|

Daha popülist bir CHP göreceğiz

Etyen Mahçupyan, şu ana kadar ortada CHP'nin yenilendiğine dair bir işaret yok. Sadece daha popülizan ve daha opartizan bir CHP söylemi var diyor. Mahçupyan bu durumu; “Türkiye'nin temel meselelerinin hiçbirine çözüm önerisi sunmadan, aktör olma hali” olarak ifade ediyor.

Murat Aksoy
00:00 - 20/12/2010 Pazartesi
Güncelleme: 00:18 - 20/12/2010 Pazartesi
Yeni Şafak
Daha popülist bir CHP göreceğiz
Daha popülist bir CHP göreceğiz
Cumartesi günü CHP'de olağanüstü kurultay gerçekleşti. Kemal Kılıçdaroğlu bu kurultaydan güven tazeleyerek çıktı. Konuşması sınıfı geçemedi ama yaptığı blok liste konusundaki iradesi ile sınıfı geçti. Kurultayda ortaya çıkan tablo CHP'de değişimin çok zor olduğu yönünde. Çünkü "Yeni CHP"'yi gelecek tasavvuru üzerine değil, geçmişin "asrı saadet" dönemi üzerine inşa etme yoluna gittiler. Yine de şansları var. Çünkü sayısal olarak aldıkları her oy, en kötü koşullarda onların 'ana muhalafet' partisi konumunu korumasıyla sonuçlanacak.

Peki şu soruları düşündünüz mü hiç. Altı ay içinde yıkılmaz denilen iki kaleyi birden yıktı Kılıçdaroğlu. Hem Deniz Baykal hem de Önder Sav kalesini yıktı. Olağanüstü kurultayda Baykal ve Sav salonda Sabih Kanadoğlu, ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan kadar bile alkış alamadılar. Baykal ve Sav'a yakın olanlardan yeni PM'ye bir elin parmaklarından azı girebildi. Peki bu kadar süre içinde nasıl olabildi bu kadar çok şey?

Etyen Mahçupyan son bir aydır Zaman Gazetesi'ndeki köşesinde "Yeni CHP"nin bir proje olduğunu yazıyor. Yeni CHP'nin izleyeceği siyasi stratejinin ipuçlarını veriyor. Bu projenin medya ayağından, hatta bu proje için yeniden şekillendirilen bir gazeteden bahsediyor. Son altı aydır yaşananlara, kurultayda ortaya çıkan manzara ve PM listesine baktığımızda Mahçupyan'ın tezlerinin yabana atılmayacağını görüyorsunuz.

Bu hafta Söyleşi-Yorum'da Etyen Mahçupyan'la bunları konuştuk. Mahçupyan, projenin köşe taşlarını ortaya koyuyor ve CHP'nin önümüzdeki dönemdeki siyasetinin adını koyuyor; "Mış gibi yapma" siyaseti.



Siz bir süredir yeni CHP'den bir proje olarak bahsediyorsunuz ve bu bir ayağının da medya olduğunu söylüyorsunuz. Kurultayda bunu test edebildiniz mi?

Kurultay bu açıdan birkaç imkân sundu. Birincisi kurultaya giden süreçte Kılıçdaroğlu'nun adım adım liderliğe taşınmasıydı. Medya bu açıdan önemli bir işlev gördü, çünkü Sav ve Baykal'ı güçlerinin çok ötesinde göstererek, Kılıçdaroğlu'nun liderliğini tahkim etmesinin anlamını büyüttü. İki eski siyasetçinin tasfiyesi böylece 'Yeni' CHP'nin de kanıtı gibi kullanıldı. Kurultayda seçilen PM ise yüzde 20'lik katı Kemalist çekirdeği daha yumuşak bir zemine taşımanın araçlarından biriydi ve bunun da büyük ölçüde gerçekleştiğini görüyoruz. Tabii şimdi medyaya yeniden rol düşüyor. PM'nin bazı yeni isimlerinin CHP'nin dönüşümü açısından ne denli sembolik olduğunu okuyacağız muhtemelen. Öte yandan bütün bunlar olurken, CHP'yi ve toplumu demokratikleştirmesi beklenen liderin hâlâ popülizan bir söyleme tıkılıp kalması ve temel meseleleri teğet geçmesi de, olayın bir ideolojik değişim olmadığını, anti-AK Parti hissiyatını kullanmaya teşne bir oportünist hamle olmakla kalacağını akla getiriyor, ki bu da 'proje'nin kendisi zaten.

CHP'de değişen bir şey yoksa neden bu kadar çok konuşuyoruz?

Bütün bu heyecanın altında çok somut bir şey var, gerçekten de yeni bir CHP'ye ihtiyaç var. Ve bu ihtiyacı herkes görüyor. CHP'ye karşı olanlar, hiçbir zaman oy vermemiş olanlar, hatta AK Partililer bile iyi bir şeye dönüşmesini istiyorlar CHP'nin.

AK Partililer neden istiyor yeni CHP'yi?

Çünkü eğer Türkiye'de demokratikleşme yolunda gidilecekse, bir barış ortamı yaratılacaksa, sorunlar çözülecekse bu sürekli engellenen bir iktidarla olamaz. Bütün bunları yapabilmek için muhalefetin de asgari desteğini alması lazım. Eğer olabilirse bu yeni CHP, Türkiye'nin demokratikleşmesinde AK Parti'nin yardımcısı olur.

Peki hiç mi mümkün değil yenilenme?

Şu ana kadar CHP'ye ilişkin var olan sadece bir 'istek'. Bu mümkün mü? Tabii ki, mümkün. Sonuçta herkesin her yöne değişebildiği bir dünyada yaşıyoruz. CHP'nin de demokratlaşması, demokratik reformları desteklemesi mümkün. Ancak her yöne değişebilmenin mümkün olduğu bu dünyada, CHP'nin ne yöne değişeceğini ise CHP'ye bakarak anlayabiliriz. Baktığımız zaman, şu ana kadarki bütün belirtiler daha demokratik bir CHP'den ziyade, daha popülüzan ve daha oportüzan bir CHP'yi ima ediyor. Bu iyi bir haber değil.

POPÜLİZAN VE OPORTÜZAN CHP

Ne demek 'daha popülizan', 'daha oportüzan' CHP?

Popülüzan dediğimiz zaman toplumun duymak istediği şeyleri söyleyerek, yüzeysel bir söylemle bir çekim merkezi olma halini kastediyorum. Yani Kürt sorunu, Alevi sorunu hakkında çözüm değil, daha yüzeysel söylemi sahiplenmek. Kısaca Türkiye'nin temel meselelerinin hiçbirinde hiçbir çözüm önerisi sunmadan, aktör olduğunuz bir söylem. Bu aynı zamanda oportünist bir pozisyondur. Çünkü sorunlar hakkında hiç birşey söylemeden, çok şey söylüyormuş gibi siyaset yapma halidir. Yeni CHP, söylemi böyle bir şey. Sırf bu popülüzan söylemle yenilikten bahsetmek mümkün değil. Yeni CHP'den bahsederken; otoriter zihniyet ve Kemalizm'le arasına mesafe koyan bir CHP'den bahsedebiliyor muyuz? Hayır. O halde yeni olan ne? Bir de kadro meselesi var.

Yani…

Yeni CHP üretmek istiyorsanız buna uygun kadro ile gelmeniz lazım. Kadronun tercihi zaten hangi ideolojide olabileceğinizi söyler. Şu anda herkesin tanıdığı bir genel sekreteri var. Bu genel sekreterin ideolojisini biliyor ve tanıyoruz. Kendisinin aldığı tutumları biliyoruz. Bu insanın hangi süreçle ve hangi hızla o noktaya geldiğini görüyoruz. Bütün bunlar yaratılmak istenen 'yeni' denen şeyin çok da halisane bir demokrasi taraftarlığı olmayıp aslında şu andaki konjonktürden ve AK Parti karşıtlığından yararlanan bir tutum olduğunu ortaya koyuyor. CHP'nin demokratlaşmasını isteyenler olabilir bunun mümkün olduğunu da teslim etmek gerek fakat siyasi analiz somut olaya bakmayı gerektirir. Buna baktığımız zaman da maalesef öyle bir belirti yok.

YUMUŞAK KEMALİZM DÖNEMİ

İzleyeceği strateji nedir, ifade ettiğiniz gibi Kemalizm'in yumuşatılması mıdır?

Gördüğüm kadarıyla izlenecek strateji Kemalizm'in katı önermelerini korumak ama sınırlarını daraltmaktır. Böylece daha dar ve daha önemsenen bir alanda klasik Kemalizm'in taşıyıcılığını yapmak mümkün olacak, ama aynı anda da söz konusu sınırların ötesinde daha 'yumuşak' bir Kemalizm'e kayarak seçmen zemini genişletilmek istenecektir.

Oluşan yeni yönetim "yeni CHP"ye uygun mu?

Bu sorunun yanıtı nasıl bir değişimin amaçlandığıyla bağlantılı. CHP'nin kendi hayal ettiği değişimi yaptığını kabul etmemiz gerek. Çünkü Kılıçdaroğlu'nun elini tutan hiçbir şey yoktu. Devletin makbul saydığı, kendi seçmeni tarafından ilericiliğin temsilcisi olarak görülen ve umut bağlanan yeni bir lider etrafında kenetlenen bir parti. Eğer bir değişim isteniyorsa, bunun parti meclisine yansımasını engelleyen hiçbir güç olmadığı gibi, büyük bir destek de var. Dolayısıyla şu anki CHP'nin tam da istenen CHP olduğunu söylemek lazım. Yani gelinen nokta CHP değişiminin sınırını da ortaya koyuyor. Buradan demokrat zihniyete adım atan bir partinin çıkmayacağını öngörmek ise hiç de zor değil.


Laik kesim kendisiyle yüzleşmeye başlamalı


CHP nerede hata yaptı, neyi başaramadılar?

Bir, bu değişimi beklemiyorlardı, iki anlamadılar, üç sevmediler. Beklemiyorlardı çünkü dünyanın nereye gittiğini tahayyül etmekten acizdiler. Özellikle son 10-15 senede yaşananların hiç farkına varamadılar. İkincisi gördüklerini anlamadılar ve gördüklerini irtica zannettiler. Bugün anladılar ama hiç gördüklerini hiç sevmediler. Çünkü bu yenilgi demekti. Eğer bu değişimi daha önceden anlasalardı ve bu değişimi yapsaydı bugün AK Parti de daha iyi bir parti olurdu.

AK Parti karşıtlığı sadece CHP'de değil, geniş bir tabanda paylaşılıyor. Neden?

Duygusal açıdan ele alıp sevmemek kelimesini kullanabiliriz. Çünkü bir siyasi kavga var ve karşılarında yenemeyecekleri bir AK Parti var. Türkiye'nin 3'te 2'si sağa oy veriyorsa ve o sağdan daha özgürlükçü bir dindarlık çıkmışsa bu, AK Parti'nin sürekli çoğunluk olmasını ima eder. Bu siyasi yönü. Bir de işin toplumsal taban tarafı var. Burada sadece sevmeme hali değil, büyük bir öfke görüyoruz. Yenilgi hissi burada çok farklı tezahür ediyor. Çünkü kendi varlık nedenlerine, kendi yaşam biçimine tamamen ters olan bir yeni durum görüyorlar ve buna müdahale edecek güçlerinin olmadığını hissediyorlar. Bu durum laik kesimde eziklik hissi yaratıyor.

AK PARTİ'Yİ ANLAMAK İÇİN

Laik kesim bundan nasıl kurtulur?

Laik kesimin buradan çıkmasının tek yolu, dönüp kendisine bakması. 80 yıl boyunca biz kendimiz dışındakilere nasıl davrandık sorusunu kendilerine sormalı laik kesim. çünkü bu soruyu cevaplamadan AK Parti'ye kaymayı anlamak mümkün değil.

Ne yaptık?

Bu 80 yılda devlet, toplumun isteklerini yok saydı, onu şekillendirmeye çalıştı. Bundan bir sapma olduğunda açık ve örtülü darbelerle toplum yeniden makbul vatandaş olmaya zorlandı. Makbul olmayı kabul edenlerin önünde rant alanları açıldı, Hem siyasi, hem iktisadi hem de kültürel. Dolayısıyla laik kesim olarak bilerek ya da bilmeyerek kamusal alanı laik kimliğin alanı yaptık ve laik kimlik olarak sadece kendi yaşam biçimimizi bir norm olarak dayattık ve aslında kelimenin gerçek anlamıyla hiçbir zaman laik olamadık. Veya sekülerleşemeden laik olduk, o yüzden de hiçbir zaman özgürleşmedik. Ancak son yıllara gelindiğinde laik kesim içinde özgürleşme yolunda önemli adımlar atılmaya başlandı.


Sol 2023'e kadar iktidar olamayabilir


2011 seçimlerinde beklentiniz nedir?

Haziran'da yapılacak seçimlerde CHP yüzde 20-25'lerde kalır ise AK Parti sadece 2011'i değil 2015'i de tek başına alır. Eğer böyle bir gelişme olursa sol ancak 2023'te iktidar ortağı olabilir. O zamana kadar AK Parti kazanmaya devam eder. Ben 2011 seçimlerinde daha da reformist bir Bakanlar Kurulu göreceğimizi düşünüyorum ve milletvekilleri arasında da kurucu meclis kıvamına daha yaklaşan daha kapsayıcı kuşatıcı bir milletvekili yelpazesi göreceğimizi düşünüyorum. Çünkü AK Parti eğer akılıysa eline geçirmiş olduğu bu uzun dönem yönetme fırsatını kaçırmayacaktır. Bunun için 2011'in başından itibaren Türkiye'nin temel sorunlarında açılım gerektiren adımları atarsa CHP'nin siyaset yapacağı alan daralır. O zaman 2023'e kadar beklemesi gerekecek.

CHP için başarı eşiğiniz nedir?

Başarıyı apaçık biçimde gösterecek olan muhakkak ki alınacak oy ve bu oyların nerelerden geldiği olacak. Bu Kılıçdaroğlu'nun ilk seçimi ve arkasında güçlü bir 'niyet rüzgarı' var. Yani herkes umutlu olmak, başarı için bu yeni lidere güvenmek istiyor. Öte yandan referandumda konsolide olan ve muhtemelen daha da kemikleşecek bir anti-AK Parti hissiyattan da söz edebiliriz. Bu iki unsurun birleşmesi en az yüzde 30'luk bir oyu ima ediyor. Bunun altı başarısızlık olur. Ancak CHP'nin alabileceği oyun da bir sınırı var ve dolayısıyla 35'i de başarı saymak gerekir. Bu ilginç bir durum, çünkü hiçbir partinin başarı ile başarısızlık arasındaki 'mesafesi' göreceli olarak bu kadar dar değil.

Niye CHP dışında solda bir alternatif çıkmadı?

Şu anda AK Parti reformları bir şekilde yapıyor. AK Parti'den daha reformcu partiye ihtiyaç var laik kesimde. Ve bu partinin AK Parti'yi geçmesi için laik kesim dışında muhafazakârlardan da oy olması gerekiyor. Sol bir partinin muhafazakârlardan oy alması ancak bir özeleştiri ile mümkün. Bugüne kadar bunu yapacak bir sol hareket çıkmadığı için CHP'yi geçecek bir alternatif de çıkmadı.


Batum'un sembolik önemi


CHP nedir, sadece bir parti midir?

Bir partidir fakat aynı zamanda sembolik olarak rejimin kendisidir. Çünkü eğer CHP hakikaten demokrasi yönünde değişir ise bu rejimin de bir anlamda geri dönüşü olmayan bir biçimde farklı bir evreye girdiğini söyleyebiliriz. Rejimin yeniye olan adaptasyonu tabiî ki ancak siyaset üzerinden olabilir. Bunun da tek aktörü CHP.

CHP'NİN GELECEĞİ AK PARTİ'NİN ELİNDE

Yaratılmak istenen AK Parti karşıtı CHP mi?

AK Parti karşıtlığı referandumda ortaya çıkan bir potansiyel. Öte yandan AK Parti'ye oy vermemiş insanlar da referandumda bu partiye oy verdiler. Dolayısıyla bir seçimde AK Parti karşıtlığının yüzde 42'den de fazla olduğunu hayal edebiliriz. Bunun sınırını kabaca 50 diye çizersek o zaman CHP'nin de önünde yüzde 50 gibi geniş bir alan var diyebiliriz. Bunun içinde yüzde 10-15'lik MHP'yi düşersek, kalıyor yüzde 35. İşte CHP için kritik eşik yüzde 35'tir. Ama buna ulaşması zor. Çünkü o 35'in içinde yüzde 20 gibi katı Kemalist kesim var. Seçime 6 ay kala CHP bu yüzde 20'yi kaybetmeyi göze alamaz. Ki şu andaki genel sekreterin kimliği bu yüzde 20 ile anlamlı.

Bir anlamda ona muhtaç...

Kaçınılmaz olarak o grubu taşıması lazım. Diğer taraftan sadece o grubu tatmin edecek söylem üretirse o zaman da doğrudan rejimin savunuculuğunu yapar ki, geri adım atmış olur. Baykal ve Sav ile parti bu yüzde 20'ye sabitlenmişti. Kılıçdaroğlu'nda ise bir belirsizlik var. Yüzde 20'de de kalabilir, zor görünse de yüzde 35'e de çıkabilir. Burada AK Parti kilit. AK Parti, Türkiye'nin temel sorun alanlarında çözüme adım attıkça CHP bu istenen değişimi gerçekleştiremeyecek. Yani CHP'nin başarısı ya da başarısızlığı CHP'den çok AK Parti'nin performansına bağlı.

Açar mısınız bunu?

Yani gündem boş kalırsa, gündem sokaktaki öğrenci kavgaları, emekli maaşları veya iktisadi alanda harçlar falan olursa CHP, olayları yumuşatarak yayarak ve yüzeyselleştirerek bir harmanlama yapabilir. Yok eğer AK Parti, Türkiye'nin temel meseleleri konusunda ileri adımlar atarsa CHP'nin şansı olmaz.




LİBERAL DEĞİL DEMOKRATIM


Son olarak biraz teorik alana dalalım. Sol-sağ konularına girelim. Mesela Fransa'da "ihtimam" gibi bir kavram siyasi literatüre giriyor. Nedir bu tartışmaların özü?

İhtimam kavramı demokrat arayışın bir ifadesi. İhtimam kelimesinin kullanılmak istenmesi, daha önce farklı olana mesafeliydik, onu duymuyorduk, ona ilgisizdik demeyi ifade ediyor. Demokratlık tam da bu ilgisizliğin zıttı. Öte yandan bu tutum yani 'ihtimamsızlık' diyebileceğimiz şey de aslında liberallik. Çünkü ötekinin ne düşündüğü sizi ilgilendirmez liberallikte. Sistem vardır, herkesin sisteme uyması birlikte yaşamak için yeterli sayılır. Ötekini gerçek anlamda tanımanız, fikirlerini bilmeniz gerekmez. Demokratlık ise bunun geçerli olmadığını söyler. Gerçekten de dünyada ötekini duymadan, dinlemeden; ötekinin sorunlarını anlamadan ve ötekiyle beraber, o sorunları çözme gayreti göstermeden, birlikte yaşamanız mümkün değil. Birlikte yaşamanızın mümkün olmadığı noktada da toplum olarak var olmanız mümkün olmaz. Bu açıdan bakıldığında modernliğin dönüşümü lehine işlevsel olan akımlar soldur. Tersi ise sağdır. Bugün kimin solcu olduğunu belirleyen ekonomik, siyasi görüşleri değil, zihinsel pozisyonlardır. Sağcılar için de durum bu... Onları sağcı yapan ekonomik görüşleri değil, zihinsel pozisyonları...

Türkiye'de nereye düşer bu ayrım?

Türkiye'de şu anda bir zihniyet analizi yaptığımız zaman modern pozisyona karşı olan bir İslamcı grup var ki çok açık söyleyelim, bu AK Parti değil. Onun dışında kalan İslamcılar... Bu bir tür solculuk ama örneğin demokratlardan tamamen ayrışıyorlar. İkisinin ortak yanı ise var olana zihniyet çerçevesine karşı olmalarıdır. Öte yandan şu anki sağ pozisyona baktığımız zaman da; liberallerle, sosyalistleri görüyoruz. Yani 2 tane değişik sağcı ile 2 tane değişik solcunun en azından bir süre için birlikte var olacağı bir yeni dünyaya doğru gidiyoruz.

Size neden liberal diyorlar?

Liberal demeleri çok normal. Çünkü bizi tanımlayacak başka kelimeleri yok. Klasik modern alanda eğer siz dindar değilseniz, İslamcı pozisyonda değilseniz ya liberal ya sosyalist olursunuz. Eğer soldan bakıyorsanız karşınızdakileri de kendinize benzemediği için liberal görürsünüz. Dolayısıyla "AK Parti'yi destekleyen liberaller" cümlesi Türkiye'deki modernist solun cümlesi. Onlar demokratların kendilerine benzemediklerini görüyorlar ve nasıl tanımda bulunacaklarını bilmedikleri için ve ellerinde sadece liberal kelimesi olduğu için, liberal diyorlar...

Liberal değilsiniz, demokratsınız. Fark nedir?

Ben liberalizmin dayandığı felsefi temellerin hiçbirisini benimsemiyorum. Demokrat zihniyetin varsayımları diye düşündüğüm bambaşka ilkeleri benimseyerek bakıyorum dünyaya. Burada zihni temelleri farklı iki yaklaşım var... Liberalizm birbirine muhtaç olmayan, her biri gerçekliği bir yönüyle kavrayabilen, fikirsel açıdan kendisine yeterli bireyler varsayar. Nitekim fikirlerin mukayesesini yapacak bir ölçüte sahip olunmadığına inanılır ve liberal demokrasi denen sistem de zaten bu varsayımların sonucudur. Demokratlık ise insan olmaktan gelen bir sınırlama nedeniyle görüşlerimizin mutlak anlamda öznel olduğunun bilincinde olmayı ima eder. Dolayısıyla kendi görüşümüz bize ne denli güçlü gözükürse gözüksün, gerçekliği kavramakta acizdir. Bu durumda insanlar kural koyarken birbirlerine muhtaçtırlar ve ancak kendi öznel normlarını birlikte üreterek yaşayabilirler. Bu ise katılım, şeffaflık, ikna türü mekanizmaları bir hoşluk veya ileri adım olmaktan çıkarır, mecburiyet haline getirir. Demokratlık kişinin ötekine mahkum olduğunun idraki olmakla kalmaz, öteki olmadan bir hiç olduğumuzu da söyler...





13 yıl önce