İlter Türkmen bugün 81 yaşında. 12 Eylül döneminin Dışişleri Bakanı, diplomat. Babası Behçet Türkmen asker ve bir dönem MİT'in başında bulunmuş. Kendisi gibi dışişleri bakanlığında görevli kardeşi Güner, Adnan Menderes'in Londra'da düşen uçağında genç yaşta vefat etmiş… 12 Eylül darbesinde askerler sabah evinden alıp bakanlığa götürmüş ve teşkilatına sahip çık demişler. Daha sonra BM'ye diplomat olarak atanmış… Gün gelmiş emekli olmuş. Türkmen geçen ay on yıldır yazdığı Hürriyet'teki köşesini bıraktı. Türkmen, Encümen-i Daniş toplantıları ile yeniden gündeme geldi. Geçen hafta ise Bilgi Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi'nin hazırladığı "Türkiye'nin bugünü ve yarını" konulu rapora imza atanlar arasında yer aldı. Raporda en dikkat çekici bölüm Kürt sorununa yaklaşım…
Türkiye'nin bugününün fotoğrafını çekip, yarınki yönelişlerine ışık tutmak istedik.
Hayır. Taslak metni ben yazdım, çalışma gurubu üzerinde tartıştı ve ortak bir vizyonda uzlaştık.
Bence ikisi arasında fark yok. Çatlak sesler çıkmadı, herkes makul yaklaştı. Türkiye her bakımdan süratli bir devrim içinde fakat devlet-birey ilişkileri, kurumsal dengeler, demokratik sistem henüz tam anlamı ile oturmuş sayılmaz. Olumlu ve olumsuz şeyler birbirini etkiliyor.
Ekonomi ve sosyal alanda dünyaya açıldı. Küresel krize rağmen güçlü ekonomimiz var. Özel sektör küreselleşmeyle uyum içinde bir dinamizm yakaladı. Jeopolitiğini iyi idare etti, soğuk savaş sonrası ortaya çıkan problemlerle iy baş etti. Türkiye'nin rolü daha iyi anlaşıldı. AB konusunda ciddi mesafeler alındı. Irak politikası olumludur. Ortadoğu politikası da genellikle başarılıdır.
Toplumun tamamını kapsayan bir değişim dinamizmi ve eğilimi var, fakat bu dinamizm gerektiği gibi hayata geçirilemiyor. AB'ye katılım süreci yeni bir ivme kazanırsa, iç dinamikler modernleşme çabalarının önünü açabilir.
Kıbrıs içte ve dışta her şeyi bloke etti. Kıbrıs sorununu, Güney Kıbrıs AB'ye üye olmadan çözme imkanı vardı, iyi değerlendirilemedi. Limanlar meselesine daha farklı bakılabilir, limanlar açılabilirdi. AB içinde iki devlet olacaktı ama fırsatı kullanamadık. Bugün AB yolunda Kıbrıs sorunu yüzünden 9 başlık müzakere dışında tutuluyor.
Sayın Cumhurbaşkanımız Gül, Dışişleri Bakanı'ydı, dedi ki, "Daha fazla tecrübemiz olsaydı kaçırmazdık." Üzerlerinde büyük baskı vardı. Denktaş ikna olmadı, içeride kurumsal direniş vardı, Baykal ve Bahçeli, “Kıbrıs'ı satıyorlar” diye kıyameti koparıyorlardı…
Çözümsüzlük bir gün biter ama Kıbrıs bu haliyle gündemi biraz daha işgal eder.
Olumlu pek çok gelişmeye rağmen, toplumda gittikçe artan hoşgörüsüzlük, şiddet eğilimi ve şovenizm, ırkçı veya dinci milliyetçilik endişe vericidir. Basının olayları körüklemesi endişe vericidir. Yeni bir anayasa ihtiyacı kaçınılmazdır. Mevcut anayasayla sorunları çözemeyiz. Fakat anayasanın nasıl yapılacağı konusunda oluşmuş konsensüs yok.
Hem direnç var, hem de AKP değiştirirse laiklik zayıflar diyenler var…
Anayasa taslağında bence de laiklikle ilgili bir sorun yoktu ama öyle yorumladılar. Değişim karşısında ideolojik direnç var. 82 anayasasındaki sistem, seçimle iş başına gelen hükümeti kontrol etme sistemidir. Bu değişmeli ama mevcut yapıyı sürdürmek istemeyenler var. Türkiye'de çok kuvvetli bir jakobenizm var.
Tam olarak öyle diyemem. Anayasa Mahkemesi'nin her tutumunun arkasında askerlerin olduğu doğru değil. Anayasa Mahkemesi ciddi hatalar yaptı, çok yanlış kararlar aldı. Mesela 367'yi kimse izah edemez. Türban davasındaki kararı da hatalıdır. Anayasa Mahkemesi'nin birinci görevi, kanunların Anayasa'ya uygun olup olmadığını incelemektir, Anayasa değişikliklerinin Anayasaya uygun olup olmadığını incelemek değildir. CHP her konuyu kilitliyor, Anayasa Mahkemesi'ne götürüyor.
Bu da ciddi bir sorun. Anayasa Mahkemesi asla parlamentonun yerine geçemez. Bugün anayasa konusunda çok ciddî bir hukukî ve politik kilitlenme içindeyiz.
CHP'deki o jakoben zihniyet değişmez. CHP'nin ne yaptığı belli değil. İktidar ağzıyla kuş tutsa yine kötü. CHP demokrasiyi özümsemiş bir parti değil.
Doğru. Zaten tuhaf bir sistemimiz var. Yargıtay Başsavcısı iktidar partisi kapatılsın diye dava açabiliyor. Böyle bir şey olur mu? Marjinal partiler kapatılır. O da ancak Avrupa Konseyi'nin tespit ettiği kıstaslara uygun olarak.
Sistem kötü. Anayasa'yı değiştirmek lazım ama artık değişmez. Yani Anayasa Mahkemesi'nin muhalefeti ile karşılaşmayan bir anayasa nasıl ortaya çıkar onu bilemiyorum. Bu çözümsüzlük ortamında önerimiz TBMM'nin kurucu meclisi gündemine almasıdır. Bu bir yöntem önerisi. TBMM, kurucu meclis kararı alır, üyelerini tespit eder, taslak hazırlanır ve halk oylaması yapılır. Yani işin sahibi yine TBMM'dir…
Cumhuriyetin en büyük başarısızlığı Kürt meselesidir. Türkiye milli enerjisinin büyük bir kısmını bu yolda israf etmektedir. Türkiye, Kürt sorununun çözümlenmesini sağlayacak bir politika üretmekte daha fazla gecikemez.
Başından itibaren teşhisi yanlış koydu. Asimilasyonla hallederiz dediler ama olmadı. Meseleyi terör meselesi olarak gördü. Ekonomik, sosyal, kültürel, kimlik boyutunu göremedi. İhmallerle olayı bu dereceye getirdi. Kürt partilerini teker teker kapattık, ne işe yaradı!..
Siyasetini iyi bulmuyorum ama mevcudiyetini iyi buluyorum. DTP'nin mevcudiyeti PKK'nın meşruiyetini azaltıyor. DTP'nin kapatılmasının faydası yok. Kürt partileri daha önce de kapatıldı, ne oldu? Hepsi Avrupa'da kahraman oldular. Şimdi ise AB onlardan mütemadiyen PKK ile aralarına mesafe koymalarını istiyor. Önümüze çıkan fırsatları itiyoruz.
Abdullah Öcalan'ın 1999 yılından yakalanmasından 2005 senesine kadar bir sükunet dönemi vardı. Bu iyi değerlendirilemedi, halbuki atılacak adımlarla bu sorun rahatlıkla çözüm yoluna girebilirdi. Dış desteklerin PKK terörünün gelişmesinde ve devamında rolü vardır, fakat problemin ana kaynağı Türkiye'nin içindedir. Dış destek sona erse ve Kuzey Irak'tan sızmalar tamamen önlense bile iş bitmeyebilir. Bugünkü durum Kürt kökenlerinin etnik ve kültürel kimliklerinin her zamandan daha çok bilincine varmaları nedeniyle eskisine oranda çok daha karmaşıktır.
Eski asimilasyon politikasının işe yaramadığı görüldü. Bir entegrasyon politikası üretmek ve vakit geçirmeden uygulamak lazım. Kürt kimliğini tanımak, PKK ile bağlantısına rağmen DTP'yi kapatmamak, Kürt lisanı üzerindeki bütün sınırlamaları kaldırmak, Kürtçe yayın yapan radyo ve televizyonlara müsaade etmek, okullarda seçmeli Kürtçe dersleri vermek, üniversite bünyesinde Kürdoloji Enstitüsü açmak... Belediye başkanı Kürtçe bir davetiye bastırmış, derhal tepki gösteriliyor. Bunların üzerinde durmamak lazım. Bugünkü yaklaşım ve vizyonumuzda büyük değişiklik yapmak gerekir.
Onlar gayri ciddi işlerdi. AB yolu Diyarbakır'dan geçer diyenler ne yaptı, hiçbir şey. Demirel, Kürt meselesini tanıyorum dedi, arkası gelmedi. Kabul edelim ki, Kürt sorununu en ciddiye alan lider Erdoğan'dır.
Kürt sorununa el atmak, sorunun bu halde devam etmesinin Türkiye'ye zarar vereceğini bilmekle ilgili. Cesareti aşan bir akılcılık. Kürt halkı çift kültürlü olacak, bunu kabul etmemiz lazım…
Süreç ama kendi haline bırakmamak, yardım etmek, hızlandırmak lazım. İşin bir de Kuzey Irak boyutu var. İkisi birbirini etkiliyor.
O soruyu ben de kendime soruyorum. Yunanistan açtı, biz ne bekliyoruz. Kürt devletini tanıma gibi algılanır korkumuz var ama bu yersiz.
Keşke alsa… Bölgedeki sorunun odak noktası. Diyarbakır'da AKP'nin kazanması DTP için, PKK için büyük darbe olur.
Dış işleri bakanlığının müsteşarıydım. Askerler sabah 8'de gelip gelip beni aldılar; 'Bakanlığa gidiyoruz, bakanlığına hakim ol' dediler. Sokağa çıkma yasağı olmasına rağmen herkes sokaklardaydı, darbeyi iyi karşıladılar. Bana o gün görev verdiler, yabancı büyük elçileri çağırdım, durumu anlattım, demokrasiye çabuk dönülecek dedim.
Avrupa Konseyi'nde çok zorlandım, üyeliğimizin askıya alınması bile istendi. Fakat Yunanistan'ın başına gelen bizim başımıza gelmedi, çünkü darbe sonrasında Yunanistan dışındaki Yunanlılar aleyhte çok çalıştılar, bizim vatandaşlarımız ise bunu yapmadılar.
Türkiye bir sivil savaşın içindeydi, darbe olmasaydı akan kanı durdurmanın imkanı yoktu. Bu hükümet bir an önce demokrasiye dönecektir…
O zaman herkes öyle görüyordu…
28 Şubat olmalıydı, 27 Nisan kesinlikle hayır…
Hayır, zaten artık darbe olamaz…
81.
Çoktu fakat şimdi neredeyse tamamından çekildim, üç dört tane kaldı. Encümen-i Daniş, Bilgesam, Ortadoğu ve Balkanlar İncelemeleri Vakfı var…
Şaka gibi. Encümen-i Daniş'te bir şey yok ki… Eski genelkurmay başkanları var, bakanlar, büyükelçiler, akademisyenler var… 15 günde bir toplanıyoruz, iki saat konuşuyoruz. Belli bir gündemi yok, sohbet şeklinde konuşuyoruz. Çok istifadeli oluyor. Askerlerin anlattıkları şeyler daha fazla ilgi çekiyor.
Operasyonları falan anlatıyorlar.
Kıbrıs'ı da Kuzey Irak'ı da konuşuyoruz… Toplantılarda bazı günlük meseleler de değerlendiriliyor.
Sekiz sene oldu… Bir mani olmadığında giderim…
Hayır…
Evet…
Hayır. Encümen-i Daniş'te gizli, karışık işler yok…
Bizim için bunlar sevimli toplantılar… Kağıt falan üretmiyoruz.
Hayır efendim, rapor falan gittiği yok. Üç sene önce sadece bir tane mektup gitmiş… O raporu da ben hatırlamıyorum, galiba o toplantıda yoktum…
Ergenekon'a nasıl bakıyorsunuz? İçlerinde emekli bazı subayların da olduğu bir gurup orduyu darbeye tahrik etmek için bir şeyler yapıyorlar.
Yapamaz, istese de yapamaz, çok zor. Türkiye eski Türkiye değil, dünya da eski dünya değil. Bugünkü koşullar hiçbir şekilde bir darbe teşebbüsüne müsait değil.
Suç sabit değil ama bir grup şu veya bu şekilde bir darbe tahrikine çalışıyor. Bunların güçleri yok, sağ sola bomba koyarlar, ortalığı karıştırmak isterler. Çünkü AKP iktidarını Türkiye için fevkalade tehlikeli görüyorlar.
Karşı değil ama bazı tereddütleri var… Mesela Kıbrıs meselesinde aldıkları bir pozisyon var. AB için Kıbrıs'ta taviz verilemez diyorlar.
Hayır. Onlar en ufak şeyi kavi olarak gördüler. Annan Planı'nı da öyle… Bir de tabii AB'nin politik sistemi içinde sivil-asker ilişkileri farklı. Asker, sivil otoritenin direkt emri altına girmek istemiyor gibi… NATO'da milli vavunma bakanları toplandığı zaman genelkurmay başkanları hep arkalarında durur. Bizde o toplantıya savunma bakanı ve genelkurmay başkanı gelmez, ikinci başkan gelir…
Evet, ama bütün dünyada tersidir. NATO'dan biliyorum toplantılarda askerler “sivil patronlarımız” diye konuşurlar.
Doğru olan Milli Savunma Bakanlığı'na bağlı olmasıdır ama bizde başbakana bağlı, bunun da bir takım tarihi sebepleri var.
Atatürk zamanında Genelkurmay Başkanı'nın ayrı bir önemi vardı. 1950'lerden sonra Milli Savunma Bakanı'na bağlandı. Menderes hükümeti, askerleri protokolde çok gerilere attı, haşin davrandı ve askerlerde tepki oluştu. Emekli bir albayı Milli Savunma Bakanı yaptılar. Bunun bedelini maalesef 27 Mayıs'la ödediler. Genelkurmay Başkanlığı tekrar başbakana bağlandı. Asker bir daha o duruma düşmek istemez…
Ordu ile siyaset arasındaki meseleyi acele etmeden hazmederek çözmek lazım, kolay değil. Asker sivil ilişkilerinin daha rahat bir ortam içinde gelişmesi lazım. Bu coğrafyada hem güçlü bir orduya, hem de güçlü bir siyasi yapayı ihtiyaç var.
Gayet iyi. Yeni Genelkurmay Başkanı çok gerçekçi davrandı ve bu noktaya gelindi…
Hayır, galiba Onur Öymen'e kızdı da öyle söyledi, halbuki Onur en az monşer olanlardan…
Cevap vermeliydi ama tarzını diplomatik olarak doğru bulmadım. Başbakan'ın tavrı dış dünyada Türkiye'ye karşı önemli bir tepki doğurmadı. İsrail de temkinli yaklaştı.
Geldi… İçeride büyük desteği var. Yüzde 47, dışarıda da onu güçlü hale getiriyor…
MİT eskiden olduğundan çok fazla büyütülüyordu. Bugün ise, imkanları, personeli hakim olduğu teknoloji ile MİT çok büyük bir teşkilat. Artık MİT manzaralı dairelere pirim yapıyormuş.
Bilemem ama dünyada bütün istihbarat teşkilatlarının çok yanlış şeyler yaptıkları ortada. Mesela CIA Irak konusunda Amerika'yı büyük bir hatanın içine sürükledi.
Hata vardır ama bu çapta olmadı. Biz Dışişlerindeyken MİT'ten gelen bilgilere alıyorduk ama bizimde çalışmalarımız vardı ona göre karar veriyorduk. Sadece MİT raporu ile hareket edilmez.
Evet, 17 Şubat 1959'da uçak düştü. Haberi duyduğumda görev için yurtdışındaydım. Çok acı bir olay…