'Eylem' sosyalist düşüncenin, özellikle Marxizm'in temel kavramlarının başında gelir. Bununla sözkonusu ideolojide, insanın, önce tabiata karşı özgürleşme, sonra da çarpık ekonomik ve sosyal düzeni sağaltma amacına matuf olarak verilen mücadelesi kastedilir. Ancak, klasik Markxizm'in 'eylem-devrim-özgürleşme'arasında kurdukları bu ilişki, aynı ideolojiyi savunan aydınlar tarafından eleştirilmiştir. Amaca ulaşmak için, sadece çıplak güce dayalı 'eylem'in, hem stratejik açıdan, hem de sonuca ulaşmada yetersiz olduğu düşüncesi, Marxist çizgiyi, sivilliğin de önemini vurgulayan bir noktaya taşımıştır.
Modası geçmiş Marxizm'in eylemine sarılarak, ne sivilliği ne de demokrasiyi geliştirmek mümkündür. Günümüzde, demokrasinin anlamı müzakere olgusunda mündemiçtir; bu da sözün, iknanın, diyaloğun günümüz demokrasisindeki vazgeçilmez değerini gösterir. Bunları yok sayan ya da önemsizleştiren hiçbir 'eylem' demokrasinin ruhuyla bağdaşmaz.
Hayır. Eylemi sivil itaatsizlik olarak gösterip, demokrasi mevzisi kazanmak isteyenler var. Sivil itaatsizlik, tanım olarak anayasal düzeni tehdit etmeyen, şiddet içermeyen, üçüncü şahısların haklarını ihlal etmeyen, eylemin cezai sorumluluğuna katlanma iradesi gösterilerek yapılan, kanun-dışı ama vicdani bir eylemdir. Yani sivil itaatsizlik eylemcisini, ahlaki ve vicdani sorumluluk altında tutan, nitelikli bir ihlaldir. Gezi Parkı'nda, en yakın örnek olarak, Gandhi kılıklı tek bir ihlalci gördünüz mü? Ya da, Hindistan'ın kurtuluş simgesi olarak gösterilen Gandhi'yi, elinde taş, molotof kokteyli taşırken gösteren tek bir kare resim var mıdır? İhlalciler daha ziyade, 68 kuşağının devrimcileri gibi hareket ediyor.
Olayların başlaması, gelişim seyri ve atılan sloganlar, taşınan dövizler; eylemin klasik bir çevreci hassasiyete bağlı gelişmediğini gösteriyor. Taksim ve artık herkesin aşinası olduğu Gezi Parkı eyleminin, kentleşme bilincinin ortaya çıkardığı bir dayanışma olduğu çok su götürür. Sandıkla devrilmesi ufukta bile görünmeyen, hükümeti devirme konusunda, kararlı bir dayanışmanın olduğunu söylemeye ne hacet!
Bunu tam bilemeyiz. Ancak, spontane ortaya çıkan, şiddet eğilimli her hareketin zaten kendisi provokatiftir. Nedense bu tip olaylarda hep provokatörlerden söz edilir, buna zemin hazırlayan eylemin kendisi ve yapılış tarzı sorgulanmaz. Akşam hiç aklında yokken, sabah Taksim'e yürüyen kimselerin yaptığı eylem, bence daha başından itibaren provokasyonun ta kendisidir.
Her zamanki gibi, önden giden değil, sondan katılan oldular, yine kalabalığa karıştılar. Nobel ödülü alan ve bu ödülü reddeden karakterdeki bir insanın isyanını herkes anlayabilir ama, devlet maaşına temanna eden bizim sanatçı takımımızın, bu olaylarda kaynak yapmış gibi sıraya aradan katılmış olmalarını, eylemlerinin ardındaki gerçek nedeni pek kestiremiyorum.
Dünyada herhalde en zor kavram adalettir. Çünkü her insanın, akıl, zeka, vicdan, kültür, bilgi vs. kapasitesi ve ortamı farklıdır. Adalet isteğinin adaletsizliğe yol açması bu yüzden her zaman mümkündür. Bu yüzden herkesin uzlaştığı bir adalet, yaşadığımız şu ölümlü dünyada belki de hiç olmayacak. Şu halde, adaleti yüzde yüz garanti eden yöntem arayışları yerine, adalete yüzde yüz aykırı yöntemlerin terkedilmesi(inden başlamak) daha makül bir seçenektir.
Ortada ciddi bir kriz var. Her krizin yönetimi kendine özgüdür. Hükümet, valilik, Emniyet güçleri ve bunların koordinasyonu, bu arada kamuoyununda oluşan algıların yönetilmesi, göründüğünden her zaman zordur. Bir vatandaş olarak, Gezi Parkı olaylarında kamuoyundaki algının iyi yönetilmediğini söyleyebilirim. Türkiye'deki olaylar, medyanın da marifetiyle, yer yer hem iç hem de dış kamuoyunda Suriye'deki olaylarla bir tutulacak noktaya doğru sürükleniyor. Hükümetin, öncelikli politikası, Türkiye'nin Suriye'den farkını, herkese, hemen farkettirecek adımlar atmasıdır. Hemen ve acilen.
Eylem özünde çevreci bir mahiyet de taşımıyor. Öyle olsa, katılımcıların hızlarını alamayıp, gökkafese doğru da yürümeleri gerekirdir. Öyle olsa, çok daha acıklı manzara teşkil eden, Sultanahmet Camii'nin, kartpostalları süsleyen siluetini yok eden, yeni yapılaşmalara karşı da tepkilerin yükselmesi gerekirdi. 1 Mayıs'la özdeşleşen Taksim, adı konulmayan devrimin karargahı seçilmiş gibi. Maksat, yaklaşan seçimde, muhalefeti iktidara taşıyarak demokrasi üzümü yemek değil, şu anda iktidarda olan bağcıyı dövme gayretidir.
Eylem var ama ahlakı yok. Ahlakın özü, 'kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkası yapma' düsturudur. Eylem, karşı olduğu şiddeti ortaya kaldırmayı hedeflerken yeni bir şiddete yol açmamalı, eylem üçüncü şahısların haklarını ihlal etmemeli.
Sağdan soldan toplanmış güruhun ortak hangi ilkesi olabilir ki. Gezi Parkı eyleminde, kan gövdeyi götürüyor. 3. şahısların arabaları kundaklanıyor. Sahaya vinç süren, molotof kokteyli atanların eylemleri bu nitelikte değildir, yani ahlaki nitelikten yoksundur.