Demokratikleşme Paketi'ne yönelik en şiddetli tepkilerden birisi de, MHP'den geldi. Başta Devlet Bahçeli olmak üzere MHP'liler, Çözüm Süreci'nin hayata geçmesinden bu yana sürdürdükleri 'ihanet' temalı söylemlerine daha bir ağırlık vermiş görünüyorlar. Bu noktada, milliyetçi kesimin önde gelen aydınlarından, bir dönem Devlet Bahçeli'nin danışmanlığını da yürütmüş olan akademisyen Prof. Dr. Vedat Bilgin ile konuştum. Aynı zamanda Akil İnsanlar Heyeti'nde de yer almış olan Prof. Vedat Bilgin Hoca, kuşatıcı, derinlikli ve her zamanki nezih üslûbuyla hem Çözüm Süreci'ni, hem de Demokratikleşme Paketi'ni yorumladı.
Bu paketin Türkiye üzerinde oynanan büyük oyunu bozduğunu düşünüyorum. Türkiye'yi bu bölgede zora sokmak ve istikrarsızlaştırmak isteyenlerin planı, Türkiye'yi etnik çatışma üzerinden anti-demokratik çizgiye itmekti. Türkiye'ye yönelik birinci plan buydu. İkinci plan ise, Türkiye'nin demokratikleşme sürecini terörle engellemekti. Türkiye her iki planı da boşa çıkardı. Çözüm süreci, Türkiye'nin teröre karşı yürüttüğü başarılı mücadelenin ve Ortadoğu'daki konjonktürün bir sonucudur. Çözüm süreci Türkiye'nin elini daha da güçlendirdi. Şimdi de, üçüncü aşamadayız.
Bu üçüncü aşama, son açıklanan Demokratikleşme Paketi'yle başladı. Bu paketle Türkiye, kendi Kürtleriyle ve halkıyla daha geniş ittifak kanallarını açarak, bireysel özgürlükleri genişleterek, başörtüsünün önündeki engelleri kaldırarak, özel okullarda ana dilde eğitimi öngörerek, terör aracılığıyla Türkiye'yi istikrarsızlaştırma oyununu bozdu. Dolayısıyla Türkiye'nin Kürtleri, hatta PKK ve uzantısı olan siyasal yapılara eğilim gösterenler bile, sorunlarının demokrasi çerçevesinde çözülebileceğini gördü. Bugüne kadar Kürtlerin çoğunluğu tavırlarını bütünlükten yana koyuyorlardı. Bundan sonra bu daha da artacaktır. Zaman içerisinde ayrılıkçılık güden partiler marjinalleşeceklerdir.
Türkiye'de yapı değişiyor. Ayrılıkçılık ve terörün sağladığı ortam üzerinden siyaset yapan bir hareket, ilk defa olarak ayaklarının altından halının çekildiğini görüyor. Çünkü bölge insanı, milletin aslî bir parçası olmaya başladığını görüyor. Devlet, anadilde eğitimin önündeki yasakçı siyasal anlayışı tasfiye ederek kucaklayıcı olduğunu gösteriyor.
Ortadoğu konjonktürünün süreçle çok alakalı olduğunu düşünüyorum. Bu sürecin başladığı dönemde, Suriye'deki diktatörün kısa sürede gitmesi söz konusuydu. Çözümü engellemek isteyenler ilk müdahaleyi Suriye'de yaptılar.
Evet, Suriye'deki durumun Türkiye'deki süreci zora sokacak bir hâl alması için uluslararası bir müdahale oldu. Türkiye'nin Batı denetiminde değil, kendi inisiyatifiyle hareket eden bölgesel bir güç olması engellenmek istendi. Çözüm Süreci'ne yönelik ikinci karşılık ise, bölgesel bir unsur olan İran'dan, Irak'tan ve tabiî ki Suriye'den geldi. Üçüncü karşılık ise, Türkiye'deki bazı odaklardan geldi. Meselâ Hatay'daki patlama. Birçok eylem de önlendi.
Akil Adamlar olarak yaptığımız toplantılarda, yedi bölgede Kürtçe'nin öğretilebilmesi yönünde mutabakat vardı. Ama anadilde eğitimin bağları zayıflatacağı yönünde bir düşünce de vardı. Sayın Başbakan'ın bu eğilimi doğru okuyarak anadilde eğitimin özel okullarda önünü açma hassasiyeti yerindedir. İki dilde eğitimin tüm okullarda olmasının etnik gettolaşmaya yol açacağını düşünüyorum. Türkleri ve Kürtleri iki bağ birleştiriyor: Dil ve din. Buna şimdi Türkiye üçüncü bir bağ ekliyor: Demokratik, eşitlikçi vatandaşlık. Çatışmadan beslenenler, bu üç bağı ortadan kaldırmak istiyorlar.
Cumhuriyet tarihi boyunca eşit yurttaşlık oluşturulmak istendi. Ama demokrasi olmadığı için bu başarılamadı. Demokrasi olmayınca, bürokratik elit tahakküm kurdu. Bu elit sadece Kürtlere değil, dindarlara, Sünnilere, Türkmenlere karşı da baskı yaptı. Ne acıdır ki, ancak 2013 yılında başörtülü hanımlar gerçek anlamda çalışma özgürlüğü kazanabildi. Bu yüzden ben durumu, Kürtlere veya belli bir gruba değil, özgürlüklere karşı bir düşmanlık olarak görüyorum. Şimdi cumhuriyet bu yapıyı değiştiriyor. Cumhuriyetin asıl anlamına kavuşması, demokratikleşme süreci ile gerçekleşiyor.
Bu süreç, MHP açısından da bir değişimi zorunlu kılıyor. Türkiye'de milliyetçilik, etnik ayrımcılık üzerinden gelişmiş bir fikir değildir. Tam tersine, Türkiye'nin bütün etnik kimliklerini, farklılıklarını birleştirme ideolojisidir. Milliyetçiliğin asıl siyaset yapacağı alan, etnik ayrımcılık değil, Türkiye'nin uluslararası bir güç haline gelmesidir. Bu hedefler ise ancak demokratikleşme ile olur.
Devlet Bey'in siyaset etme tarzını beğenmiyorum ve eleştiririm. Zâten bu yüzden ayrıldım. Fakat Devlet Bahçeli'nin bütün Türkiye'nin bildiği bir siyaset etme tarzı vardır. Devlet Bahçeli, Türkiye'nin kritik meselelerinde Türkiye'nin yanında yer alır. Devlet Bahçeli bu yüzden, Türkiye'yi istikrarsızlaştıracak o harekete karşı tavır almıştır. Mesele, Bahçeli'nin ve partisinin, Türkiye'nin bugün geldiği noktanın gerisinde bir yerde siyaset yapmasıdır.
PKK ve onun uzantısı siyaset akımı zor durumda. Kürtler bu özgürlüğü hissetti. Bu yapılar şimdi, konumlarını ve güçlerini kaybetmek istemiyorlar. Kendilerini değiştirip yeni bir yol seçmek zorundalar, çünkü artık karşılarında yeni bir Türkiye var.
Üç şekilde kendilerine yeni bir siyaset yolu bulabilirler: Sol, liberal, muhafazakar. Ama mevcut kadroların şiddetle veya şiddetin gölgesiyle damgalanmış olduğunu görmeliyiz. Bir kadro değişikliği de olabilir. Ama bu o kadar da kolay değil.
Kesinlikle öyledir. Çözüm Süreci'ne yönelik üçüncü karşılık da Kandil'den geldi. Fakat Türkiye, tereddüt göstermeden demokrasiyi derinleştirerek cevap verdi. Beşinci olarak da, sivillikleri tartışmalı bazı örgütlerden bu sürece yönelik bir tepki geldi. Bazı medya kuruluşları aracılığıyla PKK'nın hâlâ gösteri yaptığına dönük haberler yapıldı. Meselâ PKK'nın mezarlık görüntüleri medyada yer buldu. Aslında bu mezarları yapanlar da, o görüntüleri yayımlayanlar da Çözüm Süreci'ne karşılar. Her şeye rağmen gelinen noktada süreç başarıyla yürütülüyor.
Alevilik meselesi bana kalırsa toplumsal değil, siyasîdir. Asıl sorun, devletle Alevi toplulukları arasındadır. Tekke ve zaviyelerin yasaklanması, Alevileri olumsuz etkilemiştir. Bu sebeple eğitim ve ibadet gizli kapaklı yapılmış, Aleviler de kendi kaynaklarından uzaklaşmak zorunda kalmıştır.
Çözüm, inanç özgürlüğü alanının derinleştirilmesidir. Alevi çalıştaylarının raporlarında Alevi topluluklarının kendi vakıflarının kurulması ve devlet tarafından bu vakıflara kaynak aktarılması yönünde bir tespit var. Ben de aynı kanaatteyim. Cemevlerine de, Aleviler nasıl istiyorlarsa, öyle bir statü tanınmalı.
Bir milliyetçi olarak Andımız denilen metnin kaldırılmasını çok yerinde buluyorum. Çünkü o ant, milliyetçiliğin değil, tek tip insan yetiştirmek isteyen 1930'lar devletçiliğinin icâd ettiği anti-demokratik bir uygulama. Stalinizmin, Nazizmin, faşizmin ve bütün otoriter rejimlerin benzerlerini zorunlu koştuğu bir uygulamadır. Milliyetçiliğin sembolü İstiklâl Marşı'dır.