Öncelikle bu komisyonların kurulması darbelerin birinci derecede muhatabı olan ve demokrasinin kalbi konumundaki Meclis'in, darbelere karşı tutumunun net bir göstergesidir. Amacımız, günümüze kadar yaşadığımız darbe ve muhtıraların ana sebeplerinin neler olduğunu, darbeye giden süreçte, darbe döneminde ve sonrasında rol alan temel aktörlerin kimler olduğunu, darbe öncesi ve sonrasında ekonomik, toplumsal, siyasi ve dış siyasete dair şartların nasıl şekillendiğini net bir şekilde ortaya koymaktır.
Evet. Bundan sonra halkın oyları ile seçilen iktidarlara yönelik darbeleri, müdahaleleri önleyebilmek için neler yapılması gerektiğini, hangi reformların hayata geçirilmesi, hangi adımların atılması gerektiğini içeren bir reçete ortaya koymayı hedeflemektedir. Kısacası, amaç geçmişten dersler çıkartarak gelecekte darbeleri önlemek, demokrasimizin çıtasını yükseltmektir.
Gerek 12 Eylül Darbesi Araştırma Komisyonu'nda, gerek diğer komisyonlarda bir taraftan ilgili kurumlardan bilgi ve belge istenmekte, diğer taraftan dönemin aktörleri dinlenmektedir. Bunlar arasında Süleyman Demirel, Hasan Celal Güzel, dönemin İstanbul Belediye Başkanı olan Ahmet İsvan gibi olaylara yakından tanıklık eden isimler var. 28 Şubat Alt Komisyonu dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, İçişleri Bakanı Meral Akşener başta olmak üzere o günlerin tüm sıcaklığına en yakından şahit olan insanları dinledi. Bu açıdan bakınca Darbeleri Araştırma Komisyonu'nun ne kadar önemli bir iş yaptığı ve perde arkasında kalan olayların aydınlığa çıkması için çalıştığı daha net görülebilir.
Sayın Süleyman Demirel ve Sayın İsmail Hakkı Karadayı'nın anlattıklarına gelince; her iki isim de darbelerin çok kötü olaylar olduğunu ve bundan böyle demokrasiye bu tür müdahalelerin ülkemizde yaşanmasını istemediklerini açıkça ifade ettiler. Diğer bir ortak ifadeleri ise, 28 Şubat sürecine ilişkindi. Her iki isim de 28 Şubat'ı darbe olarak görmediklerini, toplumda oluşan korku havasını dağıtmak için üzerlerine düşen görevlerini yaptıklarını ifade ettiler.
Genel olarak söylemek gerekirse yaptıklarından pişman olan pek yok gibi. Herkes yaptığı işlerin çok doğru olduğunu düşünüyor. Yaptıkları işleri savunurken de yapılanın bir darbe olmadığını ifade ediyorlar. Mesela 28 Şubat süreci için, Milli Güvenlik Kurulu'nda dönemin hükümetine herhangi bir baskı yapılmadığını iddia ediyorlar. Somut örneklerle, yaşanan hukuksuzluklardan örnek verince de haberimiz yoktu diye kendilerini savunuyorlar.
Darbeler diğer sosyal olaylar gibi bir çevrenin ürünüdür. Yani hukuksal çevrenin, toplumsal çevrenin, psikolojik çevrenin ürünüdür. Dolayısıyla bu çevre değiştirilmeden, yani hukuksal anlamda gerekli reformlar tamamlanmadan, eğitimimizdeki gerekli reformları tamamlamadan toplumsal algı değişikliğini sağlamadan darbeler bitti, artık olmaz demek acelecilik olur ve bu ifade doğru olmaz. Darbelerin panzehiri demokrat insandır. Demokrat insan meşruiyetin kaynağı olarak halkını görür. Onun değerlerine, tarihine, düşüncelerine saygılıdır. Farklılıkları zenginlik olarak kabul eder. Seçilmişlere müdahaleyi kendi şahsına yapılmış bir hakaret gibi kabul eder. Bu bağlamda ülkemizdeki yeni anayasa çalışmaları anlamlıdır ve halen yapılacak reformlar vardır. Sizin de bahsettiğiniz gibi TSK İç Hizmetler Kanunu'nun 35. maddesi hâlâ yerinde durmaktadır. İlkokuldan itibaren üniversitelere kadar müfredatlarımız otokritiğe tâbi tutulmalıdır. Tek parti zihniyetini öven bir anlayışla mücadele edilmelidir. Ekmek su gibi, özgürlüklerine düşkün, demokrat insanların çoğalması darbelerin önlenmesi ve demokrasimizin güçlenmesi bağlamında anahtar rolü oynayacaktır.
Tüm komisyonlarımızda olduğu gibi 28 Şubat Araştırma Komisyonu'nda da gerekli bilgiler ve belgeler ilgili kurumlardan istenmektedir, şahıslar dinlenilmeye devam etmektedir. Daha sonra tüm alt komisyonlar yani 1960 İhtilali ve 1971 Muhtırası'yla ilgili alt komisyon, 1980 İhtilali'yle ilgili alt komisyon 28 Şubat ve 27 Nisan'la ilgili alt komisyon elde ettikleri bilgi ve belgeleri ve şahısların dinlenmesi sayesinde elde edilen bilgileri birleştirecek ve nihai rapor hazırlanacaktır.
Tek tek isim saymak çok zor çünkü üçyüze yakın kişiye davetiye gönderildi. Ekim ayı itibariyle, Meclis'in tekrar açılmasıyla beraber, davet edilen isimler dinlenilmeye başlanacak. Ama çok ön planda olan isimlerden bazılarını saymak gerekirse, Turgay Ciner, Aydın Doğan, Dinç Bilgin, Fatih Çekirge, Zafer Mutlu, Ertuğrul Özkök gibi o dönemde gündemde olan, olaylara yön veren, kapalı kapılar arkasında konuşulanlara tanıklık eden birçok isim sayılabilir.
Öncelikle bu komisyondan beklentinin çok fazla olması bana çok ilginç gelmektedir ve mutluluk vermektedir. Zira vatandaşlarımız, medyamız, kısacası toplumumuzun her kesimi darbeler karşısında daha hassas, daha duyarlı hale gelmekte, darbelerin kabul edilemezliği konusunda ulusal mutabakat oluşmaya başlamaktadır. Bu da milletimiz ve demokrasimiz açısından olumlu bir gelişmedir.
PKK geçmişte defalarca 'halk ayaklanması' diyebileceğimiz türden bir başkaldırı için çaba sarfetmiş ve denemeler yapmıştır ama hep başarısız olmuştur. Fakat ne zaman ki adına Arap Baharı ya da Uyanışı diyebileceğimiz Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da başladı, örgüt tekrar ümitlendi. Bu çerçevede örgüt çalışmalarına hız vermiştir. Nitekim Şemdinli'de bunun denemesini yapmış fakat güvenlik güçle-rimizin kahramanca ve başarılı mücadelesi sonucunda başarısız olmuştur.
Yıllardır 100 kişiyi 5000 kişiyle yakalamaya çalıştı Türkiye. Böyle olduğunda hedef olma riskiniz çok fazla olur. Nitekim oldu. Bu değişiyor. Yani üç beş kişiyi almak için profesyonel eğitimli üç beş kişi düşsün peşlerine. Ayrıca unutmamak gerekir ki başarılı mücadele güvenilir güçlerle olur. Bu tür güvenilir güçler sahaya çıktıkça başarılı sonuçlar da görülmektedir günümüzde.
Demokratik ülkelerde siyasi partiler şiddetle, terörle aralarına mesafe koyarlar. Şiddetle, terörle, illegaliteyle arasına mesafe koyabilen, hiçbir sorunun, mağduriyetin terörü meşrulaştıramayacağına inanan ve bu çerçevede kararlar alıp politikalar üreten, özerk olup kendi kararlarını kendisi verebilen, illegal örgütlerden emir almayan her parti Meclis'te olmalıdır ve olmasında da fayda vardır. BDP, PKK'ya mesafe almadıkça Meclis'teki varlığını işlevsiz hale getiriyor.
28 Şubat'ın Türkiye'ye maliyeti ağırdır. Örneğin bizim tüm cumhuriyet tarihimiz boyunca yaptığımız özelleştirmelerden elde ettiğimiz gelir 43 milyar dolar civarındayken, sadece 28 Şubat döneminde bankalardan hortumlanan para 46 milyar dolar civarındadır.
Başka bir karşılaştırmayı da şu şekilde yapabiliriz. 2011 yılında elde edilen vergi geliri toplam 149 milyar dolardır. 28 Şubat'ın toplam maliyeti ise yaklaşık 300 milyar dolardır. Nerdeyse 2011 yılındaki toplam vergi gelirinin 2 katı kadar.
Her darbeden sonra bu darbeden nemalanan kesimler olmuştur. Ekonomik anlamda ve siyasi anlamda nemalananlar olmuştur. Bizim komisyonumuz da bunu tüm ayrıntılarıyla ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Örneğin o dönemde hükümet aleyhine işçi kesimini sokağa döken ve darbenin alt yapısını oluşturmaya yardım eden, kamuoyunda Beşli Çete olarak bilinen sendika yöneticileri çok büyük maddi kazançlar elde etmişlerdir. Yine o dönemde çek karnesi bile alamayacak kadar sicili bozuk olan kişilere bankalar teslim edilmiştir.
Darbeyi yapmak isteyen güçler, kendilerine yardım eden, darbe ortamının oluşması için gerekli altyapıyı hazırlayan kesimlere çeşitli tavizler ve ekonomik ayrıcalıklar vermişlerdir. Rejimi koruma adına ülke kaynakları mutlu azınlıklar için heba edilmiştir. Dönemin büyük medya grupları bu süreçte çok büyük paralara hükmettiler. Bunlar mutlaka araştırılmalı. Yine dönemin medya yöneticilerinin gelirleri incelenmeli. Bu ilişkiler bize çok şey söyleyecektir.