Hayat bizi bir kere daha tasnif ediyor. Eşyanın önündekiler ve eşyanın arkasındakiler.
Yani “değerliler” ve “önemliler” tasnifi.
Değer, sermaye dışı bir üst ahlak arayışı, bir var olma biçimidir.
İnsan için anlamlılık ve kalıcılık önemde değil değerdedir.
Önem, konuma ve imkana göre değişir ve insanın dışındadır.
Değer ise zaman, zemin, imkan ve konuma göre değişmez, o çünkü insanın içindedir.
Önem insana verilir ve alınır, değeri ise insan kendi emeği ile iç dünyasında üretilir ve kalıcıdır.
İnsanın iç zenginliği olan zihin ve vicdanla aranan, bulunan, ortaya çıkarılan, yaşanan ve paylaşılan bir büyük erdemdir, bir büyük oluştur değerler dünyası.
Zamanı aşan varoluşlar, başkaları tarafından örnek alınacak hayatlara dönüşür. Zamanın aşındıramadığı o değerler manzumesidir ki, ancak bu sancısı sürecin hakkı verildiğinde ortaya çıkar ve sizi gitmediğiniz, gidemediğiniz yerlere ve zamanlara götürür ki, ömrünüzü aşan bir pozitif varoluş ortaya koyarsınız..
Bu noktadan sonra murat edilen; görselliğe ve gösterişe aldanmadan, her bir insana aynı gözle bakmak, eşyayı taşımayı sırtında ve ruhunda yük görmek, başkalarıyla değil kendisiyle yarışa girmek ve geride nam değil mütevazi bir insanlık katkısı bırakmaktır. İnsanın problemidir kararsızlık. Bir türlü karar veremez ne olmak istediğine.
Değerler dünyasında bir yolculuğu çıkmak ister ama görsel iktidar ve görsel algıların ona atfettiği öneme aldanır ve yoldan çıkar. Halbuki gitmese de, gözü ve gönlü o yolculuktadır esasında. Budur insanın yaptıklarından mutsuz olmasının sebebi. Çünkü olmak istediği ile içinde bulunduğu hal birbirinden çok farklıdır. Ve bazıları yalıda, boğazda, plazada olsa da mutsuzluk sürgünündedir.
Faniliği bakiye müteveccih hale getirmektir insanlıktan maksat… O da kendini aşmakla başlar.
Burjuva ile sermaye arasında çağrışım var ama birebir ilişki yok.
Evet, sosyetenin elit olabilmesi için yaşam tarzları önerme ya da içinde kültürel formlarının oluşması lazım. Yani paralı kesimin aynı zamanda düşünceye de yönelmesi lazım.
Cumhuriyet öncesi saray çevresi ve İstanbul'da kent soylu bir yaşam tarzı ve sarayın dışındakilerde de elit bir yaşam tarzı var. Cumhuriyetle de Atatürk bu görevi aydınlara ve bürokratlara veriyor. Fakat onlar bu görevi taklit şeklinde algılıyorlar. Taklitle algıladıkları için, o formun içine kültürel bir şey koyamıyorlar, batı kültürünü tamamen taklit ediyorlar.
Atatürk'ü burjuva olarak tanımlamaktan çok bir asker olarak tanımlayabilirim. O batılı yaşam tarzlarının olduğu bir yerde yetişmiş. Giyim kuşamıyla çok şık bir adam. Öyle yaşam tarzları geliştirmiş ki, Anadolu'dan çıkan birisi o tarzları ortaya koyamazdı. Bence Atatürk burjuva ötesi bir adam.
Artık öyle birikmiş ve bilgileşmiş ki, topluma, insanlara, hayata üstten bakabilir. Burjuvanın bir de krema tabakası vardır, dünyayı bilir, hangi yaşam tarzının içinde olduğunu bilir. İkramı, ikramın inceliklerini bilir. Hoşgörülüdür, bireyseldir, mütevazıdir. Resim, edebiyat, tarih, sanat, müzik merakı vardır ve malumatın ötesinde derin bilgi taşır. Bir Avrupalı burjuvaya baktığınızda bütün bunların üzerinden aktığını görebilirsiniz. Onun parayla ilişkisinin azaldığını da görebilirisiniz.
Evet, para sahibi değil ama entelektüel bir burjuva…
Atatürk döneminde olan o bürokrat ve aydın kesim sosyeteden çıkınca arkadan paralı kesim geliyor. Bu Amerika'da da öyle ama Amerika onu çok tabakalaştırıyor, kapitalist bir toplum olduğu için daha örgütlü. Para daha ön plana geçerek sosyete oluşuyor. Bizde burjuvazi oluşmuyor ama burjuvazi gibi duran insanlar var, sınıfsal yapı değil bu.
Alt tabaka, orta tabaka, orta üst tabaka, üst tabaka ve paralı kesim şeklinde tasnif edebiliriz. Orta tabakayı Özal başlattı, AKP büyüttü. O mitinglerde bayrak sallayanların büyük bir kısmı yeni palazlanan orta tabakadır. Fakat AKP bunlarla gereken iletişimi kuramadı. AKP'nin bunlarla iletişim kurması lazım yoksa başka arayışlara giriyorlar.
Bunların ürettiği bir değer yoktur. Düşünün ki, TÜSİAD bir demokrasi raporu yayınlamak istedi, o sırada iktidardan ve askerden çekindiği için yapamadı. Demokrasi raporunu görmek istemeyen bir sermaye sınıfının nasıl bir düşünce tarzının olduğunu bilemiyorum. İktidarların suyunda oldular, farklı düşünceler üretmediler. Üniversiteleri, vakıfları, müzeleri beni çok ilgilendirmiyor. Çünkü sahici değiller, onlardan kişisel olarak yardım isteseniz sizi vakıflarına yönlendirirler. Kişisel olarak yardım etmek çok erdemli bir şeydir. Onların birebir yardım etme defterleri kapanmıştır. Bunlar ayrıca eğer kendilerine aykırı bir düşünce sahibi varsa onu yok ederler. Ben onların arasında da bir ortak değer olduğunu hiç görmedim.
O kadar. Şimdi AB peşindeler. Bunlar AKP'nin de gündeminde olan konular. Şimdi halk çocukları çevreden merkeze geldiler ve AB standartlarına imza atıyorlar. Bunlar batılı anlamda ne burjuvadır, ne sosyetedir, sadece sermaye sınıfı. Düğün yapıyorlar, düğünde iki medya patronu, iki sermaye sahibi, protokol masasını oluşturuyor. Bu ne biçim İstanbul protokolüdür?
Protokol oranın kültürel, yaşamsal, politik, entelektüel, sanatsal ağırlığını taşıyan insanların oluşturduğu bir şeydir. Ankara'da devlet protokolü vardır, İstanbul protokolü başka bir şeydir.
Atatürk devrimlerinin ilk döneminden sonra, sermayenin Anadolu kökenli iş adamlarının eline geçmesiyle kayboldu. Haksızlık etmeyeyim Vehbi Koç hiçbir zaman gidip İstanbul protokolünün ortasındaki bir masaya oturmadı. Sade bir adamdı ama ondan sonraki kuşaklar böyle yapmadılar ve iş gösteriye döküldü.
Devlet böyle bir politika güttü, kentli gruba burjuvazi olun dendi ama onlar bir kuşak sonra dağıldılar.
Aile olarak tanımlayamam. Tek tek insanları tanımlıyorum. Ali Koç, Fuat Süren, Nejat Eczacıbaşı… Onlar topluma kültürel olarak yaşam tarzları sunan insanlardır. Vehbi bey bu dönemde olsaydı iyi bir burjuva olurdu. Koç ailesinin bütünü için aynı şeyi söyleyemem. Sosyetede Yahudiler vardı, onlar sosyetenin içinden çıktılar. Jak Kamhi süper bir burjuvadır…
Bu sermaye sınıfı ya da eğreti burjuvazi nerede yaşarlar? Boğaz etrafında, İstanbul'un pahalı semtlerinde yaşıyorlar. Oralarda da özenti bir şekilde yaşıyorlar.
Çok farklı tablolar var. Tabi paraları olduğu için kendilerini güçlü hissediyorlar. Sadece paraya dayalı bir güç hissediyorlar. Biraz da şımarık oluyorlar…
Kalıcı korkuları yoktur… Onların, ne kadar daha iyi taklit ederim düşüncesi var.
Vücut estetiği konuşurlar, seyahat konuşurlar. Şimdi başı bağlı kesime kızma konusu var aralarında. Kolay bir konu fazla kültür gerektirmiyor…
Etkilemez onlar. İktidarı düzgün sivil toplum kuruluşları etkileyebilir. TÜSİAD'ın AB'nin arkasında olması iktidara destek gibi olabilir. Çünkü askeri bürokrasinin AB sürecini desteklediğini düşünmüyorum.
Sözde kaygılanırlar. Erkekler ilgileniyor gibi görünürler ama pek umurlarında değildir. Gazete ve dergilerin cemiyet hayatı sayfalarında boy göstermekten haz duyarlar. Orada bir yaşam tarzını taklit ederler. Orada değer ifade eden hiçbir mesaj yoktur, yan yana fotoğraf çektiriyorlar, taşıdıkları markalarla konuşulmak isterler. Bu yan yana gelişlerin çoğu sahici değil, dostluklar göstermeliktir. Sadece İstanbul'da eskiden kalmış birkaç kentli aile birlikte olmaya devam ediyordur.
Tabi yalnızlaşıyorlar, kolektif hayat bitiyor. Düşünün ki, büyük bir iş adamı battığında TÜSİAD hemen onu üyelikten atıyor. Zayıflayan oyundan düşüyor. Medya da bu işin içindedir, duayendir.
Az da olsa farklı olanları çıkıyor ama çoğu ben merkezli. İşte resim alıyor, müze açıyor fakat toplumsal bir katkısı yok. Sabancı gidiyor Picasso'yu getiriyor, diğeri gidiyor bilmem kimi getiriyor. Kim daha fazla batı kültürünü buraya getiriyor yarışı var. Anadolu'dan yediği yemekleri, giydiği kıyafetleri, aile sevgisini getirmiyor.
Bunlar büyük güçlere karşı tavır almazlar, ama ellerinin altındakine tavır alıyorlar. Birini susturmak gerekiyorsa basında susturuyorlar. Ben artık bunları da aklıyorum çünkü bilmiyorlar, bir sınıfsal çatışmadan çıkıp gelmemişler. Taklitle bir şey yapmaya çalışıyorlar, o da bu kadar oluyor.
Devletçi ve bürokratçılar aksini hiç düşünemiyorum. Bu çok tehlikeli. Bunlar sivilleşemiyorlar bir türlü, en küçük durumda askerlere, bürokratlara sığınmak istiyorlar. Halbuki arkasındaki sermayeyle en önce sivilleşecek olan bunlar ama hiç sivilleşme dertleri yok. Bizde aydınlar sivilleşmeye çalışıyorlar.
Böyle bir geliş var ama içinin dolduğunu söylemek zor. Derin değiller, daha çok popüler kültürle besleniyorlar. Bizde eğlence kültürünü de müzik tarzını da halk belirliyor. Kentliler hiçbir zaman Anadolu'dan gelenlere yemek öğretmediler, ama onlar yemekleriyle, müzikleriyle geldi. Kentliler onlara hiçbir şey sunamadılar. İşte burada eğretiliğin başladığını düşünüyorum. Kentlilerin kendi ürettiği geçmişten getirdiği hiçbir şeyleri yoktu. Hepsi batı taklitçiliğiydi, halk da onları beğenmedi benim değerlerim var dedi.
Çünkü yukarılar değer kaygısı taşımıyor. Burada yukarıdan aşağı inen bir ahlak yok. Yalnızca İslam kültürü etrafında gelişen bir ahlak var o da kentlere çoğu zaman yozlaştırılmış olarak taşınıyor. Anadolu'da mesela aile kültürü var, büyük aile çok önemli ama bu da kente taşındığında çekirdek aile olup yozlaşıyor. Çelimsiz bir duygusal yapı, apartman katına giriyor ve iki kişinin birbirini sürekli yıprattığı bir ortam. Büyük ailenin içinde duygusallık var, saygı var, sevgi var, dayanışma var. Tabi ki ahlak var, herkes birbirini kontrol ediyor. İki kişilik ailede kontrol yok. Erkek iş hayatında ilerliyor, evdeki kadını beğenmiyor, metres tutuyor. Evdeki kadın da çok parayı bulduğunda etrafa bakmaya başlar, kim ne giyiyor, ne yiyor… Biraz da tüketim toplumu insanlara yaşam tarzı öğretiyor. İşte bu yüzden burjuvanın hiç olmadığını hiçbir zaman da örnek ahlak oluşturmadığını düşünüyorum. Batıda moda yukarıdan aşağı iniyor. Bizde hiçbir şey yukarıdan aşağı inmiyor.
Yerleşik sermaye sahipleri var, sonradan gelenler var. Yerleşik sermaye sahipleri birbirlerinin içindeler. Sonra Anadolu'dan gelenler oldu. İlk gelenler uzlaştığı için biriktiler. Kendilerini batıcı yaptılar. Fakat sonra gelenlerin üstünden akıyor, bu tavır, davranış ve tercihlerine yansıyor. Bizim değerlerimize sahip çıkmak yerine ortada kalmışlık var, bir onu yapıyorlar bir bunu yapıyorlar. Bunların bir mutfak kültürü dahi yoktur. Batı kültürüne yakın dururlar ama o da üzerlerinde eğretidir. Anlamadıkları halde Mozart dinlerdiler, Türk müziğini küçümsediler uzun süre. Yabancı biri geldiğinde pop dinletiyorlar. Halbuki halk burada daha iyisini yapıyor, daha tutarlı, daha kimlikli.
Hayır, satın alınamaz ama paranız olduğu an sosyeteye girersiniz. Bizimkiler bu işi paraya indirgediler… Halil Bezmen iyi bir burjuvadır. Türkiye'nin en önemli resim koleksiyoncularından. Kendini o kadar geliştirmiş ki ikiden fazla elbise istemem, iki çift ayakkabı giyerim, evde fazla eşya beni rahatsız eder, ben okuyacağıma, yazacağıma bakarım diyor, bilgiye daha fazla yaklaşmak istiyor. Hayatını yazıyor, kendini eleştiriyor…