mağdur ve mazlum olan hangi kesim varsa yeri gelince inandıklarını ve aidiyetlerini sormadan destek oluruz. Ancak hiçbir mağdur ve mazlum da düşmanlarının hiçbir kural tanımadan kullandıkları yöntemi kullanmalarını da taklit etmelerini de istemeyiz. Çünkü kim kendi düşmanına benzemişse inandıklarını kaybetmiş demektir. Biz kendi konumumuzu tavrımızı net ifade ettik. Ve referandumda ”EVET” diyoruz. Bu evet oyunun sadece bizi bağladığını, kimseyi hedef almadığını açık biçimde ifade ettik. Yani biz ne kimsenin karşıtlığı üzerinden nede kimse yandaşlığı üzerinden “EVET” demiyoruz. Biz bütün müktesebat ve edinimlerimizle yaşadığımız çağın bütün acılarını ve olaylarını yüreğimizde hissederek bütün vicdanımız ve haysiyetimizle buna inandığımız için “EVET” diyeceğiz. Ben kendi adıma şunu ifade etmeliyim ki sadece evet demekle kalmayacağım, gücümün bütün sınırlarını da kullanıp yazılı ve görsel medyadan köy, belde, ilçe, şehir vs. mekanlarda kime ulaşabilirsem insanların “EVET” demesi için çalışacağım. Bu benim vicdanıma verdiğim bir sözdür ve bu sözü mutlaka yerine getireceğim.

YÜZDE 60 EVET ÇIKAR

Referandumda oy olarak ne bekliyorsunuz?

Doğu ve Güneydoğu için âcizane kanaatim sandığa giden her 100 kişiden en az 80'i evet diyecektir. Türkiye geneli için ise Allah nasip ederse öteden beri benim tahminim yüzde 60 düzeyinde bu referandum evet oyu olacaktır.


Geçtiğimiz günlerde bir ilk yaşandı 147 STK ve DTK bir araya geldi ve ortak bir açıklama yaptı. Bu birliktelik nasıl oldu ve hedefi neydi?

Yapılan basın toplantısının sadece bir hedefi vardı. Herkes neye inanıyorsa, herkes neyin bu ülke için faydalı olduğuna inanıyorsa, kimseye baskı oluşturmadan kimseye nefretle düşmanlıkla bakmadan, toplumu birbirine düşman ilan etmeden, baskı kurmadan eşit kardeşler ve yurttaşlar olarak kendilerini ifade edebilsin istedik. Oluşan veya gelişecek gerilimin önüne insani bir bariyer koyduk.

Böyle bir şey mi var?

Kim olmadığını söyleyebilir ki.

20 Eylül'e kadar eylemsizlik var. Ya sonra?

Ben umutluyum. Umut ve ümit imanın çocuğudur, umudunu kaybeden her şeyini kaybeder. Bu ülkenin entellektüel harcı, ilmi sınıfı, bu ülkenin burjuvazisi bu barış sürecini uzatmayı düşünüyorlar ve bunun için çalışıyorlar. Bütün STK'ların gayesi de bu. BDP'nin de ifadelerine baktığımız zaman o da bunu arzuluyor. Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk'un da düşünceleri o yönde. Bunun için biz her yolu deneyeceğiz. Eylemsizlik süreci ne kadar uzarsa konuşma ve diyalog o kadar mümkün olur ve adım atmaya korktuğumuz konuları yavaş yavaş konuşabiliriz. Bakın en önemlisi de şu, BDP'li olsun olmasın bütün Kürtler şiddetten ve savaştan gelecek kaygısından bıktı.

Peki bu sürenin uzaması için kim ne yapmalı?

Bir, devletin “eski hal muhal ya yeni hal ve izmihlal” bunu belleğine koyması lazım. Cin şişeden çıkmıştır. Ve Türkiye, Kürt sorununu çözmeden bölgesinde güçlü bir aktör olamaz. Bize kan kaybettiren, bütün aidiyetlerimizi, maddi imkanlarımızı aşağıya doğru çeken bu büyük sorunu bizim çözmemiz lazım. Orduya düşen görevler var. Şiddetin bütün kod ve desenlerinden zihnen, aklen, bedenen uzak durması lazım. Şunu artık biliyoruz şiddetle bu sorunu kıyamete kadar çözmeniz mümkün değil. Hükümete düşen sorumluluklar var. Türkiye'nin bütün renklerini, çoğulculuklarını kuşatan bütüncül yeni bir anayasa yapmak. Referandumdan sonra gündem bu olmalıdır. Ama hükümet bunu yaparken bazı pratik ve somut adımlar da atabilir.

SÖZÜN GÜCÜNÜ DEVREYE SOKMAK GEREK

Nasıl ve neler yapabilir hükümet?

Mesela Türk Ceza Yasası'nın bazı maddeleri, Siyasi Partiler Kanunu'nda bazı değişiklikler. Yani yeni bir anayasanın dışında yasa, genelge, tüzük ve yönetmelik değiştirerek yapabileceği şeyler var. Kürt sorununun çözümü için ifade edilen barışçı talep ve öneriler dile getiren, devlet politikalarını eleştiren, Kürtlerin genel hak ve özgürlüklerini savunan siyasetçiler, yerel yöneticileri yargılamaya götüren maddeleri değiştirebilir. Ve bütün gaye ilk iş şiddetin gündelik hayatın dışına çıkarılmasıdır.

Siyasete ve siyasilere düşen ne?

Bu ister BDP olsun, ister CHP ve MHP olsun, eğer gerçekten bu ülkenin geleceğine katkı yapmak istiyorlarsa, bu ülkenin geleceğinde Türk ve Kürt kardeşleriyle birlikte yaşamak, birlikte üretmek niyet düşünce ve kederleri varsa; konuşma üsluplarından adımlarına kadar her şeylerine dikkat etmeli ve Türkiye'yi kuşatmalılar. Ahlaka, erdeme dönük, merhamete dönük adım atmaları gerek. 21. yüzyıldayız dünya küresel bir köye dönüşmüş herkesin elini taşın altına koyması lazım ve onlarca yıl aynı lafları ağızlarında geveleyerek ne Türkiye'ye ne Kürt sorununa nede demokrasiye katkı sunabilirler.

Peki PKK ve İmralı'ya?

Kiminle görüşülmesi, kiminle tartışılması gerekiyorsa, kiminle diyalog ve müzakere kiminle insani bir dil inşa etmesi gerekiyorsa kimi zaman gizli, kimi zaman açık bu yapılmalıdır. Evet bunu doğrudan kimi zaman siyasetçi yapamaz ama devlet adına bütün bu görüşme, diyalog ve müzakerelerin sağlanması lazım.

Bu Öcalan'la mı olmalı?

Bakın Kürt sorununu tek şey çözer: Samimiyet, konuşma ve diyalog. Konuşmadan hiçbir şey çözemeyeceğiz, bu işin iksiri bu işin mucizesi, bu işin ruhu budur. Kimseyi tahrik etmeden, kışkırtmadan, birilerinin oyununa alet olmadan ve birilerinin maşası olmadan konuşmanın dilini, sözün gücünü hâkim kılmamız lazım.

SÖZÜN GÜCÜNÜ DEVREYE SOKMAK GEREK

Sözün gücünü devreye sokmakta mı bütün iş?

Evet. Çünkü bu noktaya silahların ve şiddetin gücü ile geldik. Bu şiddet ve silahlar, demir parçaları bizi kaosun içine sürükledi. Gün sözün gücünü devreye sokmaktadır. Artık bundan sonra söz konuşmalı. Zira gücün sözü sorunu çözmedi, çözmüyor ve çözemeyecektir. Onun için sözün gücüne, kelamın erdemine, diyalogun iksirine başvuracağız.

Halk nasıl bakıyor?

Halk kendi üzerinden rant devşirilmesini, kanın akmasını istemiyor. Halkın ezici çoğunluğu barış, kardeşlik istiyor ve kimse bölünmeyi istemiyor. Bu ülkenin ne tarihsel kodları ne de başka kodları bölünmeye razı değil.



14 yıl önce