|

CHP'nin sorunu AK Parti gibi olup olmayacağıdır

Kemal Kılıçdaroğlu'nun CHP içinde neyi değiştireceği sorusunu apolitik bir soru olarak değerlendiren Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Hasan Bülent Kahraman; CHP'nin önündeki soruyu söyledi: “CHP, AK Parti olacak mı, olmayacak mı?”

Murat Aksoy
00:00 - 24/05/2010 Pazartesi
Güncelleme: 01:26 - 24/05/2010 Pazartesi
Yeni Şafak
CHP'nin sorunu AK Parti gibi olup olmayacağıdır
CHP'nin sorunu AK Parti gibi olup olmayacağıdır

Türkiye değişiyor mu? Türkiye'de siyasetin temel kurumsal ve kuramsal yapıları neler? Osmanlı'dan bugüne siyasal hayatımızda yaşadıklarımız bir süreklilik mi izliyor, yoksa kopuşlar var mı? Siyaset tarihimize dair bunun gibi pekçok soru sormak mümkün. Belki son iki haftadır CHP ekseninde yaşanan tartışmalar aslında bugüne bakarken bizi kaçınılmaz olarak geçmişe bakmaya itiyor. Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Hasan Bülent Kahraman. İlk cildi geçen yıl çıkan “Türk Siyasetinin Yapısal Analizi” dizisinin 1920-1960 dönemini kapsayan 2 kitabı bugünlerde yayınlandı. Kahraman ile, 1920-1960 dönemi yaşanan siyasal gelişmeleri ve CHP'de dün biten kurultayın bundan sonraki süreçte partiyi değiştirip değiştirmeyeceğini konuştuk.


Gerek ilk kitabınızda gerekse ikinci kitabınızda “modernleşme” kilit bir kavram. Neden?

1980 ve 1990'larda yapılan modernite tartışmalarının iki önemli yönü var. Bir tanesi modernleşmenin özgürleştirici bir boyutunun olması ki, bu Kantçı ve biraz da romantik bir modernleşme anlayışıdır. Yani Kant'ın tarifiyle bireyin kendi melekeleri dışında başka bir üst irade kabul etmeyecek şekilde olgunlaşmasıdır. İkincisi bu özgürleştirici öze karşı kurumsal ve devlet güdümünde veya bir siyasal elit öncülüğünde dayatılan modernleşme anlayışıdır. Aslında modernite tartışmalarında eleştirilen bu ikincisidir. Batı'da süren tartışma eski Doğu Bloku ülkelerinde sürdürülen toptancı modernleşmeydi. Batı'nın eleştirdiği bu olmuştur. Bu eleştiri modernleşmenin ilk vurgusuna yani özgürleştirici yönüne dikkat çekmiştir.

Habermas'ın dediği gibi bitmemiş bir proje mi modernleşme?

Evet. Bugün modernleşme tartışmasının anlamı şudur: Demokrasinin modernleşmesidir. Yani 1990'lardan itibaren çoğulcu, kimlik politikaları, tanıma politikaları, fark politikaları, feminist politikalar gibi eksenlerde gelişen yeni siyasal arayışlar bize bugünkü modernleşmenin demokratik bir zeminde ve demokrasi çerçevesinde olursa anlamlı olacağını gösteriyor. Demokrasiyle modernleşmenin buluşturulması yeniden Kantçı anlayışa dönmek anlamına gelir. Bu bakımdan Habermas haklı. Öznenin inşa edilmesi anlamında veya daha doğrusu öznenin daha özgürlükçü bir alanda kendisini inşa edecek mekanizmaların üretilmesi anlamında modernleşme hâlâ devam eden bir projedir.

SÜREKLİLİK İÇİNDE KOPUŞ

Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçiş bir süreklilik mi, kopuş mudur?

Birinci ciltte bunu açmaya çalıştım. Cumhuriyet'i anlamak için III. Selim'den beri devam eden Osmanlı modernleşmesini iyi tahlil etmek lazım. III. Selim modernleşme niyetidir, II. Mahmud askeri modernleşmenin başlamasıdır. II. Abdulhamid orta sınıfın ortaya çıkması ve yeni sosyolojilerin oluşmasıdır. Ve tabii Jön Türkler, İttihat ve Terakki pozitivist modernleşme hareketidir. Cumhuriyet'e bu sürecin sonunda geliyoruz. Buradan baktığımız zaman Cumhuriyet'in düğümlendiği, Cumhuriyet'in bağlandığı hareket hiç şüphesiz Jön Türk hareketidir. Jön Türk hareketi Yeni Osmanlılar'dan bile belirli biçimde ayrılır ama bu bir kopma değildir. Cumhuriyet'te ise hem süreklilik hem kopma vardır. Bunu “süreklilik içinde kopuş” diye nitelendirdim.

Cumhuriyet neden bu kadar önemli?

Cumhuriyet kavramı nereden çıktı? İslam düşüncesi içinde bir cumhur düşüncesi var Bernard Lewis'in analizlerinin gösterdiği şekilde millet kelimesinin doğuşu var. Namık Kemal millet kelimesini kullanıyor ama bunların Osmanlı bağlamında ne ifade ettiğini biliyoruz. Bunlar bir Cumhuriyet anlamı içermiyorlar. Cumhuriyet'in ortaya çıkması biraz da olayların itmesiyle hakikaten 1920'lerden sonra biçimlenmiştir. Bu tarihten önce bir Cumhuriyetçilik kavramı var ama Bolşevik anlamada, tehlikeli bir unsur olarak görülüyor. Bu tehlikeli unsurun kabulü Kurtuluş Savaşı kadrosunun kendi içinde bölünmesine yol açtı. Cumhuriyet'in kabulü ile egemenlik sorunu da çözülmüş oldu. Yani egemenlik milletindir dendiğinden itibaren bu tanrısal otoritenin artık yersel otorite haline gelmesi, seküler otorite haline gelmesi demektir. Bir başka nokta, İttihat ve Terakki döneminde sonradan Kemalist reformlar diye adlandırılacak olan reformlar hepsi vardı.

2. MECLİS'TEN İTİBEREN ELİTİZM OLUŞUYOR

Yani Cumhuriyet ile İT arasında süreklilik var…

Kılıçzade Hakkı “Pek uyanık bir uyku” adında İçtihat Dergisi'nde yayınladığı makalesinde bu reformların neler olduğunu yazdı. Mustafa Kemal, bunları kendisine esas kabul edip o yönde hareket etti. İT'ciler bunları düşündüler, ilk adımları attılar ama bu konularda onun akadar radikal olamadılar. Bu açıdan Cumhuriyet, süreklilik içerisinde bir kopuş halini ifade ediyor.

Birinci Meclis'in heterojen kimliği İkinci Meclis'te neden yok?

Ortada bir devrim var, bunu kabul etmek lazım. Yani Cumhuriyet'in ilanı ve saltanatın lağvedilmesi bir devrimdir. İşte ikinci Meclis'i oluşturanlar bu devrimleri destekleyen toplumsal sınıflardır. İkinci Meclis'in oluşumu bu bakımdan önemlidir. Yani devrimi destekleyecek kadrolara yönelen bir meclistir bu Meclis. İkincisi de şudur, Mustafa Kemal Birinci Meclis'te kendisine muhalefet eden çevreyi devre dışı bırakmış ve tek adamlığını ilan etmiştir. Benim buradaki tezim şu: 1. Meclis çok otantik bir Meclis'tir. Savaş içinde ortaya çıkmış, Meclis-i Mebusan'dan izler taşımaktadır. 2. Meclis devrimi destekleyen toplumsal sınıflara dayanır. Ama 3. ve 4. Meclis'ten itibaren yapı bütünüyle siyaset elitinin siyaset bürokrasisinin oluşturulmasına dayalı bir mantıkla biçimlenmiştir. Bunun en önemli göstergesi yaş ortalamasıdır. Birinci Meclis'te 40 olan yaş ortalaması 1945'lere geldiğiniz zaman 50 küsurlara tırmanmıştır. Bu artık Meclis'in yenileşmediğini genç kalmadığını, aynı insanların tekrar tekrar seçildiğini gösteriyor.

Yani modernleşme devletçi öze hizmet ediyor…

Evet. 1930'lardan itibaren Kemalizm kuramsallaşıp anayasaya giriyor. Bizim bugün tartıştığımız demokrasi-Cumhuriyet ikilemi Cumhuriyetçilik üstünden devam edilseydi demokrasiye daha rahat dönüşürdü. Fakat Kemalizm üstünden devam ettiği için aradaki bu ilişki kopartıldı. Biz Kemalizm üstünden gittik ve Kemalizm'i dinselleştirdik.

CUMHURİYET'İ RAHAT BIRAKALIM

Dinselleşen Kemalizm neydi?

Kemalizm bir siyasal rejimdi, siyaset kurucu bir unsur değildi. Kemalizm bir modernleşme projesiydi ve 19. yy'da ortaya çıkmış olan bir anlayış etrafında o siyasal modernleşmeyi gerçekleştirme çabasıydı. Dolayısıyla o model içinde siyaset barındırmıyordu. Öznenin siyasallaşmasına izin vermiyordu. O bakımdan Kemalizm bir modernleşme projesi olarak işlevseldir ama siyasal bir proje olarak büyük yetersizlikleri vardır. Çünkü siyaseti kabul etmez. Yani Takrir-i Sükûn Yasası'ndan sonra ve ikinci Meclis'ten sonra siyaseti tamamen devre dışına çıkartan bir hegemonik muhakeme ile bu iş devam etmiştir. O bakımdan din haline gelen, politik teoloji haline gelen Cumhuriyetçilik değil Kemalizm'dir. Burada Cumhuriyet'in yakasını bırakmamız gerekiyor. Cumhuriyet ontolojik olarak yanlış, eskimiş, yıpranmış bir kavram değildir. Türkiye'de Cumhuriyet'in demokratik özü eksikse bu Cumhuriyet kavramının kendi hatası değildir. Türkiye'deki siyasal modernleşmenin bir problemidir.

Çok partili hayata geçiş, siyasi bir iradeyle mi yoksa koşulların zorlaması mı?

Kemalizm politik muhalefeti kabul eden bir sistem değildir. Atatürk'ün yaşadığı Kemalist dönemde katiyen bir muhalefet arayışı yoktur. Demokrat Parti'nin kurulmasına gelince, bu da genelde çok kesin bir veridir, eğer Almanya savaşı kazansaydı Türkiye'de bir demokratikleşme girişimi olmayacaktı. Bu açıkça Batı'nın bizden talebiydi. Biz de bu talebi yerine getirdik. DP'nin kuruluşu budur. Bırakın 38'den 45'e kadar olan İnönü diktatoryası dönemini, 46'dan 50'ye kadar geçen dönemde bile sürdürülen diktatoryanın haddi hesabı yok. DP kurulmuş güya Türkiye demokrasiye geçecek o dönemde bile CHP diktatoryası Recep Peker eliyle ve diğer siyasal kadrolarla olmadık şeyleri yapmaktadır ülkede.

Toplumsal tabanı nedir DP'nin?

Burada ilginç bir tespit yapalım. Diğer faktörülerin yanısıra DP'nin başarısı İT'nin sağladığı bir başarı olarak görülmelidir. Atatürk döneminin, Cumhuriyet döneminin küstürdüğü İttihatçı kadrolar hızla DP ile bütünleşmiştir. DP içinde kim İT'ye yabancıydı? Onun önemli isimlerinden biri olan Celal Bayar mı? CHP'li olan Adnan Menderes mi? Türk Ocakları'ndan gelen Fuat Köprülü mü? Şunu unutmayalım CHP hiçbir zaman İT kadar büyük bir makine olamadı. İT Abdulhamid döneminin orta sınıfının yarattığı bir sosyolojiye uzanıyordu ve o yüzden de müthiş örgütlenmiş bir partiydi. Bu partinin bazı mekanizmaları sonradan CHP tarafından devralındıysa da hiçbir zaman CHP onun ölçüsünde kuvvetli olamadı. İşte o yapıyı DP başarıyla kullanmıştır. Bu da bize şunu gösteriyor: İT gene CHP'ye nazaran daha toplumsal sosyolojiyle bütünlemiş bir partiydi. Yani reel gerçek organik taban vardı.

DP DEMOKRAT OLAMADI

Peki DP demokratikleşme açısından başarılı oldu mu?

Katiyen olmadı. Gerçekçi olalım. İtiraf edelim. 50'ye gelinceye kadar 46'dan itibaren Türkiye'de demokratik ve muhalif bütün unsurlar DP'yi desteklemiştir. Kitapta uzun uzun anlattım. Zekeriya Sertel bile partiyi ben kurdum deme noktasına gelmiştir. Adnan Menderes basın toplantısında CHP'den farkınız ne denildiğinde; 2 parmak daha soldayız demişti. Ama 1950'den itibaren verdiği sözlerin hiçbirisini tutmamıştır. Demokratikleştirme çabası diye nitelendirilebilecek büyük bir girişimi olmamıştır DP'nin. Tam tersine DP benim aktif modernleştirme dediğim şekilde alt yapı reformları aracılığıyla gelir seviyesini artırarak, köylünün, tarımın dönüşümünü sağlayarak, taşra burjuvazisinin yavaş yavaş kentsel ve sanayi burjuvazisine dönüşüne imkân vererek toplumsal değişimi gerçekleştirmiştir. Onun dışında grev lokavt kanunlarının çıkarılması, basının özgürleştirilmesi bunlar çok ilginçtir, 1959 yılında CHP İlk Hedefler Beyannamesi'yle ortaya çıkmıştır. 1959'da yayınlanan İlk Hedefler Beyannamesi esas itibariyle 1961 Anayasası'nın belkemiğidir. Modern demokrasinin unsuru sayılabilecek hiçbir şeyi DP ne gündeme getirdi ne gerçekleştirdi. Bunları CHP talep etti. O yüzden DP demokratikleşme yönünde bir oluşum değildir. DP ekonomik ve sosyal yapının dönüşmesi yönünden önemli bir siyasal mekanizmadır.

Peki 1960 Darbesi neden oldu?

Bu aslında asker ve bürokrat elitin DP iktidarını kabul etmemesindedir. Bu çok açıktır. Çünkü daha 51 senesinde bir takım genç subaylar Etiler'deki lojmanlarında, bu iktidarla nasıl olacak diye konuşmaya başlamışlardır. Bu bir kan, zihniyet uyuşmazlığı meselesidir. Ezan ve kametin tekrar Arapça okunması, CHP bürokrasisinin tasfiyesi, CHP tek parti totaliter rejiminin veya pasif totaliter rejiminin kurumsal yapılarının ortadan kaldırılması yani halk evleri köy enstitülerinin kapatılması CHP'nin tarihsel müttefiki olan askerleri daha ilk günden harekete geçirmiştir. 58'den itibaren DP'in sürdürdüğü manasız anti-demokratik politikalar da buna imkan ve zemin hazırlamıştır. Olay budur.


CHP'de yeni dönem başladı. Dönüşme mümkün mü?

CHP bir dönüşme imkânı bulabilir. Yeni bir kadro ile birlikte umarımız ki CHP yeniden sol bir parti olduğunu hatırlar ve o yönde politikalar üretir.

Nasıl olabilir bu?

CHP'nin daha geniş bir tabana hitap etmesi CHP'nin sollaşmasıyla, solculaşmasıyla mümkündür. Kemalizm sol değildir. CHP bunu hatırlamalı. CHP modernleşmeyi demokratikleşme olarak anlamak zorundadır. İkincisi CHP, sollaşmak zorundadır.

Nasıl sollaşır CHP?

CHP'nin sollaşması, dar gelirli orta sınıfların, ezilmiş, dışlanmış kesimlerin partiyle bütünleştirilmesine bağlıdır. CHP demokratikleşme anlamında bünyesi dışına ittiği kavramları geri kazanmak ve sınıfsal temelde politika yapmak zorundadır. Bu şekilde hızla reel bir alternatif haline gelebilir ve geniş kitlelerle buluşabilir. Yeni yönetim aslında bir orta vadeli, bir geçiş dönemi çözümüdür. Kemal Kılıçdaroğlu toplumda kazandığı karizmayla göreve geldi. Ama partinin yapısı, tabanı, dokusu çok sorunludur. Baykal döneminde yıllar yılı bu partiye emek vermiş olan Türkiye'de sol siyasetin önemli bütün adları partinin dışında kalmıştır. O nedenle bugün partinin kadrosu yoktur. CHP, sadece Kemal Kılıçdaroğlu'nun kimliğiyle bir yere gidemez, yeni kadrolarla bütünleşmesi, ideolojik planda da kendisini yenilemesi gerekiyor. Yeni kadrolar bunları yaparsa, CHP, önemli ve güçlü bir siyasal aktör haline gelebilir.

Kılıçdaroğlu bunu yapabilir mi?

Kemal Kılıçdaroğlu CHP'yi sollaştırabilir. Solculaştırmanın ise artık mümkün olmadığı kanısındayım. Dünya solculara kapalı ama sola açık bir duruma gelmiştir. Aynı şey Türkiye için de geçerlidir. Unutmayalım ki, AK Parti'nin sekiz yıllık iktidarıyla karşı karşıyayız ve bu parti solun temel dayanağı olacak kitleleri manipule etmiştir. Bundan öteye yapması gerekenler bellidir. Paylaşım politikalarına ağırlık vermek. Ama orada büyük bir çelişki yaşanacağı muhakkak. Çünkü son on yılda Türkiye ekonomik büyümeye alıştı. AK Parti, kitleleri kente taşıyarak ve yerel yönetimlerdeki uygulamalarıyla onların yoksulluğunu örterek, gelecek umutlarını sürekli olarak ayakta tuttu. Dolayısıyla Kemal Bey eğer büyümeyi gözardı eden bir dağıtım politikasıyla giderse ve büyük kitlelerin sınıf atlama hayallerini kıran bir yol izlerse sollaşamaz. Bu bakımdan sollaşmak bugün her zamankinden daha zordur. Geriye daha güçlü bir sosyal güvenlik politikası oluşturmak kalır ki, kurultay konuşmasının ağırlığını da o oluşturuyordu. Kemal Bey'in önemi şimdilik oluşturduğu duyarlılıkta yatıyor. Kemal Bey liderliğin olağanlaşmasına, neredeyse sekülarizasyonuna dönük bir hamle yaptı. Baykal'ın tanrısal otoriter liderliğine karşılık sıradan, olağan insanın retoriğini kullanarak ve öyle birisi olarak kitlelerle daha ilk günden buluştu ki, bu, Erdoğan'ı da zorlayacak bir unsurdur. Recep Bey demekle siyaseti gündeliğin içine yerleştirme çabasını açıkça gösterdi. Önünde henüz çok uzun bir yol var. Bu belirttiğim hususlara değinemezse ortaya yeniden çok basit bir popülizm çıkacaktır ki, en kötüsü olur.


edir 1959'da yayınlanan İlk Hedefler Bayannamesi?

1950 sonrasında DP demokratikleşme konusunda adımlar atamayınca içinde Bülent Ecevit, Turhan Feyzioğlu, Doğan Avcıoğlu ve Coşkun Kırca'nın bulunduğu genç bir kuşak demokratikleşemeyi hedef alan bir rapor hazırladı. 2 dereceli parlamento getirelim, yargıyı bağımsızlaştıralım, AYM kuralım, basın özgürlüğü, grev ve lokavt hakkı verelim gibi öneriler vardı içinde. DP, alt yapıdaki değişim şehvetine kendisini kaptırarak bunlara gerek yok dedi.

Peki bu 1950 öncesi CHP'siyle bir farklılaşma çabası mıydı?

Çok önemli bir fark vardı. Bu fark bugünkü tartışmalara da bir an-lamada ışık tutabilir. Diktatoryal yapıdan gelen bir parti, 1958'den sonra değişelim, demokratikleşelim demeye başlıyor. Yani siyasal anlamda modernleşelim demeye başlıyor. Ve yeni bir kulvara giriyor. O kulvar 15 senede ürününü verdi. Bu tarihi 58'de başlatırsanız, önce 1973'te sonra 1977'de Ecevit'in, CHP'nin başarısı iste bu beyanname ile başlayan modernleşme/demokratikleşme sürecinin sonucudur.

Bu başarı birden bire çıkmadı yani… Nasıl yani?

CHP 1965'ten itibaren ortanın solu diyerek sınıfsal bir omurganın üzerine oturdu. Bu önce CHP'de tarihsel kişiliğin tasfiyesini getirdi. İsmet Paşa'nın 1972 kurultayını kaybetmesi. Ardından 58 hareketinin öncülerinden olan Bülent Ecevit'in parti genel başkanlığına gelmesi, sonra 73 seçimi başarısı, nihayet Türkiye'nin tek sınıfsal siyasi tartışmalarının yapıldığı 1977 başarısı. Yüzde 43-44 oy almış bir partidir CHP ve bu tamamen sınıfsal bir oydur. Bugün AK Parti'nin aldığı oyları, o gün CHP almıştır. CHP 1958'den itibaren toplumsal tabana oturmuş ve bu başarıyı yakalamıştır. Bu sol bir harekettir. O bakımdan 1923-1958 arası CHP ile 1958'den sonraki CHP kıyas edilemez. Bugün CHP'nin yaşadığı şanssızlık 1992'de yeniden açılan CHP'nin 1958'i değil, 1933'ü referans almasıdır. Bugünkü tartışmalar da odur. Kılıçdaroğlu eğer genel başkan olursa hangi CHP'yi referans alacak soru budur?

Dönüşebilir mi CHP?

Ben metodik Marksist biri olarak şunu söylerim: Bir siyasi harekete baktığım zaman bu ne doğuracaktan ziyade bunu ne doğurdu derim. Bana göre alt yapı, üst yapıyı belirler. Yani Kemal Kılıçdaroğlu liderliği CHP içinde neyi değiştirir sorusu bana göre anakronik ve apolitik bir sorudur. Bu aşamada soru şudur; CHP, AK Parti olacak mı olmayacak mı? 1977'de bu soruyu sormuyordum neden? 1977'de CHP, AP'nin yerini almıştı. Ben 1977'de CHP'deydim. Ezilmiş, yoksul, dar gelirli hayat arayan kesimler nerede ise ben oradaydım.

Kemal Kılıçdaroğlu'nun aday olmasını gerektirecek alt yapı değişiklikleri var mıydı?

Var. Kemal Kılıçdaroğlu'nu aday olmaya iten bir öz CHP'nin içinde var. Kemal Kılıçdaroğlu'nun adaylığının sınıfsal okumasını daha yapmadık. Kim, hangi unsurlar Kemal Kılıçdaroğlu'nu öne itti? Bu dar anlamda cemaatçi bir politikanın uzantısı mıdır geniş anlamda sınıfsal bir hareketin sonucu mudur? CHP'nin geleceğine karar verecek olan da bu sorudur. Yani Baykal dönemi ile ilgili hiçbir şey söylemiyorum gene tek adam diktatoryasına dayalı olarak cereyan etmiştir. Ne solla ne sosyal demokrasiyle partinin bir ilişkisi kalmıştır. İddiam şu: Türkiye Latin Amerika ülkeleri gibidir. Sınıfsal tepki vermekte çok mahir ve heveslidir. AK Parti'nin başarısı sınıfsal bir tepkidir. Bu 15 yıl içinde İstanbul'a gelmiş 7,5 milyon insanın hayat arayışının bir neticesidir, Anadolu'da yeşeren sermayenin meselesidir.

CHP'de böyle bir dönüşüm mümkün mü? Delegeleri, ideolojiyi Baykal'ın belirlediği CHP'de Kemal Kılıçdaroğlu veya başka bir li-derin bunu dönüştürmesi mümkün mü?

Hayır olamaz. CHP'de 1972 olayı bir gecenin içinde ortaya çıkmadı. 1958 var, 1961 Anayasası var, 1965 Ortanın Solu Hareketi var, 1968 öğrenci olayları var, sonra 1971'de 12 Mart Muhtırası'na karşı çıkış var. 1972 ondan sonra geliyor. Yani süreklilik izleyen ve yükselen bir CHP çizgisi var. Yoksa bir gecenin içinde yatalım kalkalım başımıza bir lider getirelim o da sihirli çubuğu dokundursun bu partiye.. Hayır. Baykal'ın partiye verdiği en büyük zarar partinin böyle bir dönüşüm üretme ka-pasitesini ortadan kaldırmasıdır. Onun için bu onunla olmaz. Ama bu bir başlangıç olabilir. Her şeye başlangıç diye bakmak da insani bir tepkidir.


14 yıl önce