Biz süreç odaklı çalışıyorduk. Daha çok psikolojik rehabilitasyon yapıyorduk ama devlet karar almayınca bir noktadan sonra ilerleyemiyorduk. Şu an devlet kararlı ama sahada psikolojik rehabilitasyon yok. Buna çok dikkat etmemiz gerek. Ortak harcın yenilenmesi ve gelecek tasarımının inşa edilmesi gerek.
Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında yaşayanların yaklaşık 900 yıllık birlikteliği var tarihten gelen ortak paylaşılan zaferler,acılar ve tutulan yaslar var. Bunların harcı halen bizi bir arada tutuyor. Fakat aynı zamanda geleceğimize ilişkin ortak ümitlerimiz, heyecanlarımız ve korkularımız da var. Yine son 10 yılda yaşanan süreçle birlikte bu harç yeniden karılma ve güçlenme aşamasında. Bu harcı ortak bir gelecek, farklılıklarımızla birlikte yaşamak ve devletten kaynaklanan hataları yeniden yaşamamak demek. Çözüm süreci ortak harca önemli bir destek. Ama yeterli değil. Bu harcı güçlendirmek sadece Diyarbakır, Ankara, İzmir, Mersin, Trabzon'dan geçmiyor. Erbil'den, Bosna'dan da geçiyor.
Türkiye, bir imparatorluk varisidir. Yeni dünyada Anadolu'nun güvenliği imparatorluk coğrafyasından bağımsız düşünülemez. Belgrad veya Erbil'in sorunu İstanbul'u etkileyecektir. Böyle düşünemezsek ayakta kalamayız. Türkiye Balkanlar ile Ortadoğu'yu, Belgrad ile Erbil'i dostluk köprüsüyle birleştirmelidir. Çözüm süreci biraz da budur. Türkiye çözümle birlikte bölgesel güç olma vasfını güçlendirecek. Türkiye bir geçiş döneminde. Ve bu geçiş dönemindeki türbülanstan bütünleşerek ve ortak rüyasını üreterek çıkmak durumundadır. Toplumsal düzlemdeki farklılıklar arasında eş düzeyli, eşit vatandaşlık bağının ortak gelecek tasavvuru ile üretilmesi çok çok önemli. Kısaca Türkiye'nin kendini 21. yüzyıl şartlarına göre revize etmesi lazım. Çözüm süreci Türkiye'nin 21. Yüzyıla adaptasyonudur.
Dünya özellikle ekonomik krizinden sonra yeni bir dönüşümün eşiğine geldi. Aslında bu krizin niteliği de Dünya da parayı üreten kurum ve sistemlerin işlevini yitirmesi ve yeni sistemin bir türlü inşa edilememesi. Bu aslında 2000'li yıllarda başladı. Artık dünyada tek bir hegemonik güç yok Bir tanesi Amerika'nın bölgesi, doların hâkim olduğu bölge. Diğer bölge Uzakdoğu (Pasifik ) yuan-yen ve AB euro zonu. Fakat Türkiye'nin içinde bulunduğu zon, boş bir zon. Eğer bu bölge bir otorite tarafından doldurulmazsa hem ekonomik hem siyasi açıdan bu bölgede büyük savaşlar, iç çatışmalar ve kaos potansiyelinin süreceğini düşünüyoruz.
Türkiye, Rusya, Ortadoğu, Kafkaslar ve Kuzey Afrika'nın olduğu bir zon burası. Ve merkez Türkiye. Eğer bu zonda hegemonik yapı oluşmazsa, bölgede iç çatışmalar ve istikrarsızlık sürecektir. Bu bölgede istikrarı sağlayan hep Anadolu merkezli yapılardır: Bizans'tan bu yana bu böyledir. İçinde olduğumuz dönemde bu bölgede bir ekonomik, siyasi örgütlenmeyi yapabilecek bir güç gerekiyor. Eğer gerçekleşebilirse bu bölgeyi AB örneğinde Almanya-Fransa örneğinde olduğu gibi, Türkiye konjonktürün desteğini alarak Rusya gibi ülkelerle koordinasyon liderliği yapabilir. İşte bu hegemonik dönüşüme paralel olarak da doların dünyada tek rezerv para olma şansı azalıyor. Yuan gibi Euro gibi alternatif para birimleri de rezerv para olacaktır. Tam bu noktada Anadolu merkezli bölge de direkt ticareti ve üretimi örgütleyen yeni güç merkezi yeni bir rezerv para önerisi ile ortaya çıkabilir. Bu projenin merkezi İstanbul'dur. Bizans'ta da öyleydi
Evet. Türkiye bundan önce bazı şeyleri inandığı için değil mecbur olduğu için yaptı. Ama artık bazı şeyleri mecbur olmadan inandığımız için yapıyoruz. Çözüm süreci bu. Eşit ilişki kurmak gerekiyor. Mesela biz Orta Asya'da başarısız olduk bazı açılardan. Çünkü bir ağabeylik pozisyonuna girdik. Kürtlere biz kardeşim deyince bozuluyorlar ama arkadaşım deyince daha iyi oluyor. Çözüm süreci eşit demokratik vatandaşlık inşasıdır.
Çünkü Kürt sorunun ve onun yol açtığı sorunlar, bölge dışına yeterince anlatılamadı. Akdeniz Bölgesi'nden yaptığımız temaslardan bu konuda emin oldum. Eğer Kürt sorunu Batı'ya, Anadolu'ye şiddet, şehit ve bölünme dışında anlatılamadıysa bunda sadece devletin, siyasetin, medyanın suçu yok. İğneyi biraz da kendimize batıralım; biz STK'ların, bu konuda yazan, çizen ve araştıranların da payı var. Üzgünüm bunu söylemekte çok ileri gitmek istemiyorum ama Kürt sorunu 30 yıldır sadece devlet için değil, siyasiler, STK'lar ve aydınlar için de bir tür geçim kapısı oldu. Kürt sorunu ile ilgili toplantılar bugüne kadar ya Diyarbakır'da ya İstanbul'da ya da Ankara'da yapıldı. Elbette başka illerde de yapılmıştır ama ağırlık bu üç ildedir.
Öyle düşünüyorum.Anadolu ve Batı'da Kürt sorunu yeterince bilinmedi. Son yıllarda Kürt sorunu daha çok kriminal olaylarla gündeme geldi. Oysa Kürt sorununun insani boyutları çok daha ağırdır. Batı Kürt sorununun ve sorunun yarattığı acıları bilmeyince, şehrine gelen Kürtleri, mesleğini alan, ucuz işgücü, komşu olmayı tercih etmeyeceği insanlar olarak gördü. Bunun aşılmasında bölgeler arasında işbirliğinin, kardeş şehir, kardeş belediye, kardeş STK projelerinin önemli işlevi olacaktır. Bence akil insanlar bu yolu açtı. Bizim görev süremiz sona eriyor ama bu sürecin devamı açısından bu tür ortaklık projeleri hayati önem taşıyor.
Kesinlikle. Bunun bizim bölgemizde gördük. Kadir İnanır ve Lale Mansur bazen 1 saatte anlatılacak şeyi kısa bir temasla, bir sözle, bir film repliği ile anlatabiliyorlar. Kimi insanlar 'Kadir İnanır bu süreci destekliyorsa benim korkum yok' diyor. Tabi birde onlar sayesinde süreç medyada daha fazla yer buluyor.
Akil insanların açtığı bu yolun 'süreç' olarak devam etmesi gerekiyor. Her ilde il konseyleri gibi o ilin akil insanları belirlenmeli, onlarla belli aralıklarla toplantılar yapılmalı ve koordine edilmeli. Yerel STK'lara önemli görevler düşüyor. Özellikle Batı'da be Doğu'daki STK'lar arasında güçlü diyalog ve işbirliği projeleri geliştirilmeli. Kardeş iller projesi başlatılabilir.
Alevi vatandaşlarımız Ortadoğu'daki gibi Türküz, Kürdüz veya Arabızdan ziyade Alevi denmeyi, kimlik Aleviliği tercih ediyor. Bölgede Alevileri üç gruba ayırmak gerekiyor. Arap Alevileri, Kürt Aleviler ve Türkmen Aleviler. Kürt Aleviler sürece sıcak bakıyor. Ancak Türkmen Aleviler-Tahtacılar ve Arap Aleviler kaygılı ve karşılar.
Türkmen ve Arap Alevi vatandaşlarımızın ofislerinde dikkatimizi çeken Mustafa Kemal'in kalpaklı resimleri ile Türk bayrakları oldu. Onlar Kemalist ve Laik kimliği önemsiyorlar ve bu kimliğin kendilerini koruyabileceğini düşünüyorlar. Arap Aleviler ise Ortadoğu'da Kürt-Sünni-Türk yapılanması ile dışlanacakları endişesini taşıyorlar. Onların kimlik, hak ve özgürlük konusundaki kaygıların onarılması lazım.
Aleviler bir kere tarihte yaşanan travmaları yani Maraş, Çorum ve Sivas benzeri olayları unutamıyorlar ve bunlar güven sarsmış. Acısı da bu travmalar onarılmış değil. Bu aşamada hükümet Aleviler konusunda güven verici adımlar atmalı. Söylemlere çok dikkat edilmeli.Alevilik ile Esed rejimi arasında kurulan bağı ben tehlikeli görüyorum.Ama maalesef Alevi vatandaşlarımızda bu algıyı yaygın gördüm. Onların başta Cemevi olmak üzere temel hak ve özgürlükleri konusunda adımlar atılmalı. Yeni bir Alevi açılımı başlatılmalı.
Malum bu bölge CHP, MHP ve AK Parti'nin iddialı olduğu emekli kentlilerin, Kürt göçmenlerin, Yörük Alevilerin (Tahtacı ) ve Sünnilerin yaşadığı, şehit oranının yüksek olduğu bir bölge. Biz temaslarımızı iki yönde geliştirdik. İlki spontane olan yani grubumuzdan bir-iki arkadaş alarak yaptığımız ziyaretler. İkincisi kapalı salon toplantıları. Biz özellikle toplumsal muhalefetin aktörlerini aramızda görmek istedik, onları dinlemek istedik ve bunları gittiğimiz illerde gerçekleştirdik. Bölgeyi temsil eden herkesle başka bir değişle bölgenin sosyal, sınıfsal ve etnik farklılık arz eden herkesle görüştük.
Malum, AK Parti henüz kentli beyaz yakalılar ve emekliler ve Alevileri henüz kendi politikalarına ikna edebilmiş değil. Maalesef süreç başında kısmen politize olduğundan bu ve bir kısım milliyetçi kesimler süreci AK Parti ön yargısıyla değerlendirebiliyorlar veya hükümetin politikalarına hesaplaşma zemini olarak görebiliyorlar. Ama en önemlisi şüphesi olan da, kuşkusu olan da şiddet bitsi, çocuklarımız ölmesin diyor.
Muhakkak, Bunun tabanda tartışılmasını kaygıların değersizleştirilmesini sağladılar. Toplantılardan önce salonlarda genellikle gerginlik ve öfke oluyor. Sonunda herkes birlikte resim çektiriyor ve kart alış verişleri başlıyor. Halk ne kadar kızarsa kızsın Hükümetin bu kadar aydın ve sanatçıyı kendi ayağına gönderilip fikir sormasından pozitif manada etkileniyor.
Tabi, üretim yapısının değişmesiyle, sosyal ve ekonomik statülerini kaybetmekten korkan yerel milliyetçi ve kentli emekli unsurlar belki buna beyaz yakalı sınıfları da dahil edebiliriz, Türkiye'nin kabuk değiştirmesinden bölgesel iddialarından bunları çağrıştıracak atılımlardan ürküyorlar. Toprağa bağlı ve maaşlı sabit gelirli unsurlar ise mevcut yapının devamını arzular. Değişimi zamanla tehdit olarak da görebilir. Ticaret kültürü olan girişimci sınıf bunlardan ürkmüyor destekliyor. Aslında sade vatandaş sağ duyulu ne yaparsan yap provoke olmuyor. Ancak sosyolojinin bir kuralı Avrupa'daki Türk veya Afrikalı göçmenler misali; vasıfsız göçmen işçiler her zaman sosyal dengeyi bozuyor mevcut işgücü pastasını paylaşım gerginliğini yaratıyor. Mersin, Adana ve Hatay gibi illerimizdeki Arap Alevi vatandaşlarımız bu sürecin Sünni Türk-Kürt işbirliği ve Ortadoğu'ya yansıyacağı kaygısını taşıyorlar.
Maalesef onlarda önümüzdeki yerel seçimlerden doğal beklentileri var. Genel merkezleri tarafından tekrar aday olabilmek ya da görevden alınmamak için daha hassas olduklarının hissettik. Mesela Isparta (MHP) ve Antalya (CHP) Belediye Başkanları biz bu illere gitmeden önce geleceğimizden memnun olacaklarını bildirdiler. Ama o illere gittiğimizde kendilerine şehirdışı görev çıkarmışlar. Görüşemedik. Ben bunun partilerin genel merkezlerinden gelen bir görevlendirme olduğunu düşünüyorum. Ya da bizle en üst düzeyde muhatap almamak için olabilir.
Bu seçim tarihinde çözümün sonuçlarına bağlı olarak değişir böyle giderse kızanlar bile sonuçlara bakacak tabi ki. Sonuç çözümden yana olan partilerin lehine yansıyacak.